14 Mayıs seçimlerine çok az bir zaman kaldı. Hemen herkes -hem iktidar hem de muhalefet- bu seçimlerin tarihî bir önemi haiz olduğunu söylüyor. Türkiye ilginç bir ülke. Bir seçimin tarihî olma vasfıyla nitelendirilmesine ilk defa şahit olmuyoruz. Türkiye’de neredeyse her seçimin tarihî bir seçim olduğu söylendi. Sanırım bunun ana sebebi sık sık askerî müdahalelere -özellikle darbelere- maruz kalmamız ve 15 Temmuz’a kadar toplum olarak darbelere ve darbecilerin siyaset mühendisliği planlarına toplum olarak genellikle sandık başında cevap vermemizdir. Nitekim 1960 ve 1980 darbesinden sonra tarihî seçimler yapıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da. Bu seçime tarihî demek için ise gayet geçerli sebeplerimiz var. Başka bir deyişle, 14 Mayıs sıradan bir seçim olmayacak, Türkiye’nin gerek geleceğinin gerekse geçmişinin değerlendirilmesi, okunması açısından hayatî bir seçim hüviyetiyle tarihe geçecek.
14 Mayıs seçimlerini tarihî kılan çeşitli sebeplerden söz edilebilir. Bana göre bunların ikisi bilhassa önemli. İlki hükümet sistemimizin geleceğini ilgilendirmesi, ikincisi ise Türkiye’nin hem içerde hem de özellikle dünyada bundan sonra takip edeceği politikalar hakkında yol gösterici olmasıdır.
Demokrasiler genellikle hükümet sitemlerine göre adlandırılır. Bu çerçevede demokratik ülkeler ya parlamenter sisteme ya da başkanlık sistemine sahip oluyor. Hemen söylemek gerekir ki her iki sistem de meşru ve demokratik. Ayrıca her iki sistemin de hem müstakil olarak hem de birbirlerine nispetle üstün ve zayıf yönleri mevcut. Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, her ne kadar iki ana sistemden söz ettiysek de bu sistemlerin hiçbirinin diğerinin tıpkısının aynısı olmaması, yani her ülkenin bir ölçüde özgün ve farklı bir siteme sahip bulunması.
15 Temmuz Milat
Türkiye bir tür parlamenter sistemle 2010’lu yılların ortalarına kadar geldi. Bu sistem eksik ve hatalıydı ve tipik parlamenter sistemden de önemli ölçüde sapmaktaydı. Yürütme organında istikrarsızlık yaratması yüzünden bürokratik vesayet sistemine geçit vermesi kolaydı. Bu şartlar altında yürümenin zor olduğu Erdoğan iktidarlarından önce de farkına varılan bir husustu. Bu yüzden merkez sağ liderler zaman zaman sistem değişikliği taleplerini dile getirmişti. Bu değişiklik nihayet 15 Temmuz’un sağladığı ivme ile darbe girişimi sonrasında gerçekleşti. 2018’de yapılan seçimle Türkiye parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş yaptı. Ne var ki sistemin başkanlık sistemi değil cumhurbaşkanlığı sistemi olarak adlandırılması çeşitli sıkıntılara yol açacaktı. En önemlisi Erdoğan’ın bu sistemde ikinci defa aday olup olmayacağına ilişkin ihtilaftı.
Bu sistem siyasî sistemde istikrar yarattı. Beş sene tek hükümet tarafından idare edildik. Bu özellikle 70’lerin ve 90’ların kaotik koalisyon ortamları düşünüldüğünde büyük bir başarıydı. Ne var ki muhalefet bir türlü bu sistemi sevmedi ve benimsemedi. Onu, tuhaf bir şekilde, anti demokratik gördü, tek adam rejimi, hatta bir tür diktatörlük yarattığını öne sürdü. Dolaysıyla muhalefet 14 Mayıs seçimlerine bir tür eskiye dönüleceği vaadiyle girmekte. Güçlendirilmiş parlamenter sistem dediği bu sistem muhalefete göre daha demokratik ve daha etkili. Oysa her iki iddia da tartışmaya açık.
Bağımsız Dış Politika
Bu yüzden 14 Mayıs’ta bir tür sistem tercihi yapacağız. İstikrarsız, ülkeyi kısa ömürlü iktidarlara mecbur ve mahkûm eden sisteme mi döneceğiz yoksa beş senedir istikrarlı bir ülkede yaşamamızı sağlayan sistemi mi sürdüreceğiz? Bununla beraber muhtemel bir durumda Millet İttifakı’nın sistem dönüşümünü tek başına sağlaması hemen hemen imkânsız. Bu yüzden seçimden sonra da aynı hükümet sistemiyle yola devam etmemiz çok kuvvetli bir ihtimâl.
14 Mayıs’ta oylaması yapılacak bir diğer husus Türkiye’nin dış siyasetinde izleyeceği rotaya ilişkin. Türkiye eskiden şahsiyetsiz ve uydu bir NATO üyesi ülke görünümündeydi. Dış politikada kendi başına inisiyatif alamazdı. Tek başına bir politika belirleyemez, Batı bloku, özellikle liberal değerleri kendi millî çıkarları olarak gördüğü şeyler için istismar etmekten çekinmeyen ABD tarafında belirlenen politikalarda kendisine uygun görülen rolleri oynardı. AK Parti iktidarları zamanında, bilhassa 2010’dan sonra, bu değişmeye başladı. Bir taraftan iktidarın -Erdoğan’ın- dünyaya bakışı öbür taraftan da Türkiye’nin bir imparatorluk bakiyesi olması ve bunun unsurlarının ülkeyi kendine doğru çekmesi ülkenin gitgide en azından bazı konularda Batı blokundan bağımsız ve kendi çıkarlarına uygun politika izlemesi sonucunu verdi. Bunun yapılabilmesi elbette silah sanayiinin gelişmesine ve Türkiye’nin silahta dışa bağımlılığının azalmasına bağlıydı. Bu doğrultuda büyük adımlar atıldı. Türkiye silah sanayiinde kendi kendisine yeterlilik oranını yüzde 20’lerden yüzde 80’lere çıkardı. Bu da ülkenin öz güvenini pekiştirdi ve kendisine mahsus politikalar izlemesinin yollarını açtı.
Batı’nın bundan rahatsız olduğu açık. Bunun işaretlerini her alanda görmek mümkün. Batı her yol ve yöntemle Erdoğan’ı iktidardan indirmeyi ve Türkiye’yi eski rotasına döndürmeyi istiyor. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bu çerçevede gerçekleştiği ve darbe girişiminin failinin özellikle ABD’nin elemanı olarak faaliyet yürüttüğü biliniyor. Bu yüzden 14 Mayıs’ta yapılacak tercih Türkiye’nin dünya siyasetindeki yerinin belirlenmesinde de etkili olacak. Türkiye ya bağımsız ve kendi çıkarlarına uygun politikaları izleme yolunda ilerleyecek ya da Batı’nın kendisine biçtiği eski role geri dönecek.
14 Mayıs’ta oy verirken bu hususları göz önünde tutmakta fayda var.