Suriye Ekonomisi Nasıl Ayağa Kalkabilir?

Krizi Fırsata Çevirmek

8 Aralık 2024, hem Suriye hem de Orta Doğu açısından bir milat teşkil ediyor. 61 yıllık Baas rejiminin tuzla buz olduğu, 54 yıllık Esed zorbalığının nihayet sona erdiği Suriye’de gelecek planları şimdiden kurgulanmaya başladı. Orta Doğu ülkeleri de Suriye’deki gelişmeleri oldukça yakından takip ediyor ve önümüzdeki günlerde ülkede neler yapılabileceği gündemin ana maddesi. Sadece bölge devletleri değil, Suriye iç savaşı süresince bölgeyi istikrarsızlaştıran ve kolunu dahi kıpırdatmayan Batılı aktörler de hazırlanacak Suriye pastasından bir pay alabilmek için kollarını sıvamış bekliyorlar. Bu yazıda, Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde en önemli parametrelerden biri olan ekonomik kalkınma ve sosyal refaha nasıl erişebileceğini ve bu süreçte başta Türkiye olmak üzere diğer aktörlerin Suriye’nin bu yolculuğuna nasıl katkıda bulunabileceğini değerlendireceğim.

Esed’in Tahakküm Perdesini Aralamak

15 Mart 2011’de başlayan gösteriler, Esed ailesi ve zorbalık rejimlerinin dayanılmaz bir noktaya geldiğini uluslararası kamuoyu tarafından görülen ilk an oldu. Bu süreçte Türkiye, başta Beşar Esed olmak üzere Suriyeli bürokratlara reform çağrılarında bulundu ancak Suriyeli hiçbir mercii, Türkiye’nin bu dostane çağrısına maalesef karşılık vermedi. Halkın Esed’e “artık yeter” demesinin arkasında Batı’nın sözde bahar olarak nitelendirdiği “Arap Kışı”nın getirdiği iklim yatıyor denilse de halk hareketlerinin başladığı ilk günden bugüne kavgaların arkasındaki temel sebeplerden biri olan ekonomik nedenlerden ötürü çıktı. Anlaşmazlığın merkezindeyse su kaynaklarının dağılımı yer almaktadır.

Grafik-1: Yıllık Düşen Yağış Miktarı, Uzun Dönem Ortalaması, 1999 – 2010

Kaynak: FAO.

Valiliklere göre yağış miktarına baktığımızda, Suriye’de üç bölgede yağışların diğer bölgelere göre neredeyse değişmediği ve nitekim başta sulama olmak üzere altyapı yatırımı gerektirdiği görülmektedir.

Grafik-2: Eyaletlere Göre Nüfus, 1 Ocak 2011, Bin Kişi

Kaynak: Merkezi İstatistik Bürosu – Central Bureau of Statistics of Syria / CBSS.

2011’de patlak veren iç savaşa baktığımızda Halep’in direnişin kalbi, Rakka ve İdlib’in de Esad’a karşı direnişin sembol şehirleri olduğu karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle diyebiliriz ki Esed’in bu üç şehre yapılması gereken altyapı yatırımlarını yapmaması ve düşen yağış miktarının diğer şehirlere göre düşük kalması, bu illerde hoşnutsuzlukları güçlendirmiştir.

Grafik-3: Valiliklere Göre Hane Geliri ve Gelir Yetersizliği, Mart 2012

Kaynak: Uluslararası Para Fonu – IMF.

Grafik 3’te de görüldüğü üzere, Halep ve Şam gibi Suriye’nin ekonomik hayat damarlarının kırsal bölgeleri, ayrımcılık ve sosyal statü gibi saikler sebebiyle ekonomik açıdan ölüme terk edilmiştir. Nitekim, Esed’in zulmüne başkaldırının merkezleri, nüfuslarına oranla gelir yetersizliğinin en yüksek görüldüğü valilikler olmuştur. Savaş öncesi dört milyondan fazla bir nüfusa ev sahipliği yapan ve Suriye’nin ticaret merkezi olarak bilinen Halep’in, Suriye ekonomisine katkısı diğer şehirlere göre fazla olsa da hane başına düşen gelirdeki düşüklük, kent/kırsal farklılığını noktasında endişeleri akla getirmektedir. Nitekim Suriye’deki iktisadi tablo, halk hareketlerini de tetiklemiştir. Esed’in mezhepçi politikaları ve siyasete katılım şöyle dursun, politik istismarı söz konusu “değişim” arzusunu daha da kuvvetlendirmiştir.

Esed Rejimi Suriye’ye Ne Kadar Zarar Verdi?

Savaş öncesi, oldukça genç ve dinamik 20 milyonluk bir nüfusa sahip olan Suriye’de, Esed rejiminin yıkıntıları kestirilmeye çalışılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’deki güncel duruma ilişkin yaptığı açıklamalarda, ilk etapta en az 500 milyar dolarlık bir yardım paketinin Suriye’nin yeniden ayağa kaldırılması için gerekli miktar olduğunu dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemini uydu fotoğrafları da doğrular niteliktedir.

Görsel-1: Halep Şehir Merkezi Uydu Görüntüleri, 2009 – 2024

Kaynak: Google Earth.

İlk fotoğrafa baktığımızda, şehir merkezinin çevrede yer alan tarımsal alanlarla bağlantılı olduğu ve şehrin kendisini besleyen bölgelerle irtibatının hem ana yollar hem de tali yollar üzerinden sağlandığı açıkça görülmektedir. İkinci resme baktığımız zaman, yerleşim yerlerinin varlığına dikkat çekebilmemiz için daha da yakınlaşmamız gerekmektedir. Görüldüğü üzere, tarımsal alanlar 2024 itibarıyla neredeyse yok olma durumuna gelmiştir. İlaveten, şehir merkezinde yaşamın uygun olduğu ve bağlantısallık açısından elverişli görülen bölüm, şehrin kuzeybatısında kalan iş hanları çevresi olarak dikkat çekmektedir. Şehir merkezleri kıyaslandığında, 2009’a oranla neredeyse yüzde ellilik bir yıkım karşımıza çıkmaktadır.

Görsel-2: Halep’in Ağlayan Duvarları

Görsel-3: Şam Şehir Merkezi Uydu Görüntüsü, 2009 – 2024

Şam’daki durum yerleşim yeri açısından bakılırsa Halep’e göre daha kötü ancak gelecek için daha umutvari senaryoları da beraberinde getiriyor. Uydu görüntülerinde dikkatimizi çeken ilk husus, Şam diye bir şehrin meskun mahal açısından artık var olmaması. Esed rejiminin başkentinde konut stoğu olarak sadece başkanlık sarayının çevresi ve büyük meydanların kenarları kalmış durumda. Şehir merkezindeki moloz gibi görünen alanlarsa 13 yıl boyunca Esed ekonomisinin getirdiği yağma kültürünün ürünleri olan hayalet mahalleler.

Görsel-4: Şam’daki Hayalet Mahalleler

Tarımsal alanların dağılımına bakıldığında da şehir merkezi yakınında maalesef şehri besleyebilecek ya da hava kalitesini artırabilecek hiçbir yeşil alanın kalmadığı görülüyor. Şam şehir merkezinin dışında noktalar hâlinde görülen yeşillikler ise o zorlu 13 yıl boyunca ayakta kalabilmeyi başarabilen ailelerin besin kaynağı olarak muhafaza edilen tarlalar. Şam’ı Halep’e göre avantajlı konuma getiren husus ise çevreyolları ve havalimanının iç savaş boyunca muhafaza edilebilmesinden ileri geliyor. Savaş öncesi Şam’a göre bugünün Şam’ı yerle yeksan olsa da uluslararası bağlantıların yeniden tesis edilebilmesi için gerekli materyal zemine sahip durumda.

Görsel-5: Şam Kırsalı

Görsel-6: Humus Şehir Merkezi Uydu Görüntüleri, 2009 – 2024

Kaynak: Google Earth.

Halep ve Şam’a göre Humus’un bir vaha olarak karşımıza çıktığını iddia etmek çok da yanlış olmasa gerek. Savaş öncesi durumuna göre daha gelişmiş tek şehrin Humus olduğu gerçeği uydu görüntüleri ile de doğrulanıyor. Savaş yılları boyunca geçiş noktası olması ve 2011 ayaklanmasında Esad rejimine baş kaldırmayan Humus halkı, konut stoğunu muhafaza etmenin ötesinde ana yol ve tali yolları daha da geliştirerek şehrin aktif kullanım alanını artırmışa benziyor. Şehrin doğusunda yer alan tarım arazilerinin ıslahı ve modern sulama ağının kurulması sonrası Humus yeni bir ekonomi merkezi olarak ön plana çıkıyor. Şehrin batısına kurulan tarım sanayii ve eski tip tezgahlarla beraber sanayii üretimi de artan Humus’un önündeki en büyük engel, sanayinin ihtiyaç duyacağı elektrik ve kanalizasyon altyapısına sahip olamaması. Ancak iyi düzenlenmiş bir kalkınma planı Humus’un çehresini tamamen değiştirebilir.

Kara Bulutların Ardından Yeni Suriye’yi Düşünmek

Veriler ve uydu görüntüleri Suriye’nin geleceği hakkında olumsuz düşüncelerin zihinlerimize yer etmesine sebep oluyor. Ancak bu görüntüler ne kadar kara bulut gibi hayal dünyamıza çökse de Albert Einstein’ın “her krizin ortasında büyük bir fırsat yatar” sözünü hatırlamamız gerekiyor.

Tablo-1: Suriye’nin İhracat-İthalatına Konu Olan Ürünler, 2010
Ürünler İhracat Ürünler İthalat
Petrol ve Türevi Ürünler 47% Makine ve Ekipman 16%
Tekstil 12.20% İşlenmiş Madenler 13.70%
Tarımsal Ürünler 8.31% Demir & Çelik 11%

Kaynak: Observatory of Economic Complexity – OEC.

Savaş öncesi Suriye, yukarıdaki ürün gruplarına bakıldığında, “Hollanda Hastalığı[1] olarak tanımlanan bir ekonomik döngüye girmiş durumdaydı. Başta Deyrizor ve Rakka’daki petrol üretim sahalarından elde edilen gelir, Esed rejimi ve yakın çevresinin ülkede güç devşirmesine sebebiyet veriyor ve totaliter bir yapının kurulmasına zemin hazırlıyordu. Bu ekonomik yapı, ülkede orta sınıfın ortaya çıkamamasına ve dolayısıyla demokrasiye saygılı bir yönetim anlayışının ülke genelinde etkili olamamasına neden oluyordu.

54 yıllık Esed rejiminden nihayet sıyrılan Suriye için, en az 500 milyar ABD doları olarak zikredilen ekonomik enkaz dahi, Esed’in gitmiş olmasının getirdiği uzun dönemli ekonomik faydanın sağlayacağı refah ve kalkınma açısından çok da bir önem arz etmiyor. Bu denli bir enkazın Suriye için kısa vadede getireceği sınamaları atlatabilmesi için dört bir yanı kapsayan bir kalkınma planının derhal faaliyete geçirilmesi gerekiyor.

Güvenliğin ve toplumsal mutabakatın sağlanmasının ardından yapılması gereken ilk iş, ülkede konut stoğu ve altyapı açısından görece muhafaza edilmiş olan alanlar arasında bağlantısallığın artırılması olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada, Humus ve Hama başta olmak üzere yerleşilebilir alanlara sanayi açısından verimli iş gücünün yerleştirilmesi, imalat endüstrisinin unsurlarının bir an evvel yerleşim alanlarına yakın bölgelere kurularak yerleşim bölgeleriyle endüstriyel alanlar arasındaki raylı altyapının sağlanması gerekiyor.

Savaştan yorgun çıkmış Halep ve Şam için de ekonomik fırsatlar bulunuyor. Halep açısından değişen küresel tedarik zincirlerinin merkezinde yer alma fikri, başta Türkiye olmak üzere bölge devletleri tarafından ele alınması gereken bir mesele. Osmanlı döneminde kurgulanan Hicaz Demiryolunun güncel versiyonunun hayata geçirilmesi, Arap Yarımadası ve Avrupa arasında Halep’in bir köprü vazifesi görmesini sağlayabilir. Esed devrilmeden önce dahi Çin’in bölgeye duyduğu ekonomik ilgi ve Esed sonrası “toprak bütünlüğüne haiz” bir Suriye’nin destekleneceği açıklaması da Çin’in Halep’e ve Suriye’ye atfettiği önemin bir yansıması. Nitekim, bu büyük pastadan Avrupa da bir pay almak istiyor. Esed gider gitmez Paris’ten, Berlin’den ve Brüksel’den Al Şara önderliğinde yeni kurulan hükümete verilen desteği “demokrasinin güçlenmesi” kılıfını bir kenara bırakarak değerlendirmek gerekiyor. Levant bölgesi, başta Fransız ve İtalyan şirketler olmak üzere AB açısından çok önemli bir konumda. Doğu Akdeniz’deki potansiyel hidrokarbon yatakları düşünüldüğünde, AB için Suriye’nin istikrara kavuşması oldukça mühim.

Uydu görüntülerinden gördüğümüz üzere Şam, geçmişin ağırlıklarını savaşın vahşetiyle bir kenara bıraktı. Şam, artık bir idari ve finans başkenti olarak Orta Doğu’nun önemli merkezlerinden biri hâline gelebilir. Bu noktada, Ahmet Al Şara hükümeti ile Suudi Arabistan arasındaki yakın ilişkiler, Suudi finansal araçlarının Şam’da etkin bir biçimde kullanılmasına yardımcı olabilir.

Yeni Suriye, eğer yeniden imar edilecekse bu süreçteki en önemli aktör Türkiye olacak. Ne Suudi Arabistan’ın ne de Körfez ülkelerinin Suriye’ye tecrübe paylaşımı ve teknoloji aktarımı yapabilecek kapasiteleri bulunuyor. Suriye için en hayati mevzu, altyapının yeniden tesis edilmesidir ve bu noktada dünyanın en tecrübeli şirketleri, Türk taahhüt firmalarıdır. Kalkınma yardımlarının verimliliği açısından bakıldığında, TİKA’nın performansı, USAID ve Fransız Kalkınma Ajansı dahil olmak üzere diğer ajanslara göre pozitif ayrışıyor. Bu noktada, Suriye’de tarıma uygun arazilerin ıslahı, elektrifikasyon ve mesleki eğitim programları açısından TİKA’ya çok fazla iş düşüyor. İlaveten, Al Şara hükümetindeki isimlere bakıldığında, kamu tecrübelerinin o kadar da fazla olmadığı göze çarpıyor. Yeniden imar sürecinde, başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere altyapı ve kalkınma bankalarıyla yapılacak müzakerelerde, T.C. Dışişleri Bakanlığı ve T.C. Ticaret Bakanlığı’nın engin tecrübesi, Suriye için bir deniz feneri mahiyetinde.

Sonuç

Suriye, tarihinin en zorlu döneminden geçerken bu süreçte karanlık tablolar arasında parlayan umut ışıkları da belirmektedir. 54 yıllık Esed rejiminin sona ermesiyle başlayan yeni dönemde, Suriye’nin yeniden imarı ve halkın refah düzeyinin yükseltilmesi büyük bir sorumluluk ve iş birliği gerektiriyor. Ancak bu zorlu süreç, yalnızca krizleri fırsata çevirebilen güçlü bir irade ve doğru stratejilerle başarıya ulaşabilir.

Ekonomik enkazın büyüklüğü, uydu görüntüleriyle açıkça ortaya konulmuş durumda. Bu enkazın temizlenmesi ve yeni Suriye’nin inşası, yerel kaynakların yanı sıra bölgesel ve uluslararası aktörlerin iş birliğini gerektiriyor. Özellikle Türkiye, gerek tecrübesi gerek altyapı ve kalkınma projelerindeki etkinliğiyle bu süreçte kilit bir rol oynamaya aday. TİKA’nın tarım ve eğitim projeleri, Türk taahhüt firmalarının altyapı çalışmaları ve Türk dış politikasının rehberliği, Suriye’nin geleceği için önemli mihenk taşları olacaktır. Bununla birlikte, Suriye’nin önündeki en büyük engellerden biri, terör örgütlerinin gasp ettiği toprakların temizlenmesi ve toplumsal mutabakatın sağlanmasıdır. Güvenlik, istikrar ve birlik olmadan sürdürülebilir kalkınma mümkün olmayacaktır.

Sonuç olarak, Suriye’nin kaderi, sadece fiziksel bir yeniden inşa sürecinden ibaret değildir. Bu süreç, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi bir yeniden doğuşun başlangıcıdır. Bölge halkları ve uluslararası toplum, bu yeniden doğuşun bir parçası olmalı ve Suriye’nin kaderini daha aydınlık bir geleceğe taşımak için ellerinden geleni yapmalıdır. Suriye’nin önündeki uzun ve ince yolda Türkiye’nin desteği, bu yolculuğun en sağlam dayanak noktalarından biri olmaya devam edecektir.

Dipnotlar:

[1] Hollanda hastalığı, bir ülkede doğal kaynakların keşfiyle birlikte, diğer sektörlerin (örneğin sanayi ve tarım) rekabet gücünün azalması durumudur. Bu durum, ekonominin doğal kaynaklara bağımlı hale gelmesine ve uzun vadede büyüme potansiyelinin zayıflamasına yol açmaktadır. Söz konusu tabir adını 1960’larda Hollanda’da doğal gaz rezervlerinin keşfi sonrası yaşanan ekonomik sorunlardan almıştır.

Salih Kaya, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü doktora adayıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu