Uluslararası siyasette “doktrin” ifadesi bir devletin oyun değiştirici hamlesini tanımlar. Değişim dönemlerinde doktrin ifadesine başvurulur. Uluslararası siyasette bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin başlangıcını ifade eder. Uluslararası düzeni belirleme gücü olan devlet ya da devletler tarafından kullanılır. Örneğin, günümüzde sıklıkla Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in adıyla anılan “Xi doktrini” ifadesini duymaktayız. Xi doktrini uzun bir süredir sürdürdüğü ekonomik büyümeyle ABD ile arasındaki açığı kapatan ve ekonomik gücünü askeri güce dönüştüren Çin’in uluslararası siyaset arenasına oyun kurucu bir aktör olarak girişini ilan etmektedir. Potansiyel olarak oyun kurucu bir aktör haline gelen Çin, ABD’nin hegemonyasına yaslanan tek-kutuplu uluslararası düzenin sonunun geldiğini ilan etmektedir. Kendisinin yeni ve daha iyi bir uluslararası düzen kurma iddiası taşıdığını ortaya koymaktadır. Buna benzer bir hamle 1823 yılında ABD Başkanı James Monroe tarafından yapılmıştı. Monroe doktrini Avrupalı devletlere batısına geçemeyecekleri bir sınır çizerek onları Amerika kıtasından dışlıyordu. Bu doktrin ABD’nin henüz oyun kurucu bir aktör olarak uluslararası sisteme girişini ortaya koymasa da Avrupa hegemonyası altındaki uluslararası sistemi sınırlandırarak Avrupa-merkezli düzenin sonunun başlangıcını ilan ediyordu.
Hem Xi hem de Monroe doktrini uluslararası düzeni ya da statükoyu değiştirmeye girişen revizyonist doktrinlerdir. Ancak bu iki doktrin arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Xi doktrini uluslararası sistemde değişim döneminin sonunda, Monroe doktrini ise başında ilan edilmiştir. Çin uzunca bir süre “barışçıl yükseliş” (peaceful rise) siyasetiyle ABD tek kutupluluğuna karşı iktisadi ön-dengeleme (economic pre-balancing) yapmayı tercih etmiştir. ABD’yi hem ekonomik hem de askeri boyutlarıyla dengeleyecek güce ulaştığını gördüğünde ise barışçıl yükseliş siyasetini bir kenara koyarak Xi doktriniyle yeni bir stratejiye geçiş yapmıştır. Monroe doktrini ise ABD’nin Avrupalı güçlere karşı dolaylı dengeleme (leash-slipping) yapmaya karar verdiği noktada ilan edilmiştir. 19. Yüzyılın sonuna kadar ABD içine kapanarak Avrupalı güçlerle doğrudan ve askeri olarak karşı karşıya gelmemeyi tercih etmiştir. Dolaylı dengeleme yaparak öncelikle kendi bölgesel sistemini konsolide etmeye ve iç bütünlüğünü sağlamaya ağırlık vermiştir. Tüm küresel güçlerin öncelikle kendi bölgesel sistemlerinin hegemonu olduğu unutulmamalıdır. Bu strateji ABD açısından gayet makul bir tercihti. 1823’te uluslararası sistemin iki hegemonu vardı: İngiltere ve Rusya. Bu iki süper devlet güçlerini henüz tüketmemişlerdi. Rusya 1853’te Kırım Savaş’ında aldığı mağlubiyetle, İngiltere ise 1870’ten sonra Almanya’nın Prusya liderliğinde birleşmesini tamamlayıp uluslararası sisteme giriş yapmasıyla düşüşe geçmiştir. 1870-1914 arasında ise İngiltere ve Almanya sistemin iki hegemonu durumundaydılar. Dolayısıyla ABD, 20. yüzyılın başına kadar uluslararası sisteme açılarak Avrupalı devletlere kafa tutacak güce sahip değildi. Ancak yine de ABD, 1823 yılında ileride uluslararası siyasette oynamak istediği rolü ortaya koymuştu. Uzun dönemli bir stratejik hamle yapmıştı.
