Eric Hobsbawm çağlara dair çalışmalarını hazırlarken, dönemlerin yaşadığı değişimleri ve önemli olayları dikkate alarak müthiş örnekler verir. Devrim, Sermaye[1] ve İmparatorluk olarak isimlendirdiği ve örneklerini o tarihler arasından seçtiği devasa çalışmasında, her çağda ne yaşandığını kolayca anlayabilirsiniz. 1789’da, yani Fransız İhtilali ile başlattığı Devrim Çağını[2] 1914’te biten İmparatorluk Çağı[3] ile tamamlar ve yeni bir aşamaya geçmenin ipuçlarını verir. Zaten biz ilgilendiren çağ da aslında bu çağdır çünkü 1914’te başlayan savaşların sermaye ve sanayileşme çağının sonuçları olması akla gelmeyecek ölüm biçimlerine sebep olur ve Hobsbawm bu çağı (1914-1991) Aşırılıklar Çağı[4] olarak nitelendirir. Sadece yaşananlar değil özellikle postmodernizmin etkisiyle insanın yaşamaması gereken durumların bizzat insan eliyle yaşatılması bu aşırılığın ana hatları arasındadır. Özellikle İkinci Dünya savaşında yaşanan katliamların, insan aklının en son vahşet durağı olduğunu belirten Hobsbawm ciddi analizler ile Aşırılıklar Çağı’nı tamamlar.
Aşırılıklar Çağı’ndan İnkâr Çağı’na
Hobsbawm, Aşırılıklar Çağı’nı yazarken bir yandan olayları analiz ediyor ama bir yandan da özellikle Hitler’in yaptıklarına odaklanıyor ve şiddet sarmalını Almanya üzerinden okuyor. Almanya’nın yaptıklarını bir yansıması olan aşırılıklar, belki şimdilerde İsrail’in yaptıkların farklı bir anlam taşımıyordu. Bir dönem Almanların insan aklının en uç yerlerinde gezinen işkence yöntemlerini uyguladıkları Yahudilerin, bugün daha beterini Filistin, özelde de Gazze halkına uygulaması bir tesadüf değil. Daha ilginç olanı ise bu vahşeti tüm dünyanın umursamaması hatta vahşeti, “meşru müdafaa hakkı” diyerek inkâr etmesine kadar gelen bir ana tanıklık ediyoruz. 1945 yılına kadar vahşetin her türlüsünü gören Yahudilerin, özellikle Siyonist olanlarının 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren devam eden katliama hiç ses çıkarmaması da ayrı bir inkâr çağına girdiğimizi ortaya koyuyor. Kendi atalarının veya ailelerin yaşadıklarını dünyaya duyurmak için Holokost Endüstrisi’ni[5] kurmaktan geri durmayan Siyonist Yahudilerin, şimdilerde tüm medya ajanslarını yok etmeye çalışması, gazetecileri yakarak öldürmesi ve sosyal medyada özellikle Elon Musk gibi isimlerin desteği ile sansür uygulayabilmesi, inkâr çağının hangi boyutlara ulaştığını sanırım anlamamız için yeterli kanıtlar sayılabilir.
Piyanist Filmi Aldatmacası
Aşağıdaki fotoğraf son dönemlerde oldukça tartışıldı ve Nazi zulmünü anlatan Piyanist filmi ile Gazze’den göç eden kızın fotoğrafı çok fazla karşılaştırıldı. Aslında bu karşılaştırma, Müslümanlar sahip çıkmasa bir simülakr[6] olarak Siyonist sineması tarafından kullanılacak ve yeni bir anti-siyonizm tartışmasına sebep olacaktı. Çünkü bir süre bu görüntünün Gazze olmadığı aksine Gazze’de yaşayan Yahudilerin olduğuna dair haberler yayınlanmaya başladı. Sadece bu fotoğrafın kullanılmasının ardından videonun devamı da sosyal medyada yayınlanınca Siyonist dezenformasyon durdu ve gerçek ortaya çıktı. Piyanist filmi ile İkinci Dünya savaşında yaşananları bir Yahudi gözüyle anlatarak filme Oscar[7] aldıran jürinin de etkisiyle, Piyanist filmi dünyaca ünlendi ve en meşhur sahnesi aşağıdaki görsel ile dünyaya servis edildi. Viraneye dönmüş bir geçmiş ile hayatta kalmaya çalışan masum (!) bir Yahudi’nin verdiği mücadeleyi konu edinen filmi, gala gecesinde saatlerce ayakta alkışladılar.
