Cumhurbaşkanı Erdoğan 7 Aralık’ta Atina’yı ziyaret etti. 6 yıl aradan sonra gerçekleştirilen bu ilk ziyaretin içeriğine bakıldığında iki ülkenin yakınlaşma zeminini yakalamış olduğu görülüyor. İyi komşuluk, pozitif gündem gibi söylemler ziyaret ve toplantıların gündemiydi. Bu bağlamda taraflar, Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi’ni ilan etti.
Tüm bu çabalar, sorunları çözmese de ilişkilerin geliştirilmesi için ileriye yönelik bir adım olarak değerlendirilebilir. Yine ikili ilişkilerin son yıllardaki gerilimli hali düşünüldüğünde bu yakınlaşma adımı birçokları için sürpriz olmuş olabilir. Nitekim Batı basınındaki “Türkiye uzmanlarına” kalsa seçim döneminde Türkiye Yunanistan’la savaşa bile girecekti. Hatta 2023 yılının Yunanistan’da da seçim yılı olması çatışma riskini artıracaktı. Türk-Yunan krizlerinde ezbere ve yüzeysel “iç politikada gündem değiştirme, seçim yatırımı” yorumlarına alışkın olsak da mesele hiçbir zaman iç politika olmadı. Türkiye ve Yunanistan son dönemde ciddi bir güvenlik ikilemi (security dilemma) sarmalının içindeydi. Bu noktada mevcut yakınlaşmayı mümkün kılan şeyin de bu güvenlik ikileminin tamamen ortadan kalkmasa da yatışması olduğu söylenebilir.
Uluslararası ilişkilerde güvenlik ikilemi kavramı, temel olarak, bir tarafın kendi güvenliğini artırmaya yönelik attığı adımların diğer tarafça tehdit olarak algılanmasıyla ortaya çıkan güvenlik rekabetini ifade etmektedir. Örnek vermek gerekirse, bir taraf savunmacı amaçla olsa bile silahlanmaya gitmesi karşı tarafta bir tehdit olarak hissedilir ve onu da silahlanma veya ittifak arayışına sevk eder. Bu adım da ilk etapta silahlanma adımını atan devlet tarafından bir tehdit olarak algılanır ve bir silahlanma veya ittifak kurma döngüsü başlar. Günün sonunda taraflar belki de başta istemeyecekleri bir güvenlik yarışına girmiş olur. Bu durum çatışmaya kadar varabilir.
Tarihe bakıldığında Türk-Yunan ilişkilerinin de güvenlik ikilemi kavramının ders kitabı örneklerinden biri olduğu söylenebilir. Her iki devlet, başta Soğuk Savaş döneminin ikinci yarısından itibaren olmak üzere gerilimlerle ve inişi çıkışlarla dolu ilişkilere sahip.
Türkiye’nin artan askeri kapasitesi ve yerli savunma sanayii yatırımları ve Yunanistan’ın buna tek başına cevap verememesinin sonucu olarak daha fazla Batı’ya yaslanması son yıllarda gördüğümüz güvenlik rekabetinin özüydü aslında. Batı desteği arayan ve bunu yer yer elde eden Yunanistan karşısında da Türkiye’nin güvenlik endişeleri artıyordu. Bu da bir tür güvenlik ikilemi yaratıp tarafların iş birliği ve diplomatik yakınlaşma zeminine gelmesini engelliyordu.
Uluslararası siyasette iş birliği, devletler önce güvenliklerini sağladıktan sonra mümkün oluyor. Çünkü devletler bir iş birliği ihtimaliyle karşılaştıkları zaman o iş birliğinden elde edebilecekleri kazanımlardan ziyade güvenliklerine etkisine odaklanıyorlar. Bu anlamda yine kendi elde edecekleri salt kazanımlardan ziyade karşı tarafın ne kadar kazanacağını da hesap ediyorlar.
Bu noktada mevcut durumda Türkiye ve Yunanistan’ın yakınlaşma adımının nedeni olarak güvenlik ikileminin belli bir oranda yatışması olduğu söylenebilir. Bozulan güç dengesi sonucu Yunanistan’ın bir şekilde üçüncü taraf desteğini elde ettiğini hissetmesi daha az güvenlik kaygısıyla masaya oturmasına imkân sağlamış görünüyor. Nitekim Yunan diplomasisinin mesaisinin merkezinde Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de başarısız kuşatma girişimleri ve Amerikan desteğini elde etmek yatıyordu. Yunanistan, 2022 yılında ABD’yle savunma ve güvenlik protokolünü onaylamıştı. ABD’ye askeri üs ve tesislere erişme imkânı veren bu anlaşma Yunanistan nezdinde bir güvenlik hissi doğurmuş olabilir. Yine Fransa gibi diğer Batılı aktörlerden aldığı taahhütler de bu durumu besliyor. Buna karşın Türkiye de artan gücü ve yerli imkanlarına yaslanmanın özgüvenine sahip. Öyle ki Türkiye için güvenlik ikilemini doğuran şey tek başına Yunanistan değil arkasına almaya çalıştığı aktörlerdi.
Bu anlamda taraflar karşılıklı olarak tehdidin aciliyetinin düştüğünü algıladıkları anda iş birliği daha uygulanabilir bir seçenek haline gelmiş oldu. Tarafların en azından öngörülebilir bir zaman dilimi içinde güvenlik ikilemi sarmalına girmeyeceklerini hissettikleri zaman iş birliği konusunda daha az çekingen davranmaları anlaşılabilir.
Benzer bir süreç Kuzey Kore ve Güney Kore arasında 2018 yılında yaşanmıştı. Kuzey Kore nükleer kapasitesinde belli bir seviyeye geldikten sonra yani güvenlik endişelerini bir nebze çözdükten sonra masaya oturdu. Güney Kore de aynı şekilde Amerikan desteğinin yanı sıra konvansiyonel kapasitesine yatırım yapıyordu. Başlangıçta güvenlik ikilemine neden olan adımlar belli bir dengeye oturduktan sonra tarafları masaya oturtan bir faktöre dönüşmüş oldu.
Yukarıda da belirtildiği üzere Türkiye ve Yunanistan arasındaki güvenlik ikilemi tam olarak bitmiş değil. Yunanistan diğer Batılı aktörlerin kendisine güvenlik sağladığını düşünebilir. Yine güvenlik için üçüncü taraflara bel bağlamak suni bir güvenlik algısı yaratabilir. Mevcut durumda bu bir iş birliğine zemin hazırlasa da Türkiye’nin ihtiyatlı olmak için haklı sebepleri devam ediyor. Yunanistan’ın bu yaklaşımının sürdürülebilir olmadığını bir noktada anlaması gerekiyor. Bölgeye farklı aktörleri çekmek kendi güvenlik endişelerini yatıştırsa da bu uzun dönemli bir iş birliğinin önündeki risklerden biri.
Sonuç olarak Ege’nin, sıklıkla dile getirilen tabirle, bir barış denizi olması için alınacak daha çok yol var. Türk-Yunan ilişkilerindeki bütün problemler de çözülmüş değil. Ancak tarafların şu dönemde bu tip bir yakınlaşmadan kazanmayı umacakları çok şey var. Ukrayna’dan Suriye ve Gazze’ye uzanan çatışma ve istikrarsızlık hattı göz önünde bulundurulduğunda her iki ülke için ikili ilişkileri rahatlatmak makul bir tercih olarak duruyor.