“Erdoğan doktrini” uluslararası statükonun değişmesi gerektiğine yönelik bir irade ortaya koymuş olması açısından hem Xi hem de Monroe doktriniyle benzerdir. Bu doktrinlerin hepsi sistemin hegemonu konumundaki ve mevcut düzeni muhafaza etmeye çalışan statükocu doktrinlerden farklıdır. Tamamı revizyonist doktrinlerdir. 2001 yılında ABD Başkanı George Bush’un tek-kutuplu düzeni korumak için ilan ettiği “Bush doktrini” statükocu doktrine bir örnektir. Erdoğan doktrini uluslararası sistemin değişiminin başında ilan edilmiş olması açısından Monroe doktrinine benzer, Xi doktrininden ise farklıdır. Yukarıda tartışıldığı üzere Monroe doktrini, uluslararası sistemin büyük güç ya da güçlerinin doğrudan askeri açıdan dengelenemeyecek kadar güçlü olduğu noktada askeri kapasitesi görece sınırlı olan devletlerin dolaylı dengeleme yapmasının bir örneğidir. Türkiye’nin mevcut durumu 19. Yüzyılda ABD’nin Avrupalı güçler karşısındaki durumuna benzemektedir. Günümüzde Türkiye sistemin büyük gücü olan ABD’yi doğrudan askeri olarak dengeleyecek materyal kapasiteye sahip değildir. O sebeple ancak dolaylı yoldan bir dengelemeye girişebilir. Türk dış politikası açısından Erdoğan doktrinini farklı kılan husus ise, Erdoğan doktriniyle Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren ABD’yi takip etme (bandwagoning) siyasetini bir kenara koyup dengeleme siyasetine geçiş yapmış olmasıdır. Türkiye’nin dış politikasını köklü bir şekilde değiştirmesi anlamı taşımaktadır. Anarşik uluslararası sistemde Türkiye gibi materyal kapasitesi görece sınırlı olan devletlerin önünde genel itibariyle iki seçenek vardır. Bu seçeneklerden biri, sistemin hegemonunun tepkisini çekmemek ve onu yatıştırmak için savunmacı bir takip etme (defensive bandwagoning) stratejisi izlemektedir. Diğer seçenek ise, sistemin büyük gücüne karşı dengeleme siyaseti gütmektedir. Dengeleme siyaseti ancak sistemin büyük gücü dengelenebilecek ölçüde materyal kapasiteye sahipse uygulamaya konulabilir. Sistemin hegemonu doğrudan askeri olarak dengelenemeyecek ölçüde bir güç farkına sahipse bu durumda devletler alternatif dengeleme stratejilerine yönelir. Bu alternatifler arasında hegemonu uluslararası kurum ve hukukla sınırlandırmayı kapsayan yumuşak dengeleme (soft balancing), öncelikle ekonomik olarak aradaki açığı kapamak ve zamanı geldiğinde de bunu askeri güce dönüştürmeyi kapsayan ekonomik ön-dengeleme ve sistemin büyük gücünü doğrudan karşısına almadan materyal gücünü artıracak dolaylı dengeleme bulunmaktadır.
Türkiye 2000’li yılların ilk on yılında ABD’nin ittifak ilişkilerini hiçe sayan tek-taraflı hamleleri ve ülkenin iç işlerine yönelik müdahaleleri nedeniyle uzunca bir süredir takip ettiği defansif takip etme stratejisini gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Öte yandan bu dönemde ABD’yi doğrudan dengeleyecek güce sahip olmadığı için uluslararası sistemdeki başka bazı devletler gibi hem yumuşak dengeleme hem de dolaylı dengeleme stratejisini uygulamaya koymuştur. “Dünya beşten büyüktür” söylemiyle uluslararası kurumsal yapının gözden geçirilmesini önerirken Türkiye yumuşak dengeleme yapmıştır. Dolaylı dengeleme ise uluslararası düzeni çok daha derinden etkileme potansiyeline sahiptir. En nihayetinde dolaylı dengeleme uluslararası sistemde yeni bir kutbun ortaya çıkmasını öngörür. Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel entegrasyona liderlik etme ve Afrika açılımı gibi attığı stratejik adımlar bu bağlamda değerlendirilebilir. Erdoğan doktrini Türk dış politikasında tarihi bir kırılmayı temsil etmektedir. Günümüzde “Türkiye ekseni” olarak ifade edilen Türk dış politikasının genel çerçevesi ABD’nin dolaylı dengelenmesi stratejisi tarafından belirlenmektedir.