İsrail’in İşgal ve Soykırım Politikalarını Medya Nasıl Görüyor?

Karşılaştırmalı Bir Bakış

İsrail, 7 Ekim 2023 sonrası başlattığı saldırılarda Gazze’de çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 44 bin 664 Filistinlinin ölmesine ve 105 bin 976 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük soykırımlardan birinin müsebbibi olan İsrail’e Batılı müttefikleri bir yandan ekonomik ve askeri anlamda doğrudan destek sağlarken kontrolündeki medya aparatlarıyla da İsrail’i aklamak, işlediği suçların üstünü örtebilmek ve gerçeği karartmak adına sınırsız bir destek sunmuştur. 7 Ekim sonrasında Batı menşeili geleneksel medyanın tarafsız olmadığı, modern zamanlarda belki de ilk defa böylesine açığa çıkmıştır. Filistinlilerin maruz kaldığı bu insan hakları ihlalleri, dünya kamuoyunda merkezi bir rol üstlenmektedir. Bu ihlaller, bazı medya organları tarafından “soykırım” ya da “insanlık suçu” olarak nitelendirilirken bazı medya kuruluşları tarafından İsrail’in eylemlerini meşrulaştıran bir dil ile ifade edilmektedir. Bu noktada İsrail’in işgal politikalarını insan hakları ihlali olarak değerlendiren medya kuruluşları ile İsrail’in gerçekleştirdiği soykırımı meşru zemine oturtmaya çalışan medya kuruluşlarının yaklaşımını seçtiğimiz örnekler üzerinden kısaca değerlendireceğiz.

İsrail’in İşgal Politikalarını İnsan Hakları İhlali Olarak Değerlendiren Medya Kuruluşları

Bu çerçevedeki yayın kuruluşları İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarına genellikle Filistin halkının yaşadığı insani trajediyi merkeze alarak yaklaşmaktadır. Bu medya organları, İsrail’in politikalarını “işgal”, “zulüm” veya benzeri kavramlarla nitelendirerek haberlerinde bu tür ifadeleri tercih etmektedir. Bu dilin kullanılmasının temel amacı, Filistin halkının karşı karşıya olduğu insani kriz ve adaletsizliklere dikkat çekmek ve tarihin doğru tarafında yer alma ilkesine uygun bir habercilik anlayışını benimsemektir. Örneğin, Anadolu Ajansı, Filistin topraklarından bahsederken İsrail’i Filistin topraklarının “gaspçı”sı olarak nitelemiştir. Yine AA başka bir haberinde İsrail’i “Soykırımcı” yaptığı soykırımın da “etnik temizlik savaşı” olduğunu ifade etmiştir. TRT Arabi, bir haberinde İsrail’in Kamal Adwan Hastanesi’ne yönelik saldırılarını açıklayan  İsrail’i “işgal ordusu” olarak nitelemiştir.  Al Jazeera Arabic ise İsrail ordusunun köklerini “Siyonist çete”lere kadar dayandırarak orduyu Amerika’nın şımarık bir müttefiki olarak betimlemiştir. Bu tür ifadeler, İsrail’in Filistin topraklarındaki yayılmacı politikalarına karşın eleştirel ve şeffaf bir perspektif sunmaktadır. İsrail’in işgal politikalarını insan hakları ihlali olarak değerlendiren medya kuruluşlarının bu tür eleştirel ve duyarlı habercilik anlayışı, Filistin meselesinde adalet ve insan hakları ilkelerine uygun bir dil geliştirdiklerini göstermektedir. Bu tür yayın politikaları, Filistin halkının yaşadığı trajediyi görünür kılmayı ve uluslararası kamuoyunu bilgilendirmeyi hedeflemektedir. 