Sağdaki karede Piyanist filminden bir sahne var ve bu sahnede Almanya’da piyanistlik yaban bir oyuncunun arkasındaki yıkımları görebiliyoruz. Bir yandan katledilen Yahudiler bir yandan da katledilen Yahudilerin yağmalanan malları sokakları kaplamış durumda sahnenin arkasında farkediliyor. Soldaki karede ise 2024 yılında Gazze’de ailesi arkadan gelen ve harap olmuş bir şehirden göç eden Gazzeli bir kız çocuğunun fotoğrafı yer alıyor. Bu videonun devamında ise kız çocuğu arkasına bakıyor ve tekerlekli sandalyede gelmeye çalışan erkek kardeşine yardım eden diğer erkek kardeşinin, sandalyeyi itmekte zorlandığını görüyor, büyük bir çaresizlik ile başını yukarıya kaldırıyor ve geri dönerek onlara yardım ediyor. Her iki sahne de katliamın sonuna kadar hissedildiği ve yaşandığı anları bize aktarıyor lakin tek bir fark bu ayrıntıyı öğreniyoruz; biri film sahnesi diğer ise tamamen gerçek olaylar olarak karşımıza çıkıyor. Elbette Holokost Endüstrisi burada da boş durmamış ve Hollywood üzerinden Siyonizmi aktarmaya devam etmiştir. Tesadüf olmayan bu durumun kanıtı ise Hollywood’un kurucu şirket sahiplerinin Yahudi olmasıdır[8]. Örneğin, Universal Picture’ın kurcusu Carl Leammle Alman Yahudisi, Paramount Pictures’ın kurucusu Macaristan doğumlu Yahudi Adolph Zucker, Fox Film Corporation kurucusu Macaristan’da doğan ve Amerika’ya göç eden Yahudi William Fox, Rusya doğumlu Yahudi Louis B. Mayer, Metro Golden Mayer’in kurucusudur. Polonya Yahudisi Benjamin Warner ise Warner Brothers’ın kurucusudur. Colombia Pictures’ın kurucusu Herry Cohn; Miramax Prodüksiyon Şirketi’nin kurucuları ise Yahudi Harvey ve Bob Weinstein en önemli isimler arasında yer almaktadır.
Sürgün Şizofrenisi[9] ve Üst-İnsan İddiası
Tarihleri boyunca “sürgün” psikolojisini yenemeyen Siyonist Yahudiler[10], şimdilerde yaşadıkları sürgünlerin acısını Müslüman Gazze halkından çıkarmaya çalışıyor. Bu da bizi Sürgün Şizofrenisi kavramını tanımamızı sağlıyor. Çünkü Siyonist Yahudiler, yıllardır yaşadıkları sürgünü hastalıklı bir ruh hali olarak yanlarında taşıdılar hatta o şizofreni ile yaşadılar, çalıştılar ve bugünlere geldiler. Ama hiçbir zaman ikircikli hasta ile ilişkilerini ve şizofren kişiliklerini kaybetmediler. Sürgün Şizofrenisi sayesinde öfkelerini unutmadılar ve daha da ilginci, sadece Müslümanların değil tüm dünyanın kendilerinin düşmanı olduklarını düşündüler. Bu sebepten “Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur.” mottosu ile tarihsel sosyolojilerini inşa ettiler. Bu inşa ise Nietzsche’nin Üst-İnsan[11] tanımlamasının önemli bir yansımasıydı. Çünkü Siyonist Yahudiler, kendilerinin seçilmiş ırk olduğuna inandıkları için bu amaç ile yaptıkları hiçbir şey günah değildi ve sorumlu değildiler. Onlara göre bu Tanrı’nın emriydi. Bu şizofreniyi ise Arz-u Mevud[12] gibi saçma bir mit ile meşrulaştırmaya çalıştılar. Oluşturdukları simülakrlar ile medya üzerindeki etkilerini kullandılar ve Yahudi soykırımının Günah Keçisi[13] olarak da Müslüman Gazze halkını seçtiler. Bu kavramsallaştırma için bile Yahudi olan Freud’dan beslendiler. Yıllardır birlikte yaşadıkları ve evlerine misafir oldukları Müslüman Gazze halkı ile kurdukları kardeşlik ilişkisini, Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf’a ihanet etmeleri gibi Gazze halkına ihanet ettiler. Nasıl ki, Yusuf’un kardeşleri gözlerini kırpmadan Yusuf’u kuyuya attıysa, Siyonist Yahudiler de kardeşlikten başka bir şey görmedikleri Gazze halkını ateşe attı ve susuz bıraktılar. Bunları yapmalarına rağmen Sürgün Şizofrenisi bitmedi; kuyuya attıkları Gazzeli Müslümanları, dünyaya terörist olarak tanıttılar, evlerine yerleştiler, sürgüne gönderdiler ve diri diri yaktılar. Tüm bunlar yaşanırken özellikle batı liderlerinin ve ABD’nin sessizliği oldukça dikkat çekiciydi. Hiçbir şey yokmuş gibi davrandılar, Gazze üzerinde “katliamcı emlak politikası”[14] inşa ettiler ve İsrail’in savunma hakkı gibi satın alındıklarını ispatlayan inkâr cümleleri kurdular. İsrail’in, Hamas’ı ilk günden itibaren bütün dünyaya “terörist” olarak tanıtması maalesef hep öyle kaldı ve Hamas, terör örgütü yakıştırmasını üzerinden atamadı. Defalarca esir takası sahnelerinde İsrail’in, Gazzeli esrilere uygulamış olduğu işkence ekranlardan belli olsa da dünya siyasi kamuoyu tarafından dikkate alınmadı, bazen de defalarca inkâr edildi. Siyasal inkârdan dolayı, güya Gazze’de bir şey olmuyor, teröristler ile savaşılıyor ve İsrail meşru müdafaa hakkını kullanıyordu. İşte bu tavırlar inkâr çağının işaretleriydi. Konu hiçbir şeyin olmaması değil yaşanan katliamın “meşru müdafaa” kavramı ile inkâr edilmesiydi. Gözlerinin önünde çocukların, kadınların, hastaların, yaşlıların, engellilerin ve bebeklerin katledilmesine rağmen sessiz kalınıyordu ve görmezden geliniyordu. İsrail’e cılız uyarılar yapılarak dünya kamuoyunun gazı alınıyor ve İsrail, katliamlarına devam ediyordu. Yaşanan görmezden gelme alışkanlığı artık siyasal körlüğe dönmüştü ve katliamların yaşanmadığına dair söylemler birer inkâr biçimleri olarak karşımıza çıkıyordu.
İnkâr Çağı’nın Diğer İnkârları
Sadece Gazze’deki katliam değil Rusya ve Ukrayna arasında yaşananlar da Rusya tarafından inkâr ediliyordu. Özellikle Rusya, topraklarının işgal edildiğini öne sürerek binlerce sivilin canına kıydı. Öncesinde ise Suriye’de yaşananlar artık dünya gündeminden çıkmıştı. Beşar Esad binlerce insanı dünyanın gözü önünde katletti ve yerin yedi kat dibinde inşa ettiği Sednaya Hapishanesi’nde (tımarhanesinde) insanları çılgına çevirdi. Daha sonrasında toplum mezarlar bulundu lakin tüm bunlara rağmen dünya bunları da inkâr etti. Lakin elimizde tarihsel açıdan kanıtları olan başka bir katliamı da görmezden geldi dünya siyasileri ve Doğu Türkistan’da yaşanan Çin zulmünü de duymadı[15], görmedi ve bilmedi. Siyasal çıkarlar uğruna çıkan cılız sesler dışında Doğu Türkistan hiçbir zaman gündem olmadı. Elbette Myanmar’da yaşanan katliamı da dinlemedi[16] dünya ve neredeyse Budist rahiplere barış ödülü vermeye kadar inkarın hat safhasına ulaştı. Tüm bu inkarlara daha çok sayıda örnek eklenebilir lakin inkâr edilenlerin Müslüman olması hiç değişmedi. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda göç eden Ukraynalılara kapı aralayan ve Avrupa, Müslümanların kendi ülkelerine gelmesine izin vermedi. Çünkü Müslümanların insan olduğu inkâr ediliyordu, Batılı olmayanların yaşam hakkı yoktu ve ölmeliydiler. Dünya, Ukrayna savaşının göç edenleri bağrına basarken, Müslüman topraklarda yaşananları görmezden geliyor, olmamışçasına inkâr ediyordu.
