Suudi Arabistan, son yıllarda savunma sanayine yaptığı büyük yatırımlarla dikkat çekiyor. Bu yatırımlar, ülkenin stratejik bağımsızlığını artırma, bölgesel tehditlere karşı caydırıcılık oluşturma, savunma sanayiinde ABD’ye bağımlılığı azaltma ve yerli savunma sanayiini geliştirme hedefleri doğrultusunda şekilleniyor. Özellikle Suudi Arabistan için Vision 2030 programı kapsamında, ABD ve Batı’ya bağımlılığı azaltma çabaları hız kazanmış durumda olup Türkiye ile yapılan anlaşmalar bu sürecin önemli bir parçası hâline gelmiş gözüküyor. Bu değerlendirme yazısı çerçevesinde Suudi Arabistan’ın savunma sanayine yaptığı harcamalar, bu harcamaların gerekçeleri, Türkiye ile yapılan askeri iş birlikleri ve bu gelişmelerin nasıl yankı bulduğu ele alınması planlanıyor.
Suudi Arabistan Neden Savunma Sanayiine Büyük Yatırımlar Yapıyor?
Suudi Arabistan’ın savunma sanayi yatırımları, üç temel dinamik üzerinden analiz edilebilir. Bu dinamikler; rantiyer devlet modeli ve savunma harcamaları, stratejik bağlılıklar ve askeri modernizasyon, bölgesel tehdit algısı ve güvenlik endişeleri olarak sınıflandırılabilir.
Suudi Arabistan, petrol gelirleriyle finanse edilen bir rantiyer devlet olarak biliniyor. Petrol ihracatından elde ettiği büyük gelirler sayesinde, geniş çaplı kamu harcamaları yapabiliyor. Halktan doğrudan vergi alınmaması nedeniyle, hükümet siyasi meşruiyetini ekonomik refah dağıtımı üzerinden sürdürüyor. Bu nedenle, askeri yatırımlar sadece güvenlik amaçlı değil, aynı zamanda iç politikadaki istikrarı sağlamak için de kullanılıyor. Savunma sanayiine yapılan yatırımlar, tam da bu nedenlerden dolayı hem iç kamuoyunda hem de dış kamuoyunda prestij projeleri olarak görülüyor ve uluslararası nüfuzu artırmak için bir araç olarak değerlendiriliyor.
Suudi Arabistan, ABD ile uzun yıllardır süregelen stratejik ortaklığı çerçevesinde, savunma kapasitesini artırmak amacıyla çeşitli silah sistemleri satın alıyor. Bu alımlar, ülkenin güvenlik politikalarını ve bölgesel güç dengesini şekillendirmede önemli bir rol oynuyor. Suudi Arabistan’ın ABD’den satın aldığı silahlar arasında savaş uçakları, helikopterler, füze sistemleri ve zırhlı araçlar gibi çeşitli savunma ekipmanları bulunuyor. Özellikle F-15 savaş uçakları, Apache helikopterleri ve Patriot füze savunma sistemleri, bu alımların öne çıkan unsurları arasında yer alıyor. 2014-2018 döneminde, Suudi Arabistan, küresel silah ithalatının yüzde 12’sini gerçekleştirerek dünyanın en büyük silah ithalatçısı olarak yer aldı. Bu ithalatın büyük bir kısmı ABD’den sağlanmıştı. 2018-2022 döneminde ise Suudi Arabistan, küresel silah ithalatının yüzde 9,6’sını gerçekleştirerek Hindistan’dan sonra ikinci sırada yer aldı. Bu dönemde, Suudi Arabistan’ın silah ithalatının yüzde 78’i ABD’den gelmişti. Daha yakın bir tarihte ise, ABD Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın 1.000’den fazla TOW füzesi satın alma talebini onaylamış ve bu satışın toplam maliyeti yaklaşık 440 milyon dolar olarak belirlenmişti.
Suudi Arabistan, ABD’den bu kadar yüksek miktarda ve meblağda silah almasına rağmen bu silahların kullanılacağı yer ve alanlarla ilgili ABD’den bağımsız hareket edemiyordu. Aldığı bu silahları öncelikli olarak ulusal savunma ve bölgesel tehditlere karşı caydırıcılık amacıyla kullanıyordu. Özellikle Yemen’deki iç savaşta, İran destekli Husilere karşı yürütülen operasyonlarda ABD menşeili silahlar aktif olarak yer alıyordu. Bu durum, uluslararası arenada çeşitli tartışmaları da beraberinde getiriyordu. ABD’den silah satın alırken, Suudi Arabistan belirli kullanım kısıtlamalarına ve şartlarına tabi tutuluyor. ABD Kongresi, bu satışları onaylama yetkisine sahip olmakla birlikte satışların uluslararası hukuk ve insan hakları standartlarına uygunluğunu denetleme yetkisine sahip oluyor. Bu bağlamda, bazı yasa koyucular, silah satışlarının ABD’nin uluslararası yükümlülüklerine uygun olmasını sağlamak için Kongre’nin bu süreçte daha aktif bir rol alması gerektiğini savunuyor.
Suudi Arabistan’ın ABD’den gerçekleştirdiği silah alımları, uzun yıllardır ülkenin güvenlik stratejisinin merkezinde yer alıyordu. Bu alımlar, Riyad yönetiminin bölgesel tehditlere karşı koyma ve askeri kapasitesini modernize etme çabalarının bir parçası olarak okunuyor. Ancak, bu silahların kullanım şekli ve satış süreçlerindeki denetim mekanizmaları, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında dikkatle izlenmesi gereken konular arasında bulunuyor. Görüldüğü gibi, Suudi Arabistan, uzun yıllardır ABD ve Batı’ya bağımlı bir askeri yapı ile yönetildi. Savunma sanayii harcamalarında ABD’den aldığı silahlar yıllarca ilk sırada yer aldı. Ancak son dönemde İsrail’in bölgeselleştirdiği savaşın ve ABD’nin askeri varlığını Orta Doğu’dan çekme girişimleri ve söylemlerinin de etkisiyle Suudi Arabistan savunma sanayiinde yeni arayışlara girdi. Türkiye, Çin ve diğer alternatif ülkelerle iş birliğini artırarak çeşitlendirilmiş bir savunma portföyü oluşturmaya çalışıyor. Baykar, Roketsan ve Aselsan gibi Türk savunma şirketleriyle yapılan anlaşmalar, Suudi Arabistan’ın kendi yerli üretim kapasitesini geliştirme sürecinde kritik rol oynuyor.
Savunma sanayiine yapılan harcamaların artmasının bir başka sebebi de İran tehdidi. Tahran yönetimi, Yemen’deki Husiler, Lübnan’daki Hizbullah ve Irak’taki Şii milis gruplar gibi vekil aktörler aracılığıyla Riyad’a baskı kuruyordu. Özellikle Aramco petrol tesislerine yönelik saldırılar, Suudi Arabistan’ın savunma sanayiine yaptığı yatırımları artırmasına neden oluyordu. Suudi Arabistan, 2015 yılından bu yana İran destekli Husilerle savaş hâlindeydi. Yemen’de devam eden çatışmalar, Riyad’ın hava savunma sistemleri ve insansız hava araçlarına daha fazla yatırım yapmasını zorunlu hâle getirdi. Türkiye ile yapılan savunma anlaşmaları kapsamında, Suudi Arabistan Akıncı ve Bayraktar TB2 gibi insansız hava araçlarının Yemen’de kullanılması ihtimalini değerlendiriyor.
Bunların dışında, Körfez bölgesinde yaşanan rekabet, Suudi Arabistan’ın askeri stratejilerini şekillendiren unsurlar arasında yer alıyor. 2017’de Katar’a uygulanan abluka sırasında Doha yönetimi, Türkiye ve İran ile daha yakın ilişkiler kurmuş ve bu durum Suudi Arabistan’ın bölgede giderek yalnızlaşmasına neden olmuştu. Söz konusu durumun yarattığı tedirginlik de Suudi Arabistan’ı askeri kapasitesini artırmaya yöneltti.
Suudi Arabistan’ın Türkiye ile Savunma Sanayi İş Birliği
Devletler arasındaki askeri iş birliği, yalnızca güvenlik politikaları açısından değil, aynı zamanda diplomatik, ekonomik ve stratejik çıkarlar açısından da büyük bir önem taşır. Realist paradigmaya göre devletler, güç dengesi oluşturmak ve ulusal güvenliklerini sağlamak amacıyla ittifaklar kurar ve askeri kapasite artırıcı iş birliklerine yönelir. Neorealist yaklaşım ise devletlerin sadece savunma kapasitelerini değil, aynı zamanda teknolojik bağımsızlıklarını da sağlamaya çalıştığını vurgular. Özellikle hegemon güçlerin belirli devletlere askeri teknoloji erişimini sınırlaması, alternatif savunma ortaklıklarının gelişmesini hızlandırır. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki savunma iş birliği, bu çerçevede bölgesel güç dengelerini değiştirme potansiyeline sahip kritik bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye-Suudi Arabistan Savunma İş Birliğinin Stratejik Anlamı
Son yıllarda, Suudi Arabistan ve Türkiye arasındaki savunma iş birliği hız kazanıyor. Suudi Arabistan, 2023 yılında Baykar ile yaptığı anlaşma kapsamında 60 adet AKINCI TİHA satın almış ve bu anlaşmanın toplam maliyetinin 3,1 milyar dolar olduğu açıklandı. Mart 2025’te imzalanması planlanan 6 milyar dolarlık savunma anlaşması ise savaş gemileri, tanklar ve füze sistemleri gibi geniş bir yelpazeye sahip bir girişim olarak görülüyor. En dikkat çekici gelişmelerden biri ise, Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin milli savaş uçağı KAAN’a katılım sürecini talep etmesi olarak görülüyor. Suudi Arabistan’ın 2030 yılına kadar 100 adet KAAN savaş uçağı almayı planladığı bilgisi, Riyad’ın askeri modernizasyonunda Türkiye’yi stratejik bir ortak olarak gördüğünü gösteriyor. Suudi Arabistan, askeri modernizasyon hedefleri doğrultusunda Türkiye’nin geliştirdiği KAAN 5. Nesil Savaş Uçağı projesine ortak olma isteğini resmen dile getiriyor. Bu adım, hem Suudi Arabistan’ın savunma sanayisinde yerli üretim kapasitesini artırma hedefiyle hem de Türkiye’nin havacılık sektöründe giderek artan gücüne duyduğu güvenle şekillenmiş görünüyor.
Bu anlaşmalar, yalnızca iki ülke arasındaki ticari ve askeri ilişkileri güçlendirmekle kalmayıp Suudi Arabistan’ın askeri tedarik stratejisini çeşitlendirme ve Batı’ya olan bağımlılığını azaltma yönündeki çabalarının bir yansıması olarak okunuyor. İsrail’in bölgeselleştirdiği savaş bağlamında Suudi Arabistan’ın ABD’den aldığı savunma silahlarını kullanamaması ve Washington’un Riyad’a yönelik kısıtlamaları, Türkiye’nin savunma sanayiinde kendini kanıtlayan girişimleri Suudi Arabistan’ın Türkiye gibi yeni ortaklarla iş birliği yapmasını teşvik etmiş gibi görünüyor.
Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki yükselişi, Orta Doğu’daki güç dengelerinde önemli değişimlere yol açıyor. Suudi Arabistan’ın, ABD ve Batılı ülkelerden bağımsız olarak Türkiye ile iş birliği yapması, Körfez’deki askeri ve diplomatik dengeleri değiştirebilir. Bölgedeki diğer aktörler, özellikle BAE ve Katar gibi ülkeler, Türkiye ile olan savunma iş birliklerini daha da derinleştirme yoluna gidebilir. Ayrıca, İran ve İsrail gibi bölgesel aktörler de Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle artan askeri iş birliğini dikkatle takip edeceklerdir.
Türkiye’nin Küresel Rekabet İçindeki Konumu
Türkiye’nin savunma sanayisinde giderek öncelikli tercih edilen bir ülke hâline gelmesi, küresel güçler arasındaki rekabet açısından da kritik bir gelişme olarak okunuyor. Çin, ABD ve Rusya gibi büyük askeri güçlerin bölgeye silah ihracatı yapma stratejilerine Türkiye’nin alternatif bir oyuncu olarak katılması, Ankara’nın uluslararası pazardaki konumunu güçlendiriyor. Özetle, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki savunma iş birliği, yalnızca iki ülkenin askeri kapasitelerini geliştirme çabası olarak değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel jeopolitik dengeleri etkileyen bir süreç olarak değerlendirilmeli. Türkiye’nin savunma sanayiinde yükselen bir güç hâline gelmesi, bölgesel aktörlerin askeri stratejilerini yeniden şekillendirecek ve uluslararası güç dengeleri içinde Türkiye’yi daha stratejik bir konuma taşıyacaktır.
Suudi Arabistan-Türkiye Savunma Anlaşmalarının Yankıları
Suudi Arabistan, uzun yıllardır petrol gelirlerini kullanarak dünyada en fazla askeri harcama yapan ülkelerden biri konumunda yer alıyordu. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, 2014-2023 döneminde askeri harcamalar yüzde 4,3 artarak 2023 yılında 75,8 milyar dolara ulaşmış bir ülke olarak ön plana çıkıyordu. Suudi Arabistan’ın ana silah tedarikçileri ise yine uzun yıllar ABD, İngiltere, Fransa, Almanya olarak yer alıyordu. Son yıllarda ise gerek bölgesel gelişmeler gerek Türkiye’nin savunma sanayiinde elde ettiği başarı ülkelerin savunma harcamalarında Türkiye’ye ve Türk şirketlere öncelik vermesinin ana nedeni hâline geldi. Dolayısıyla bu gelişmeler hem bölgesel hem de küresel alanda çeşitli yankılar da buldu.
ABD basını, Suudi Arabistan’ın Türkiye ile olan askeri iş birliğini ABD’ye bağımlılığı azaltma çabası olarak yorumluyor. Suudi Arabistan’ın Türkiye ile geliştirdiği askeri iş birliği, ABD basınında dikkat çeken bir konu olarak, çeşitli yorumlara neden oldu. Özellikle, Suudi Arabistan’ın ABD yapımı F-35 savaş uçakları yerine Türkiye’nin KAAN savaş uçaklarına ilgi göstermesi, ABD’nin bölgedeki stratejik etkisini azaltabileceği yönünde değerlendiriliyor. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nden (CSIS) Orta Doğu uzmanı Anthony Cordesman, “Eğer Suudi Arabistan Amerikan F-35 yerine Türk KAAN’ı seçerse, bu durum Washington’a krallığın alternatif tedarikçilere yönelmeye istekli olduğuna dair net bir mesaj iletecektir. Bu, bölgedeki ABD etkisini azaltabilir” ifadelerini kullanıyor.
İki ülke arasındaki anlaşmaları bölgesel iş birliği ve askeri modernizasyon perspektifinden değerlendirebiliriz. Türkiye ile savunma iş birliğinin, Suudi Arabistan’ın yerli üretim kapasitesini geliştirme ve Körfez’deki askeri caydırıcılığını artırma stratejisinin bir parçası olduğunu düşünebiliriz. Bu durum Suudi Arabistan’ın savunma harcamalarının bölgesel silahlanma yarışını artırabileceği ve diplomatik çözüm arayışlarını zorlaştırabileceği yönünde değerlendirmeleri de beraberinde getiriyor. Diğer yandan, yerli üretimi artırma çabaları, ekonomik çeşitlendirme hedefleri doğrultusunda olumlu bir gelişme olarak da görülebilir. Suudi Arabistan’ın savunma sanayiine yaptığı büyük yatırımlar, yalnızca askeri değil, ekonomik ve diplomatik yönleriyle de dikkatle izleniyor.
Türkiye ile artan iş birliği, Suudi Arabistan’ın ABD’ye olan bağımlılığını azaltma ve askeri kapasitesini çeşitlendirme stratejisinin bir parçası olarak okunmalı. Önümüzdeki yıllarda, bu iş birliğinin bölgesel dengeleri nasıl etkileyeceği ve Orta Doğu’daki güvenlik mimarisine nasıl yön vereceği merakla takip edilecek konular arasında yer alıyor.