İsrail’in Gerçekleştirdiği Soykırımı Meşru Zemine Oturtmaya Çalışan Medya Kuruluşları

Batı medyasının İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarında taraflı bir tutum sergileyerek İsrail yanlısı bir söylem geliştirdiği sıklıkla dile getirilmektedir. Bu bağlamda, İsrail’in tek taraflı ve sahte güvenlik kaygılarına odaklanırken olayın insani boyutu göz ardı edilmekte ve taraflı bir bakış açısı benimsenmektedir. Örneğin, CNN International, İsrail’in 17 Ekim Salı akşamı Gazze’deki el-Baptist Hastanesi’ne düzenlediği saldırı sonucunda 500’den fazla Filistinli sivilin hayatını kaybetmesini ilk olarak “Yetkililer, İsrail’in Gazze’deki hastane saldırısında yüzlerce kişinin öldüğünü belirtiyor” başlığıyla manşetlere taşırken daha sonra “İsrail” ifadesini çıkararak “Filistinli yetkililer, Gazze’deki hastane saldırısında yüzlerce kişinin öldüğünü belirtiyor” başlığını atmıştır. Almanya merkezli yayın kuruluşu Deutsche Welle (DW) ise farklı bir eleştiri konusu olmuştur. DW’nin, Gazze’deki sivil kayıpları ve insani krizi haberleştirme konusunda sansür uyguladığına dair iddialar, özellikle Al Jazeera’nin haberleriyle gündeme gelmiştir. DW çalışanları, Al Jazeera’ye verdikleri demeçlerde, kendilerine “Filistin” kelimesinin kullanılmaması talimatı verildiğini ve İsrail’in savaş suçları ile ilişkilendirilmesini engellemek amacıyla hazır cevap rehberleri sağlandığını ifade etmişlerdir. Ayrıca, haber merkezi yöneticilerinin Filistinlilerin acılarını insani boyuttan uzaklaştıran bir üslup benimsediği ve çalışanlar arasında bir korku kültürü oluşturduğu iddia edilmiştir.

Bir diğer örnek, Euronews tarafından yayımlanan bir haberle ilgilidir. Euronews, İsrail tarafından öldürülen gazetecilere ilişkin bir haberi “2024’te gazeteciler için en ölümcül ülke Filistin oldu” başlığıyla paylaşmıştır. Bu başlık, tarafsızlıktan uzak bir dil kullanıldığı ve haberin bağlamının çarpıtıldığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. İsrail’in saldırıları sonucu ölen gazetecilere dair gerçekler, İsrail’in sorumluluğundan çok Filistin’e atfedilmiş bir ifade ile kamuoyuna sunulmuştur. Batı medyasının bu olaylarda sergilediği yaklaşım, çatışmanın insani boyutunu gölgede bırakarak İsrail’i aklama çabası olarak yorumlanmaktadır. Bu tür yayın politikaları, medya etiği açısından da ciddi bir tartışma konusu oluşturmaktadır.

Sonuç

Filistin meselesi, esasında yıllardır süregelen ve İsrail tarafından gerçekleştirilen bir soykırım meselesidir. Bu olay yalnızca askeri ya da siyasi boyutlarıyla değil, aynı zamanda medyanın bu çatışmadaki rolüyle de dikkat çekmektedir. İsrail’in insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı politikaları, dünya kamuoyu tarafından açıkça müşahede edilmesine rağmen özellikle Batı kaynaklı medya kuruluşları mevcut olayları görmezden gelerek hakikati çarpıtan yöntemlerle İsrail savunuculuğu yapmaya devam etmektedir. Bu süreçte ilgili medya kuruluşları ne medya etiğine uygun hareket etmekte ne de objektif habercilik dilini oluşturabilmektedir. Medya dilinin kamuoyu algısını şekillendirdiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Filistin’de yaşanan katliamlara dair haberlerin insan haklarına da uygun olmayan şekilde servis edilmesinin Batının savunuculuğunu yaptığı adalet ve barış söylemleriyle de çeliştiği görülmektedir.

 [Esmanur Adıyaman, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırma asistanıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu