Fırat’ın Kuzularını Kurtlara Yem Etmedi: TÜRKİYE

8 Aralık Pazar günü, Suriye tarihinin dönüm noktalarından birine tanıklık ettik. 61 yıllık Baas rejimi ve yarım asrı aşkın süredir yüzde onluk bir Nusayri azınlığın desteğiyle ayakta kalan Esed rejimi, muhaliflerin yalnızca on iki gün süren askeri baskısıyla beklenmedik bir şekilde çöktü. Ülkeyi baskı ve terör politikalarıyla yöneten, son on dört yılda yüzbinlerce masum sivili varil bombalarıyla katleden ve milyonlarca Suriyeliyi yerinden eden Beşşar Esed, ülkeden kaçtı. Bu yazının hazırlandığı saatlerde, yönetim muhalif güçlere devredilmiş durumdaydı.

Suriye, son yüzyılda yaşadığı büyük acıların ardından, artık umut dolu bir geleceğe hazırlanıyor. Bugün tartışılması gereken temel mesele, ülkenin geleceğinin nasıl şekilleneceği ve bu süreçte hangi aktörlerin ne tür roller üstleneceği olmalıdır.

İran ve Rusya’nın Telafi Edilmez Kayıpları

Baas rejiminin uzun yıllar boyunca en önemli uluslararası destekçisi olan Rusya, 2015 yılında doğrudan askeri müdahalede bulunarak Esed rejiminin ayakta kalmasını bir dış politika önceliği hâline getirdi. İran ise 1979 İslam Devrimi sonrası Esed rejimi ile kurduğu stratejik ittifaka dayanarak rejimin en önemli bölgesel hamisi hâline geldi. Ancak bugün gelinen noktada hem İran hem de Rusya’nın Suriye sahasında ciddi ve telafisi güç bir prestij kaybına uğradığını görüyoruz.

İlk olarak Putin, son yıllarda Rusya’nın “iddialı” dış politika hedefleri uğruna ülkenin kaynaklarını aşırı derecede zorlayan bir strateji izledi. 2008’de Gürcistan’a müdahale, 2014’te Kırım’ın ilhakı, 2015’te Suriye rejimini desteklemek için askeri operasyon ve 2022’de Ukrayna’ya yönelik kapsamlı askeri saldırı, bu stratejinin önemli durakları oldu. Ancak bu genişlemeci hamleler, Rusya’nın askeri ve endüstriyel kapasitesini fazlasıyla zorlayan bir serüvene dönüştü. Suriye’de yaşanan son gelişmeler, bu politikanın sürdürülebilir olmadığını ve başarısızlığa mahkûm olduğunu açıkça ortaya koydu.

İkinci olarak İran, uzun yıllar boyunca Şam’daki Baas rejiminin en önemli bölgesel destekçisi konumundaydı. Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçramasıyla birlikte Tahran, Hizbullah’ı, Devrim Muhafızlarını ve Irak’taki Şii milisleri rejimi ayakta tutmak için seferber etti. Suriye’yi, İran savunma stratejisinin ön cephesine ve Irak üzerinden Doğu Akdeniz’e kara bağlantısı kurmayı hedefleyen bir geçiş koridoruna dönüştüren Tahran yönetimi, on binlerce masum sivilin yaşamını yitirdiği bu süreçte Baas rejimini savunmaktan geri durmadı.

Esed rejiminin çöküşü, Suriye sahasında hem Rusya’yı hem de İran’ı en büyük kaybedenler olarak tarihe yazdı. Zulüm ve katliamlarla özdeşleşen bu iki ülkenin, Suriye’nin geleceğinde kayda değer bir rol üstlenmeleri artık pek olası görünmüyor.

Suriye’nin Geleceğinde Türkiye’nin Rolü

Suriye krizinin başından bu yana Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunarak ve hem yabancı müdahalelere hem de etnik ve mezhepsel bölünmelere karşı durarak en doğru politikayı izleyen aktör oldu.  Rejim güçlerinin ve yabancı milislerin işlediği ağır insan hakları ihlallerine en sert tepkiyi veren Türkiye, aynı zamanda Suriye muhalefetine verdiği kararlı destekle bugün Şam’da gerçekleşen politik dönüşümün en önemli mimarlarından biri hâline geldi.

Bütün bunların da ötesinde Türkiye, Esed rejiminin teröründen kaçan milyonlarca Suriyeli mülteciyi ülkesine kabul edip on yılı aşkın bir süredir misafir ederek büyük bir insan hakları sınavını başarıyla verdi. Sadece Türkiye’ye sığınan Suriyelilere değil, aynı zamanda İdlib, Cerablus ve Afrin gibi kuzeyde Türk ordusunun oluşturduğu güvenli bölgelerde yaşayanlara da koruma sağlayarak Esed rejiminin zulmünden uzak bir yaşam imkânı sundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetleri, tüm ekonomik zorluklara ve siyasi risklere rağmen Suriyeli mültecilerin zorla ülkelerine geri gönderilmesi politikasına karşı kararlı bir duruş sergiledi. Erdoğan, bu insani tutumunun bedelini, mülteci politikası nedeniyle kaybedilen seçimlerle dahi ödemekten çekinmedi.

Bugün hem Türkiye’de yaşayan hem de Türk ordusunun denetimindeki Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölgelerde bulunan ve sayıları on milyona yaklaşan Suriyeliler, Türkiye’nin gösterdiği bu büyük fedakârlığın en önemli tanıklarıdır. Bundan sonra Suriye’nin geleceği tartışılacaksa Türkiye’nin ve AK Parti hükümetlerinin, ağır bedeller ödeyerek kararlılıkla sürdürdüğü “Dicle’nin kuzularını kurtlara yem etmeme” politikasını görmezden gelmek imkânsızdır. Suriye nüfusunun yaklaşık üçte birini Esed rejimi ve destekçilerinin katliamından koruyarak hayatta kalma imkânı sağlayan Türkiye’nin bu tarihi rolünü en iyi Suriyeliler takdir edecektir.

Bugün Suriye’de geçiş dönemini yöneten yeni bir hükümet görev başında. Devrimin hemen akabinde önce MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın daha sonra ise Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam ziyaretleri ve yürütülen temaslar geçiş sürecinde ve kurulacak yeni hükümette Türkiye’nin önemli roller oynayabileceği izlenimi veriyor. Fidan’ın Şam’daki basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’deki tüm kurumlara Suriye’deki yeni süreçte gereken desteğin verilmesine dair talimat verdiğini ifade etmesi oldukça önemliydi. Bu ziyaretin peşinden Suriye hükümeti ile deniz yetki alanları anlaşmasının yapılacağı, başta demiryolu olmak üzere ulaşım altyapısının yenilenmesi için Türkiye’nin rol alacağı açıklandı. Bu anlamda Türk şirketlerinin başta Halep olmak üzere Suriye’nin muhtelif şehirlerine yapacağı yatırımlarla şehirlerin yeniden ayağa kaldırması planlanıyor.

Türkiye’den sonra Katar Dışişleri Bakanı’nın da Şam’a düzenlediği ziyaretle 2009’da rafa kaldırılan ve Suriye’den geçmesi öngörülen Katar-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı da yeniden gündeme geldi. Türkiye ve Katar’ın ilk büyükelçilik açan ülkeler olması Suriye’nin yeniden inşasında Körfez ülkeleri ile Türkiye’nin koordinasyon içerisinde olacağını da gösteriyor.

Suriye’de, yüzde onluk bir azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir siyasi sisteme geri dönülmesi artık mümkün değil. Suriye’nin Türkmeniyle, Arabıyla, Kürdüyle, Nusayrisiyle halkın iradesine dayanan yeni bir devlet yapısı kurması bir zorunluluktur. Bu dönüşümde en önemli rolü ise milyonlarca Suriyeliyi zalim bir rejimin pençesinden çekip koruyan Türkiye oynayacaktır. Türkiye, Suriye’nin tüm halkları için güven ve umut kaynağı olmaya devam edecektir. Yeni hükümetin kurulmasını takip eden dönemde deniz yetki alanları anlaşması, ulaşım altyapısının onarımı ve Katar-Türkiye doğalgaz hattı gibi konuların gündeme gelmesi Suriye’de yeni hükümetin inşası aşamasında Türkiye’nin başat rol oynayacağını gösteriyor.

[Doç. Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu