6 Aralık 2024 tarihinde Esed rejiminin devrilmesi, yalnızca Suriye’yi ilgilendiren bir iç mesele olmanın ötesine geçerek, bölgesel güç dengelerini sarsan ve uluslararası politikayı yeniden şekillendiren bir dönüm noktası olarak tarihe geçti. Suriye’de yıllardır süregelen otoriter yönetimin son bulması, domino etkisiyle bölgedeki aktörlerin pozisyonlarını gözden geçirmesine ve yeni stratejik hesaplamalar yapmasına yol açtı.
Bu gelişmenin hemen ardından Rusya’nın Suriye’den geri çekilmesi ve İran’ın ciddi bir jeopolitik hezimet yaşaması, bölgedeki iktidar boşluğunu gözler önüne serdi. Uluslararası ilişkiler teorisinde sıkça dile getirilen “iktidar boşluk kabul etmez” prensibi, Suriye örneğinde bir kez daha doğrulandı. Bu boşluğu doldurmak için ortaya çıkan iki ana aktör, yeni Şam yönetimi ve Türkiye oldu. Yeni Şam yönetimi, devrim sonrası hızla meşruiyet arayışına girerken, Türkiye hem güvenlik kaygılarını gidermek hem de bölgesel istikrarı tesis etmek amacıyla Suriye’deki varlığını daha da derinleştirdi.
Ancak, Suriye’nin yeni döneminde istikrarı tehdit eden en önemli sorunlardan biri, yıllardır bölgede şekillenmekte olan terör ilişkilerinin yeni bir boyut kazanması oldu. Özellikle İsrail ile PYD/YPG terör örgütü arasında gelişen stratejik ittifak, yalnızca Suriye’nin yeniden inşa sürecini değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik mimarisini de tehdit eder hâle geldi.
İsrail Güvenliği İçin PYD/YPG
ABD ve Batılı devletlerin uzun yıllardır PYD/YPG terör örgütüne sağladığı destek, bölgesel dinamikler ve jeopolitik çıkarlar açısından derinlemesine analiz edilmesi gereken bir başlık olarak öne çıkmaktadır. Bu desteğin temelinde birkaç stratejik saik yer almaktadır: PYD/YPG’nin Suriye topraklarında petrol rezervlerinin %70’ini ve stratejik su kaynaklarını kontrol etmesi, DEAŞ’lı teröristlerin tutulduğu cezaevleri üzerinden Batı’ya “gardiyanlık” hizmeti sunması ve ABD’nin sahadaki vekil gücü olarak hareket etmesi, bu desteğin somut tezahürleri olarak değerlendirilmektedir. Asıl önemli olan ise İsrail’in bölgesel güvenlinin sağlanması için verilen çaba olmuştur.
İsrail’in terörizme kaçan mevcut saldırgan dış politikası, Suriye eksenine daha da odaklanmaya başladı. Esed rejiminin düşüşü ile birlikte İsrail, Suriye’nin güneyine işgalci unsurlarını konuşlandırdı. Esed rejimine ait ağır mühimmat depolarını bombaladı. PYD/YPG’ye olan desteğini aleni şekilde güçlendirdi. Hatta ‘Türkiye’nin yarattığı zorluklara’ karşı savunma bütçesini artırmayı bile gündemine aldı. Önce Gazze, Lübnan, Suriye işgalleri derken İsrail artık Türkiye’ye yönelik politika kapsamında önleyici adımlar atılması gerektiğini tartıştı.
Nagel Komitesi Raporu
Nagel Komitesi, İsrail’in ulusal güvenlik stratejilerini belirlemek için kurulmuş bir danışma organı. Yayımlanan raporlar, hükümet yetkilileri ile paylaşılmakta ve İsrail politikalarının oluşturulmasında önemli bir yere sahip. Bu komite yeni Şam yönetiminin yanında yer alan Türkiye’ye yönelik ciddi kaygıların olduğunu Netanyahu’ya rapor şeklinde sundu. Raporda “Türkiye’nin Osmanlı dönemindeki nüfuzunu geri kazanma hırsının İsrail ile gerilimin artmasına ve muhtemelen çatışmaya dönüşmesine yol açabileceği” ve “Suriye’den gelen tehdit İran tehdidinden bile daha tehlikeli bir hâl alabilir” denilmekteydi. Raporu okuyan Netanyahu ise “İran uzun zamandır en büyük tehdidimizdi ancak arenaya yeni güçler giriyor” dedi. Burada elbette işaret edilen yeni güç Türkiye idi. Asıl kritik nokta ise İsrail’in Türkiye’ye karşı silahlandırılmasının önerilmesi idi. İsrailli hükümet üyelerinin masalarına konulan bu dosyada “Türkiye’nin yarattığı zorluklarla” mücadele edilebilmesi ve hatta “Türkiye ile olası bir savaşa” hazırlıklı olunması çağrısında bulunuldu. Bu çağrı savunma sanayi bütçesinin artırılması (5 yıl içinde yıllık ek 4,14 milyar dolara), ilave savaş uçakları, İHA’lar, uydular ve füze sistemleri alınması gibi bir dizi önlemi de içeriyordu.
Bu rapor her ne kadar Türkiye ile savaşmaya hazırlanan bir İsrail varmış gibi gösterse de İsrail’in Türkiye’ye doğrudan askeri bir karşılık vermeyeceği ve veremeyeceği ortadadır. Peki Türkiye’ye karşı İsrail nasıl bir hamle geliştirecek? Aslında bu sorunun cevabını teşkil eden Siyonist politika, on yıllardır Türkiye’nin direncini kırmak ve Türk dış politikasına yön vermek istiyordu. Bunu da PKK terör örgütü üzerinden yapıyordu. Şimdi de PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG üzerinden aynı senaryo işletilmeye çalışıldı.
Nitekim Suriyeli Muhaliflerin Şam’ı ele geçirmesinden bir gün sonra (9 Aralık 2024), İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar “Suriye’de Kürtlere saldırı olması hâlinde İsrail, Kürtleri savunmak için müdahale edebilir” tehdidinde bulunmuştu. İsrail basını (Haaretz) da “İsrail, Kürtleri hayatta kalma mücadelelerinde yalnız bırakmamalı” manşetleri atmıştı. Hatta İsrail’in ABD lobisindeki gücünü kullanarak Türkiye’ye baskı uygulaması, ABD’nin Suriye’den çekilmemesinin sağlanması, İsrail’in PYD/YPG’ye istihbarat, siber savaş ve savunma teknolojileri konusunda yardımda bulunması da yine İsrail gazetelerinde yazılan ve uluslararası gündeme düşürülen açıklamalardan olmuştu. PYD/YPG’nin sözde kurucularından olan Salih Müslim de “İsrail’in duruşu doğrudur.. Sözlü desteğin ötesinde pratik önlemler de bekliyoruz” demişti.
Dışişleri Bakanı Fidan ise yeniden ABD başkanı seçilen Trump’ın Suriye’deki matematiği gördüğünü söylemişti. Fidan, Suriye’deki ABD varlığının ulusal çıkarlarından daha çok başka aktörlerin çıkarlarını öncelediğini ifade etmişti. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Amerika’nın bölgedeki terör örgütlerini kendi çıkarları ve İsrail’in güvenliği için kullandığı artık bilinen bir gerçek” diyerek işaret edilen aktörün İsrail olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Dolayısıyla Trump döneminde ABD’nin Suriye politikası belirsizliğini korurken, Rusya ve İran sahadan çekilmişken, PYD/YPG daha fazla İsrail desteğine muhtaç kalmıştır.
PYD/YPG için Yolun Sonu
İsrail, PYD/YPG’ye desteğini artırmış olmasına rağmen örgüt için yolun sonu görünmektedir. Hem Türkiye hem de yeni Şam yönetimi PYD/YPG’nin tamamen ortadan kaldırılması konusunda son derece kararlı hareket etmektedir. Örgütün ortadan kaldırılması Suriye içerisinde istikrarlı bir yönetimin kurulabilmesi sağlanacaktır. Bunun yanında İsrail’in taşeron olarak kullandığı ve Kürt kimliğini istismar ederek Türkiye, Irak, Suriye ve İran’a karşı terör faaliyetlerinde kullanılan PYD/YPG’den kaynaklanan güvenlik kaygıları da dindirilmiş olacaktır. İsrail için ‘doğal müttefikimiz’ dediği PYD/YPG’den kopmak elbette zor olacaktır. Lakin İsrail hem Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım hem de Hizbullah ile giriştiği savaş neticesinde askeri anlamda oldukça zayıfladı. Türkiye ile boy ölçüşemeyecek bir askeriyesinin olmasının yanı sıra, dört bir yandan çevrelenmiş PYD/YPG için operasyonel bir kapasitesinin de sahada bir karşılığı bulunmuyor.
Ayrıca Suriye’deki yeni şartlar, PYD/YPG’nin tasviyesi konusunda oldukça net. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile yeni Şam yönetimi lideri Ahmed eş-Şara’nın ortak basın açıklamasında ‘PYD/YPG’ye Suriye’de kesinlikle yer olmadığı’ ve ‘örgütün bir an önce kendisini feshetmesi gerektiği’ açıkça vurgulanmıştır. Yeni dönemde PYD/YPG’nin sözde lider kadrosu Suriye’yi terk edecek ve örgüt ortadan kalktığını açıklayacaktır. Aksi durumda hem Türkiye hem de yeni Şam yönetimi kararlılığını sürdürerek askeri operasyon yapabileceğini dile getirmektedir.
Böylelikle İsrail’in PYD/YPG’yi bir vekil aktör olarak kullanarak bölgesel güvenliğini sağlama stratejisi ciddi oranda zarar görmüş olacak. Eğer Esed rejimi Muhalifler tarafından değil de PYD/YPG tarafından devrilseydi, bugün İsrail stratejisi için çok daha farklı şeyler konuşulabilirdi. Lakin Suriyeli Muhaliflerin zamanlaması ve hızla Esed’in devrilmesi, İsrail ile PYD/YPG ittifakını stratejik bir çöküşe sürükledi.