Suriye devlet başkanı Ahmed Şara’nın 4 Şubat’ta Türkiye’ye yaptığı ziyaret birçok açıdan tarihi anlamlar taşıyor. 8 Aralık’ta Beşar Esed’in ülkeyi terk etmesiyle tamamlanan Suriye Devrimi sonrası yeni Şam yönetiminin önündeki sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm adımları kısa vadede en önemli gündem maddeleri olarak duruyor. Türkiye’nin 13 yıldır Suriye iç savaşında yüklendiği maliyetler ve sonunda başarıya ulaşan onurlu duruşu düşünüldüğünde Suriye’nin yeni döneminde Türkiye’nin rolü oldukça merkezi ve kritik olacak.
Ancak yeni Suriye’de Türkiye’nin rolünü doğru tanımlamak hem bugünü hem de önümüzdeki süreci anlamlandırmak açısından oldukça önemli olacaktır. Çünkü bir yandan Şara’nın ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapması üzerinden Türkiye’nin Suriye’yi kaybettiği yorumları yapılırken, diğer taraftan yeni Şam’ı bir anlamda Türkiye’nin vekil unsuru olarak görüp Türkiye ile Suriye arasında emir-komuta benzeri bir ilişki olduğunu savunan iki uç söylem güçlenmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’deki rolünü ve sahadaki dengeleri doğru okumak, gelecekte Ankara-Şam ilişkilerinin oturacağı yeri görmek açısından da çok değerli olacaktır. Bu yazıda Ankara-Şam ilişkilerinin dinamikleri, yeni Şam yönetiminin dış politik gündemlerinde Türkiye’nin yeri ve bölgesel jeopolitik içerisindeki anlamı açıklanmaya çalışılacaktır.
Yeni Suriye’nin Dış Politik Öncelikleri
Bu aşamada ilk önce yeni Şam yönetiminin dış politikasının temel prensiplerini ortaya koymak gerekiyor. Burada da Suriye devriminin ortaya çıkardığı yeni gündem maddeleri ile iç savaştan bakiye kalan maddeler öne çıkıyor. Şara’nın Zafer Konferansı’nda dile getirdiği gibi Suriye’nin yeni dönemde dış politikada birinci önceliği uluslararası ve bölgesel prestiji yeniden kazanmaktır. Uluslararası ve bölgesel prestij denildiğinde ise ilk adımın yeni yönetimin uluslararası tanınırlığa kavuşması olduğu söylenebilir. Suriye’nin yeniden inşası sürecinde yaptırımların kaldırılması ekonomik istikrarın sağlanması açısından değerli olacaktır. Yaptırımların kaldırılması ise ABD ve AB ile ilişkilerin konusu olması hasebiyle Şam yönetiminin ince bir çizgide yürüyerek ılımlı ve uyumlu bir aktörlük çizmesini gerektirmektedir.
İkinci olarak, Suriye’nin ihtiyatlı ilkesellik olarak adlandırılabilecek bir dış politik pozisyonuna sahip olduğu söylenebilir. Bir yandan Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter bir yönetim yapısı kırmızı çizgi olarak belirlenirken diğer yandan bu ilkelerin uygulanmasında ihtiyatlı hareket edildiği görülmektedir. Hem PKK/YPG terörünün işgal altında bulundurduğu topraklara hem de İsrail Golan ve ötesinde genişlettiği işgale karşı bu ilke üzerinden hareket ettiği görülebilir.
Tüm bunlarla bağlantılı olarak ülke ekonomisinin dış dünyaya açılması ve Esed rejiminden kalan enkazın hızlıca giderilmesi amacıyla dış kaynağa ihtiyaç olduğu kadar devletin içeriden elde edeceği gelirlere de ihtiyacı bulunmakta. Bu da Suriye’de güvenlik ve istikrarın sağlanması kadar doğal kaynakların kontrolünü gerektirmektedir. Bunun için ise Suriye petrollerinin ve tarıma elverişli arazilerin terör örgütü PKK/YPG’den özgürleştirilmesi gerekmektedir. Tam da bu yüzden, niyet okumalara ve şüpheli yaklaşımlara rağmen yeni Şam yönetiminin kaçınılmaz olarak PKK/YPG terörüyle karşı karşıya geleceği ve Türkiye’nin pozisyonuna benzer bir pozisyon alacağı kolaylıkla iddia edilebilir.
Dolayısıyla yeni Şam yönetiminin pozisyonu ve ilkeleri net olsa da uluslararası aktörlerle karşı karşıya gelmenin maliyetinden kaçınmak amacıyla ihtiyatlı bir pozisyon almaya çalıştığı söylenebilir.
Türkiye’nin Suriye Vizyonu: Eşit Ortaklık, Karşılıklı Çıkar
Tam da bu noktada Suriye dış politikasında Türkiye’nin öne çıktığı ve çıkacağı söylenebilir. Bunu da Suriye’nin dış politikada arayacağı iş birlikleri ve özellikle stratejik ortaklık kurma çabalarına diğer ülkelerin yaklaşımı üzerinden gerekçelendirebiliriz.
Suriye’nin sınır komşularını incelediğimizde doğusunda İran etkisindeki ve ABD’nin politikasına müdahil olduğu bir Irak ile Suriye’nin stratejik ortaklık kurması mümkün görünmemektedir. Diğer bir komşu ülke olan Lübnan ise uzun yıllardır içerisinde bulunduğu siyasi krizler ve bölünmüşlük ile, Şam’a yardımcı olmaktan öte Şam’ın kendisine yardım edeceği bir düzlem öngörmektedir. Güneybatı sınır komşusu İsrail ise 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nin yanı sıra 27 Kasım sonrasında da işgalini genişleterek Suriye’nin toprak bütünlüğüne ciddi bir tehdit olduğunu göstermektedir. Suriye’nin bir diğer komşusu Ürdün ise Şam’daki yönetime karşı tedbirli bir yakınlık göstererek yeni yönetimin Arap rejimlerine tehdit oluşturacak bir performans sergileyip sergilemeyeceğini tıpkı Körfez ülkeleri gibi yakından inceleyecektir.
Diğer yandan Şam yönetimi, bir stratejik ortaklığı bölge dışından bir aktörden aradığında da benzer bir resimle karşı karşıya kalacaktır. Suriye’de PKK/YPG işgalini destekleyen, Golan’ı İsrail toprağı olarak tanıyan ABD ile Şam arasında böyle bir ilişki mümkün olmadığı gibi, 27 Kasım öncesine kadar İdlib’i bombalayan ve Esed rejiminin 1971’den beri en büyük destekçisi olan Rusya da bu pozisyona erişemeyecektir. Diğer yandan Orta Doğu’da ve Suriye krizinde ciddi bir aktörlük gösteremeyen AB veya Esed rejimiyle yakın ilişkileri olan Çin de bu role soyunamaz. Dolayısıyla Şam için alternatifler oldukça kısıtlıyken bu aktörlerle stratejik bir ortaklık kurma girişimi yalnızca büyük tavizler doğurur.
Tüm bunlar ışığında devrim sonrası Suriye’nin dış politik hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken Türkiye ile yakınlaşması kaçınılmaz görünmektedir. Yalnızca Türkiye’nin iç savaşta takındığı ahlaki tutum ve muhaliflerle yakın ilişkisi sebebiyle değil, devrim sonrası oluşan bu denklem de bunu kaçınılmaz kılmaktadır. Dolayısıyla Şara’nın Ankara ziyareti sonrası ilişkilerin hızlıca gelişmesi ve askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal konularda ciddi adımlar atılmasını beklemek makul olacaktır. TSK’nın Suriye’nin muhtelif yerlerine konuşlanması, PKK/YPG terörüyle ortak mücadele, Türk STK’ların ve sermayesinin Suriye’ye girmesi gibi adımlarla yakın ilişkilerin stratejik ortaklığa dönmesi kolayca mümkün olabilecektir. Dolayısıyla Suriye’nin istikrarı ve güvenliği Türkiye’nin ulusal güvenliğine de katkı sağlayan önemli bir parametre olarak yeni dönemde takip edilecek konular arasında yer alacaktır.