İnkâr Çağı’nın Sosyolojisi
İki yıla yaklaşan süre zarfında hâlâ Gazze’deki katliam devam ediyor ve dünyayı yönetenler Gazze’de bir katliamın olduğunu bilerek inkâr ediyorlar. Holokost Endüstrisi’nin çarkları olan Avrupa devletleri ve ABD, en başından beri hiçbir olmamış gibi davranmaya ve politika üretmeye devam ediyor. Hatta Trump, Gazze için bir emlak paketi dahi düşünüyor. Katliam üzerinden elde edilecek gelirler ve Akdeniz gaz rezervi ile katliamı inkâr edenlere sus payı öneriyor. Sadece bununla kalmıyor, aynı zamanda Netanyahu’yu, Beyaz Saray’da konuşturarak Hamas üzerinden Gazze’de olanları, olması gereken bir gerçeklikmiş gibi açıklıyor. 1945 yılına kadar Yahudileri katleden Almanya’nın ise konuşmaya hiç niyeti yokmuş gibi görünüyor. Fransa ve İngiltere ise hiçbir şey olmamış gibi Rusya’ya karşı neler yapılacağını konuşuyorlar. Aslında hepsi Orta Doğu’da olanların farkında ve suçun ortakları olduklarını gayet iyi biliyorlar. Fakat suçluların ortak özelliği olan inkâr politikası Batılı devletler ve ABD tarafından adım adım işletiliyor. Hobsbawm bu dönemi görseydi ne söylerdi bilmiyoruz ama Aşırılıklar Çağı’nı yeniden yazmayı düşüneceğine veya yeni çağa, İnkâr Çağı adını vereceğine emin olabilirsiniz.
Dipnotlar:
[1] Eric Hobsbawm, Sermaye Çağı, çev. B. Sina Şener (Ankara: Dost Yayınları, 2025).
[2] Eric Hobsbawm, Devrim Çağı, çev. B. Sina Şener (Ankara: Dost Yayınları, 2025).
[3] Eric Hosbawm, İmparatorluk Çağı, çev. Vedat Aslan (Ankara: Dost Yayınları, 2025).
[4] Eric Hobsbawm, Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan (Ankara: Dost Yayınları, 2025).
[5] Norman G. Finkelstein, Holokost Endüstrisi, çev. Utku Umut Buldun (İstanbul: Kutadgu Yayınları, 2024).
[6] Jean Baurillard, Simülakrlar ve Simülasyon, çev. Oğuz Adanır (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2011). Simülakr: Gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm anlamına gelmektedir. Gerçek, çarpıtılmaktadır.
[7] Piyanist filmi, 75. Oscar Ödüllerinde film en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi oyuncu ödüllerini kazanmıştır. Aynı zamanda diğer dört dalda da adaylığı öne sürülmüştür.
[8] Ramazan Kurtoğlu, Hollywood ve Kabala’nın 13. Hacarisi Evanjelizm (Ankara: Sinemis Yayınları, 2012), 408.
[9] Kavram bana aittir. Burada Deleuze’un kapitalizm ve şizofreni arasındaki kurduğu bağ üzerinden bir inşa yapılmıştır. Deleuze’un benzetmesi için bkz: Gilles Deleuze, Kapitalizm ve Şizofreni, çev. Özcan Doğan (Ankara: Araf Yayıncılık, 2005).
[10] Yahudiler, tarihte iki defa sürgüne gönderilmiştir. 586’da önce Babil’e sürülmüşlerdir. II. ve IV. asırlarda ise Romalılar ve Hıristiyanlar tarafından ikinci defa ülkelerinden kovulmuşlardır. Bkz: Ali Osman Kurt, “Yahudilik’te Sürgün Metaforu: ‘Boş Ülke’ Miti ve ‘İncir’ Benzetmesi Çerçevesinde Bir Değerlendirme,” Milel ve Nihal 5, 3 (2008): 257-267.
[11] Üst-İnsan kavramı Nietzsche’ye aittir ve varlığına her daim ihtiyaç duyulandır. Bkz: Friedrich Nietzsche, Tan Kızıllığı, çev. Hüseyin Salihoğlu ve Ümit Özdağ (Ankara: İmge Yayınları, 2007).
[12] İbrânîce’de “Eretz Israel” (İsrâil diyarı) denilen bu bölge Yahudilerin kutsal kitabı Ahd-i Atîk’te “Ken‘an diyarı”, “diyar”, “gurbet diyarı”, “memleket” diye de zikredilmektedir. İkinci mâbed döneminden itibaren ise “arz-ı mev‘ûd” diye adlandırılmış olup Kitâb-ı Mukaddes’in Ahd-i Cedîd kısmında da bu isimle geçmektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. İbrâhim’e yapılan vaadde, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” (Tekvîn, 15/8), Hz. Mûsâ ve Yeşu’ya (Yûşa’) yapılan vaadde, “Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak” denilmiştir (Tesniye, 11/24; Yeşu, 1/3).
[13]Tevrat’ta anlatılan Yom Kippur ritüelinde (Levililer 16:8–10), Yahudi halkının günahlarıyla ritüel olarak yüklenen keçi. Günah keçisi, muhtemelen o kötü ruhu yatıştırmak amacıyla Azazel için çöle gönderilirken, ayrı bir keçi Tanrı’ya bir sunu olarak kesilirdi. Bu kavramı kullanmamın amacı, günahsız olan Gazze halkının, Sürgün Şizofrenisi karşısında günahkâr olarak tanımlanması ve Siyonist Yahudilerin, geçmişteki öfkelerinin bedelini Gazze halkına ödetmesidir.
[14] “Katliamcı Emlak Politikası” kavramı, bana aittir. Trump, Gazze için emlak projesini bir süre önce dile getirmiştir.
[15] Doğu Türkistanlı Türkler işgalci güçlere (Çin) karşı büyük mücadeleler vererek topraklarında 1933 ve 1944 yıllarında iki defa “Doğu Türkistan” ismini taşıyan devlet kurmuşlardır. Ancak bu devletler Çin ve Rus emperyalist güçlerinin kıskacı altında yok edildikten sonra Doğu Türkistan 1949’un Eylül’ünde tekrar Komünist Çin yönetimindeki kızıl ordu tarafından işgal edildi. Çinliler, son iki buçuk asırdan beri Doğu Türkistan’da aralıklarla devam eden Rus emperyalistlerin de desteği ile aralıklarla devam eden adeta bir soykırım politikası uygulamaktadır. Bkz: Varis Çakan, “Tarihte ve Bugün Doğu Türkistan Meselesi,” Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi 7, 1 (2023): 1.
[16] Mayıs 2012’de Myanmar’ın yedi eyaletinden biri olan Arakan’da yaşanan düzmece bir tecavüz olayı bahane edilerek rejim güçlerinin Müslümanlara yönelik başlattığı şiddet olayları aslında askeri dikta rejimin 1962’den beri Rohingyalı Müslümanların aleyhine oluşturulan genel ayrımcılık ve ırkçılık politikası hâlâ devam etmektedir. Bkz: Varis Çakan, “Rohingya Müslümanları ve Arakan Soykırımı,” Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi 2, 1 (2018): 38.