Suriye’nin Geleceği ve Suriye Kürtleri

Giriş

Suriye devrimi, Suriye’deki çeşitli etnik, dini ve mezhepsel topluluklar açısından farklı bağlam ve boyutlarda algılanmış ve bu doğrultuda belirli tutumların gelişmesini beraberinde getirmiştir. Devrim öncesinde, Esed rejimine yönelik farklı pozisyonlar alan etnik, dini, mezhepsel topluluklar ve bu topluluklar içerisinde yer alan farklı alt grup ve yönelimler, devrimin ardından söz konusu pozisyonlarını revize etme gerekliliği ile karşı karşıya kalmışlardır. Suriye sahasında oluşan yeni gerçeklik, tüm aktörler açısından pozisyon, taktik ve strateji bağlamında yeni perspektiflerin geliştirilmesini zorunlu kılarken bu durum en yoğun biçimde söz konusu topluluklar ve alt gruplar açısından hissedilmiştir.

Bu bağlamda, özellikle etnik topluluklar, Suriye’de devrim sonrası yeni süreçte, Esed döneminden farklı olarak yeni bir gelecek vizyonu inşa etme arayışında bulunmaktadırlar. Bu arayış sürecinde, ilgili etnik topluluk bünyesinde gelişen siyasi hareketler ve yönelimlerin her biri kendi öznel gelecek tasavvurunu idealize etmekte ve ilgili etnik topluluğun gelecek projeksiyonu adına ön plana çıkarmaktadır. Bu durum Suriye devriminin ardından en somut şekilde Suriye Kürtleri örneğinde gözlemlenmektedir. Suriye Kürtleri, devrim sonrası süreçte, Esed rejimi döneminde karşı karşıya kaldıkları baskı ve kimlik reddine karşılık, kimlik haklarının teminat altına alınması, güvenlik, refah ve kalkınmanın sağlanması gibi bir dizi sosyo-ekonomik ve sosyo-politik amaç ve gereksinime sahiptirler. Bu çerçevede, Suriye’de Kürt siyasi hareketleri ve oluşumlarının her biri, Suriye Kürtlerinin söz konusu amaç ve gereksinimlerinin karşılanması bağlamında kendisine öncü bir konum atfetmeye çalışmakta, kendi gelecek perspektifini Suriye Kürtlerinin tümünü kapsayacak biçimde sunmaktadırlar. Bu durum, Suriye Kürtlerinin, devrim sonrası süreçte gelecek arayışının, özelde Suriye, genel düzeyde ise bölgesel açıdan ortaya çıkarabileceği etkilerin değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Suriye Kürtleri: Siyasi Hareketler ve Ekoller

Suriye’de Araplar ve Türkmenler ile birlikte en önemli yerleşik halklardan bir tanesi olan Kürtler, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son 200 yılında, Suriye’nin kuzey bölgelerinde yoğunlaşmışlar ve bu bölgede iskân olmuşlardır. Kısmi olarak Şam, Rakka ve Deyrizor bölgelerinde de yaşayan Suriye Kürtleri açısından Ayn El Arab, Haseke ve Kamışlı bölgeleri tarihsel olarak en önemli yerleşim alanları niteliğine sahip olmuşlardır. Bu durum Suriye Kürtlerinin, 20.yüzyılın başlarından itibaren geliştirdikleri siyasi hareketler bağlamında da kendisini göstermiş, söz konusu bölgeler Suriye Kürt siyasi hareketlerinin merkez alanları olmuştur.

Suriye’de Kürt siyasi hareketlerinin tarihi incelendiğinde, Osmanlı İmparatorluğu sonrası Fransız mandası döneminde ilk ve öncül hareketlerin ortaya çıktığı görülebilmektedir. Özellikle, 1930’lu yılların başından itibaren, farklı coğrafyalarda da faaliyet gösteren Hoybun hareketinin Suriye Kürtlerini de etkilemesi bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Hoybun hareketi, Suriye Kürtlerine yönelik olarak muhafazakâr-milliyetçi bir çizgide kimlik inşası ve kültürel propaganda ve doktrinasyon doğrultusunda faaliyet gösterirken aynı zamanda Suriye Kürt siyasi hareketleri içerisinde yer alan ekollerden bir tanesinin de prototipi ve önceli olmuştur. Bununla birlikte, Hoybun hareketini takiben “Kürt-Hristiyan Özerklik Hareketi” ve “ikinci büyük Kürt hareketi” olarak tanımlanan “Suriye Komünist Partisi” de yine bu dönemde kurulmuş ve faaliyet göstermeye başlamıştır. Söz konusu hareketler, Hoybun hareketinin yarattığı milliyetçi siyasi ekol karşısında sol-seküler bir siyasi ekolün oluşumunu da sağlamıştır.

Görsel-1: Suriye’de Kürtlerin Yaşadığı Bölgeler

Kaynak: MepaNews

1946 yılı sonrasında, Suriye’de Fransız mandasının sona ermesi, Suriye’de askeri darbeler ve cuntalar döneminin başlaması ve BAAS düşüncesinin Suriye devlet aygıtına hâkim olmaya başlaması Suriye Kürt hareketi açısından ikili bir sonuç ve etki yaratmıştır. Buna göre, 1950’li yıllarda, BAAS ideolojisiyle şekillenen Suriye devlet aygıtı, Suriye Kürtlerini “iç tehdit” olarak konumlandırmaya ve asimilasyonist politikaların ilk örneklerini uygulamaya başlarken, diğer yandan teşkilat yapısında Suriye Kürtlerinin etkili olduğu Suriye Komünist Partisi ve BAAS partisi arasında iş birliği gerçekleştirilmiştir. Bu strateji, BAAS ideolojisinin, Suriye Kürtlerini etkileyen milliyetçi anlayışın sol-sosyalist ideoloji içerisinde etkisizleştirilmesi ve muhafazakâr-milliyetçi siyasi hareketlerin oluşturmaya çalıştığı etnik kimlik bilincinin baskılanmasını esas almıştır. Bu amaçla Suriye devlet aygıtı, bir yandan Suriyeli Kürtlere yönelik asimilasyonist politikalar uygularken diğer yandan etnik kimlik bilincini sosyalist-enternasyonalist bilinç ile ikame etmeye çalışmıştır.

Bu sürece yönelik başat meydan okuma ise 1957 yılında Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye’nin (KDP-S) kuruluş ilanıyla gelmiştir. KDP-S, Suriye Kürt siyasi hareketleri içinde milliyetçi-muhafazakâr ekolün mirasını devralarak Irak ve İran tecrübelerini Suriye sahasına ve Suriye Kürtlerine taşıma stratejisi izlemiştir. KDP-S’nin kuruluşundan itibaren Suriyeli Kürtleri ideolojik açıdan etkilemesi ve ivme kazanması, 1960’lı yıllardan itibaren BAAS’çı yapının Suriyeli Kürtlere yönelik tehdit algılamasını yoğunlaştırmıştır. Bu durum, 1970 yılı itibarıyla Esed diktatörlüğünün inşası sonrasında, KDP-S’nin örgütsel anlatısı ve kültüründe temsil ettiği ve Suriyeli Kürtler açısından kimliğin en önemli parçası olan Sünnilik gerçeğinin de etkisiyle Suriyeli Kürtlere yönelik daha sert ve dışlayıcı politikaların uygulanmaya başlanmasına neden olmuştur. Suriyeli Kürtlerin anayasal olarak vatandaş kabul edilmemesi, asimilasyon stratejisi ve kimliksizleştirme uygulamaları bu sürecin en fazla ön plana çıkan uygulamaları olmuştur. Bu durum KDP-S’yi örtülü ve gizli faaliyetlere, Irak merkezli çalışmalara odaklanmıştır.

Şekil-1: Suriyeli Kürtlerin Sosyo-Politik Süreçleri ve Dönüm Noktaları

Buna karşın, BAAS stratejisi ve Esed diktatörlüğü, Suriyeli Kürtlere ve milliyetçi-muhafazakâr siyasi ekolün temsilcisi KDP-S’ye yönelik baskılarını genişletirken diğer yandan, Suriyeli Kürtlerin sol-sosyalist siyasi ekole yönelimini de teşvik etmiştir. Bu süreçte, Bekaa Vadisi bir merkez konumunda yer almış, Filistin davasına destek sunmak adına bu bölgede bulunan sosyalist gruplar ve silahlı örgütlere faaliyet ve etkinlik alanı tesis edilmiştir. Bu çerçevede Suriyeli Kürtlerin söz konusu gruplara entegre hâle gelmesi de Esed diktatörlüğünün stratejik yaklaşımlarından bir tanesi olmuştur. Söz konusu stratejik yaklaşım birkaç farklı boyutta rejimin Suriyeli Kürtlere ilişkin pasifizasyon ve araçsallaştırma arayışının izlerini ortaya koymuştur.

Şekil-2: Suriye Kürt Siyasi Hareketlerinde Ekoller ve Temsilcileri

Buna göre, söz konusu stratejik yaklaşım ilk olarak Suriyeli Kürtlerin sol-sosyalist örgütlere yönelimlerinin sağlanması ile birlikte milliyetçi-muhafazakâr siyasi ekolün etkisizleşmesini hedeflemiştir. Bununla birlikte, Suriyeli Kürtlerin söz konusu örgütlere katılımlarıyla birlikte, siyasi hedef odağının Suriye’den Filistin’e kayması, siyasi hareket dinamizminin bu sahaya yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Son olarak, rejimin stratejik yaklaşımı çerçevesinde, Suriyeli Kürtlerin, Esed rejiminin de desteği ile faaliyet gösteren sol-sosyalist örgütler içinde bir etkinlik tesis etmesi ve örgütsel bir güç hâline gelmesi, rejimin bölgesel stratejisinde diğer bölge ülkelerine karşı araçsallaştırabileceği yapıların oluşum potansiyeli ile bağdaştırılmıştır. Bu bağlamda, Esed rejiminin 1970’li yıllarda esas aldığı bu stratejiye uygun araçsal aktör arayışı, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren PKK terör örgütünün kuruluş süreci ile sonlanmış ve bu arayış karşılanmaya başlanmıştır.

PKK’nın 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren, Beka Vadisi’nde sol-sosyalist gruplarla ilişki geliştirmeye başlaması, Türkiye içinde örgütlenme sürecini başlatması, bu dönem itibarıyla Esed rejimi açısından fırsat olarak değerlendirilmiştir. PKK’nın, KDP ekolüne karşıtlığı ve düşmanlığı; bu ekole karşı kendisini sosyalist alternatif olarak konumlandırması, Türkiye içinde kendisi dışında faaliyet gösteren diğer Kürt örgütlerine ve siyasi hareketlerine karşı baskıcı ve hayat hakkı tanımayan tutumu ve “Türkiye merkezli devrim” paradigması, terör örgütünün Esed rejimi açısından araçsallık kriterlerini optimum düzeyde karşılayan ideal aktör olarak konumlandırılmasını sağlamıştır.

PKK, Esed rejimi için öncelikle Suriye’de KDP-S ekolünün dengelenmesi işlevini üstlenmiştir. Bununla birlikte terör örgütü, Suriyeli Kürtlerin bilhassa Afrin, Ayn el Arab ve Kamışlı merkezli olarak sahip oldukları siyasal dinamizm ve militanlaşma eğiliminin Suriye sahasından Türkiye’ye taşınması sürecinde araçsallaştırılmıştır. Son olarak bölgesel rekabette Türkiye’yi istikrarsızlaştırıcı hamlelerin gerçekleştirilmesi adına PKK taşeron bir yapı olarak konumlandırılmıştır. 1980’li ve 1990’lı yıllar boyunca devam eden bu durum 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanması, 2000 yılında Hafız Esed’in ölümü ve 2000 yılı itibarıyla örgütün iç ihtilaf sürecine sürüklenmesi sonrasında kırılgan bir hal almaya başlamıştır. 2000-2005 yılları arasında PKK içinde ortaya çıkan iç ihtilaflar; ABD’nin Orta Doğu’daki varlığının güçlenmesine paralel olarak örgütün ABD ile ittifak geliştirmesini savunan anlayış ile örgütün geçmişten beri sürdürdüğü şekilde Suriye ve İran ile iş birliğine devam etmesi gerektiğini savunan yaklaşım arasındaki çelişkiler bu süreci temelden etkilemiştir.

Şekil-3: Esed Rejimi Açısından PKK’nın İşlevleri

2003 yılında, PKK’nın esas aldığı paradigmanın temelden değişime uğraması ve “Türkiye merkezli devrim” anlayışı yerine Suriye, İran ve Irak’ta PKK’nın uzantısı olacak yapılanmaların oluşturulması yönündeki yeni paradigmaya geçiş, Suriye’de PYD’nin kurulmasıyla somutlaşmıştır. PYD’nin kuruluşu örgüt içi ihtilafın yansımalarından biri olurken aynı zamanda Esed rejimi ve PKK arasındaki ilişkilerde kırılganlık yaratmıştır. Bu kırılganlık, PKK içindeki Suriye ve İran ile iş birliğini savunan kanadın PYD içinde denetim ve kontrol sağlamaya çalışması ile aşılmaya çalışılmıştır. Ancak 2004 yılında, Suriye Kürtlerinin sosyo-politik tarihlerinde dönüm noktalarından bir tanesi olan Kamışlı Ayaklanması bu kırılganlığı pekiştirmiştir. 2004 yılında Kamışlı kentinde, PYD ve KDP-S öncülüğünde başlayan ayaklanma kısa sürede kitleselleşmiş ve Esed rejimine yönelik büyük bir sosyal harekete dönüşmüştür. Bu durum Esed rejimi tarafından ciddi bir meydan okuma ve tehdit olarak algılanmıştır. Bununla birlikte 2005 yılında Irak’ta IKBY’nin kuruluş ilanı ve Suriye’de yarattığı sosyo-politik etkiler de bu algıyı güçlendirmiştir. Söz konusu gelişmeler, Suriye Kürtleri arasında özerklik taleplerinin daha yüksek düzeyde ifade edilmesini, PYD ve KDP-S’nin iki ana siyasi hareket ekolü olarak daha etkin bir hal almaya başlamalarını beraberinde getirmiş; bu durum 2011 yılında Suriye devrim sürecinin başlangıcı ile birlikte farklı boyutlar kazanmıştır.

Suriye’de Devrim Süreci, Suriye Kürtlerinin Pozisyonu ve Siyasi Ekoller

2011 yılında başlayan Suriye devrimi süreci, Suriye Kürtlerinin sosyo-politik evreleri açısından, 2004 Kamışlı Ayaklanması ve 2005 IKBY’nin ilanı ile birlikte en önemli dönüm noktalarından bir tanesi olmuştur. Siyasi ekollerden bağışık olarak Suriye devrimi süreci, Suriye Kürtleri açısından, uzun yıllar boyunca karşı karşıya kaldıkları kimliksizleştirme ve asimilasyonun ortadan kaldırılması adına tarihi bir fırsat olarak algılanmıştır. Bu bağlamda Suriye Kürtleri, sosyal ve siyasal haklara kavuşma, vatandaşlık ve anayasal kabul gibi talep ve hedefleri doğrultusunda bu sürece destek vermiş ve büyük bir çoğunlukla Esed rejimine muhalif bir pozisyonda yer almışlardır. Suriye Kürtlerinin bu pozisyonu, siyasi ekolleri ve hareketleri de etkilemiş; bu süreçte her bir aktör kendi perspektifini ve stratejisini bu sürece yansıtmayı amaçlamıştır.

Bu noktada ilk olarak PKK/PYD-YPG ele alındığında, 2012 yılı itibarıyla terör örgütünün bir atılım sürecine girdiği görülebilmektedir. Devrim sürecinde muhalif grupların ilerleyişine karşı Esed rejiminin, odağını ve gücünü Şam ve çevre bölgelere yoğunlaştırması, Suriye’nin kuzeyinin kontrolünü PKK/PYD-YPG’ye bırakmıştır. Bu durum Esed rejimi ve PKK arasında on yıllar boyunca süren ilişkinin ve güvenin kırılganlıklara rağmen devam ettiğini ortaya koymuştur. PKK/PYD-YPG bu durumu bir fırsata dönüştürerek bu süreci sözde “Rojava Devrimi” olarak tanımlamış ve işgal ettiği bölgelerde sözde “özerklik” ilan ederek kendi örgütsel paradigmasını dayatmaya ve uygulamaya başlamıştır.

Buna karşın, 2011 yılı itibarıyla KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) ekolü ise bu süreci Suriye Kürtleri için tarihi fırsat olarak değerlendirerek hak ve kimlik kazanımı adına, KDP ekolüne yakın siyasi oluşumlarla bir araya gelerek ENKS (Encumana Niştimaniya Kurdi Li Suriye/Suriye Kürt Ulusal Konseyi) yapısını oluşturmuştur. Bünyesinde Yekiti, Kürdistan Halk Partisi, Kürdistan Gelecek Hareketi, Kürdistan Reform hareketi gibi KDP’ye yakın pek çok siyasi parti ve hareketi barındıran bu yapı, Suriye Kürtlerinin Suriye’nin geleceğinde kimlik haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması, özerklik de dahil olmak üzere idari düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve sosyal adalet ve refahın tesis edilmesini hedeflemiştir. Bu süreçte, 2013-2104 yılları itibarıyla DEAŞ’ın Suriye’deki saldırılarının da yoğunlaştığı safhada, ENKS, PKK/PYD-YPG ile Suriye Kürtlerinin geleceği adına diyalog kurmaya yönelmiştir. Bunun sonucunda, 2014 yılında, ENSK ve PKK/PYD-YPG’nin siyasi birimi olan TEV-DEM arasında görüşmeler gerçekleştirilmiş ve Duhok Anlaşması adı verilen bir mutabakat çerçevesi oluşturulmuştur. Ama bu anlaşma, Suriye’de Kürtlerin hak kazanımları adına ortak ve üst bir mekanizma kurulmasını, ortak bir karar alma ve temsil organı oluşturulmasını öngörmüştür.

Şekil-4: Suriye’de Kürt Siyasi Ekollerinin 2011 Devrim Sürecine Yönelik Algı ve Yaklaşımları

Fakat bu anlaşma ve mutabakat hayata geçirilememiş, PKK/PYD-YPG, ABD’den de aldığı yoğun destek ile birlikte inşa etmeye çalıştığı örgütsel hegemonya ile çelişkili bir projeye karşıt bir tutum almıştır. Bu sürecinde ardından PKK/PYD-YPG, Suriye’nin kuzeyinde işgal ettiği bölgelerde KDP-S ve ENKS’ye yönelik baskı, sindirme ve terör uygulamalarına yönelmiş; bu ekole ve harekete ait binalara saldırılar düzenlenmiş, ilgili figürlere silahlı saldırılar gerçekleştirilmiş, bu harekete yakın ailelerin çocukları kaçırılmıştır. Bununla birlikte terör örgütü, ABD’den aldığı destek ile artırdığı örgütsel kapasitesinin ve gücünün de etkisiyle işgal ettiği alanlarda Suriyeli Kürtler başta olmak üzere pek çok topluluğa yönelik baskı, saldırı, etnik temizlik, yerinden etme ve göçe zorlama gibi uygulamalarını da artırmıştır.

PKK/PYD-YPG, ABD ile yakın bir iş birliğine yönelirken bu durum, Esed ve bu süreçte Suriye’de en etkin aktörlerden olan İran ve örgüt içindeki Suriye-İran kanadında rahatsızlık yaratmıştır. Bu durum PKK/PYD-YPG içerisinde söz konusu aktörlerin dengeleyici bir tutum ortaya koyması ve bu yönde hamleler gerçekleştirmesiyle birlikte dengelenmeye çalışılmıştır. Fakat bu süreçte 2016 yılı bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı, PKK/PYD-YPG’yi destekleyen her bir aktörün (ABD, Esed rejimi, İran) ihtilaflarına rağmen bu terör örgütünü koruma refleksi göstermeye yöneltmiştir. 2016 yılı itibarıyla PKK ve PKK uzantılarının Türkiye’ye karşı iç güvenlik tehdidi ve istikrarsızlık yaratma kapasitesini kaybetmesi, bu aktörler açısından terör örgütünün araçsal niteliğini de dönüştürmüştür. Buna göre PKK/PYD-YPG, Suriye’de Türkiye’ye yönelik sınır güvenliği tehdidi ve Suriye devrimine katkı sunmanın önündeki engel olarak konumlandırılmıştır. 2016 yılı itibarıyla terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde uyguladığı kanton stratejisi ve Afrin-Kamışlı hattında teröristan yaratma projesine ilk darbenin vurulmasını takiben 2018 ve 2019 yıllarındaki Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları ile birlikte terör örgütü savunma pozisyonuna geçiş yapmış ve bir çıkmaz içerisine girmiştir.

Söz konusu çıkmaz PKK/PYD-YPG’yi bir kez daha, örgütsel varlığını koruma ve konsolide etme adına, ENKS ile diyalog kurmaya sevk etmiştir. Bu doğrultuda,  2020 yılında, terör örgütünün öncüsü olduğu ve Suriye’de terör örgütüne müzahir siyasi oluşumlardan müteşekkil PYNK yapısı oluşturulmuş ve ENKS ile görüşmelere başlanmıştır. Bu süreç ABD tarafından da desteklenirken Esed rejimi, İran ve PKK içerisindeki ilgili kanat, KDP ekolüne karşıtlık sebebiyle bir kez daha bu süreci akamete uğratmıştır.  Bunun ardından, 2022 yılı itibarıyla ABD öncülüğünde, KDP ekolünü devre dışı bırakarak “ulusal birlik” mottosuyla KYB ve Bafel Talabani ile PKK/PYD-YPG arasında temas kurulması projesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu proje, Esed rejimi ve İran’ın KYB ile ilişkileri temelinde, her bir aktörün ılımlı yaklaşım sergileyebileceği bir süreç olarak tasarlanmıştır. Fakat Türkiye’nin KYB ve KYB-PKK ortaklığına yönelik olarak kararlı ve karşıt tutumu ve bu yöndeki baskıları, ABD-İran-KYB-PKK/PYD-YPG arasında tasarlanan “uzlaşı” projesinin hayata geçmesini engellemiş; terör örgütünün Suriye’deki çıkmazı derinleşmiştir.

Suriye Devrimi ve Suriye Kürtlerinin Gelecek Arayışı

8 Aralık Suriye Devrimi, Suriye’deki her bir etnik grup ve inanç topluluğu açısından olduğu gibi Suriye Kürtleri açısından da kısa vadeli bir belirsizlik sürecine işaret etmiştir. Suriye Kürtleri, devrimin ardından tarihsel tecrübeleri dolayısıyla yeniden baskı, ayrımcılık ve kimlik taleplerinin karşılanmayacağı bir siyasal sistemin oluşacağına dair endişe taşımışlardır. Fakat söz konusu endişeler, Suriye’nin geleceğine dair yeni yönetimden gelen kapsayıcılık, çoğulculuk, eşit vatandaşlık ve temsiliyet vurgulu mesajlarla ortadan kalkmıştır.  Bu durum, Suriye’nin geleceğinde Suriyeli Kürtler adına temsilcilik rolünü üstlenecek olan muhatap aktör sorununu açığa çıkarmış ve daha görünür hâle getirmiştir.

Bu bağlamda, yaklaşık 10 yıllık süreçte kendisini “Suriyeli Kürtlerin tek temsilcisi ve koruyucusu” olarak sunan PKK/PYD-YPG, kısa bir süre için bu tavrını sürdürse de Suriye’de daimî destekçileri olan Esed rejimi ve İran’ın aldığı ağır yenilgi ve ABD’nin yeni döneme ilişkin tutumundaki belirsizlik dolayısıyla örgütsel güvenliğini sağlama ve varlığını korumaya daha fazla odaklanmıştır. Bu durum terör örgütünü, yeni Suriye yönetimine ve KDP-S ve ENKS’ye “uzlaşı ve diyalog” çağrılara yapmaya yöneltmiş ancak her iki aktör de bu çağrılara kayıtsız kalarak Suriye’nin geleceğinde bir terör örgütü uzantısının yer alamayacağını ve Suriyeli Kürtleri temsil edemeyeceğini açık şekilde ifade etmiştir. Bununla birlikte, SMO karşısında sahada da büyük kayıplar yaşayan terör örgütü, yıllarca işgal altında tuttuğu alanları kaybederek varoluşsal tehdidi daha yoğun hissetmeye başlamıştır. Buna karşın terör örgütü, “DEAŞ kozunu” ileri sürerek El-Hol kampını örtülü bir tehdit ve şantaj aracına dönüştürme eğilimi göstermiştir.

Görsel-2: Suriye’de PKK/PYD-YPG Kontrolündeki El-Hol Kampı

Diğer yandan, KDP ekolü ve ENKS açısından ise Suriye devrimi Suriyeli Kürtler adına yeni bir inşa süreci olarak algılanmıştır. Bu noktada KDP-S ve ENKS, yeni Suriye yönetimiyle uyum ve uzlaşı içinde Suriyeli Kürtlerin haklarının anayasal güvence altına alındığı ve temsil edildiği bir gelecek tasavvurunu ortaya koymuştur. Bu tasavvur, yeni Suriye yönetimi ve özellikle Türkiye’nin Suriye’nin geleceğine ilişkin tasavvuru ile örtüşmektedir. Bununla birlikte bu aktörlerin Suriye’nin geleceğine merkezi güçlere alternatif bir silahlı yapının veya terör örgütlerinin varlık gösteremeyeceğine dair yaklaşımları da bir ortak payda yaratmaktadır. Bu bağlamda, Suriye Kürtlerinin gelecek arayışında KDP-S ve ENKS’nin daha fazla rol üstlenebileceğini öngörmek mümkündür. Yeni Suriye yönetiminin üniter siyasi ve idari yapı yaklaşımıyla çelişki yaratmayacak biçimde IKBY tecrübesinin ENKS aracılığıyla Suriye’nin kuzeyine aktarılabilmesi de olasıdır. Bununla birlikte, ABD’nin terör örgütüne yönelik destek yaklaşımını terk ederek pragmatik bir bakışla Türkiye ve yeni Suriye yönetimiyle uyumlu bir politika izlemeye başlaması da bu sürece ivme kazandırabilecektir.

Şekil-5: Suriye’de Kürt Siyasi Ekollerinin Suriye Devrimine Yönelik Algıları ve Yaklaşımları

Bu durum aynı zamanda, Suriye’nin geleceğinde en önemli güvenlik sorunlarından bir tanesini teşkil etme potansiyeline sahip olan Irak-Suriye sınır hattının güvenliğinin sağlanması açısından da kritik bir öneme sahiptir. Söz konusu hat bugün itibarıyla büyük ölçüde terör örgütü ve İran destekli milislerin kontrolünde bulunmaktadır. Bu durum ciddi bir sınır güvenliği sorunu yaratmaktadır. Bu çerçevede, Irak-Suriye sınırının güvenliğinin sağlanması noktasında KDP-S ve ENKS’nin gösterebileceği işlev daha önemli bir nitelik kazanmaktadır. Buna karşın terör örgütü ise halen işgal altında tuttuğu bölgelerde örgütsel varlığını koruma adına çaba göstermeye yönelebilecektir. Bu doğrultuda terör örgütü, yeni Suriye yönetiminden ve Türkiye’den gelen tasfiye ve silah bırakma uyarılarına karşı provakatif bir tutum sergileyerek işgali altındaki bölgelere halkı yeni yönetime karşı kışkırtma ve yeni yönetim ile yerel halk arasındaki bağı ortadan kaldırma ve halk ve yönetimi karşı karşıya getirme (terörizm tuzağı) taktiğine başvurabilecektir. Bu noktada, Suriye Kürtlerinin geleceği adına siyasi ekoller arasındaki mücadelenin ve bu mücadelede küresel ve bölgesel aktörlerin müdahillik ölçüsünün belirleyici olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

[Dr. Çağatay Balcı, uluslararası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu