Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusu (SMO) öncülüğündeki muhalefet güçlerinin 27 Kasım’da başlattığı operasyon sonrası 50 yılı aşkın süredir Suriye’yi yöneten Esed ailesinin iktidarı ortadan kaldırıldı. Suriye iç savaşı, 8 Aralık’ta muhaliflerin başkent Şam’a girişi ile birlikte yerini yeni rejimin kuruluşuna bıraktı. Elbette ki 13 yıl süren iç savaş düzeltilmesi çok zor bir bilançoya sahip. Yeni Suriye yönetiminin demokratik ve kapsayıcı bir yol haritası söylemleri ise oldukça önemli lakin merkezi yönetimin yeniden tahsis edilmesinin önünde öncelikle ülkedeki silahlı grupların varlığı ve özerk hareket etme motivasyonları bulunuyor. Bu yazıda PYD/YPG terör örgütünün Suriye’deki istikrarın önünde nasıl bir engel olduğunu ve Avrupa, ABD, İsrail gibi aktörlerin yeni süreçte PYD/YPG’ye yaklaşımlarında yaşanabilecek değişiklikleri ele alacağım.
Yeni Yönetimin Çağrısı
Yeni Suriye yönetimi, iç savaşın yıkıcı etkilerini sona erdirerek barışçıl bir geçiş süreciyle yeni bir devlet rejimi inşa etmeyi hedeflemektedir. Bu süreç, yalnızca siyasi bir yeniden yapılanmayı değil, aynı zamanda devletin temel bir işlevi olan “şiddet tekeli”nin yeniden tesisini de gerektirmektedir. Alman sosyolog Max Weber’in ünlü tanımına göre, bir yapının “devlet” olarak nitelendirilebilmesi için meşru şiddet kullanımında tekel olması şarttır.[1] Ancak Suriye’deki iç savaş, devletin bu temel ilkesini derinden yok etmiştir.
Esed rejiminin çöküşü sonrası Suriye’nin yeni lideri olan Ahmed eş-Şara (Colani), ülkenin savaş ortamından çıkışı ve merkezi bir otoritenin yeniden tesisi adına önemli bir adım atarak “Tüm silahlı gruplar dağıtılacak, savaşçılar Savunma Bakanlığına bağlı resmi birer unsur olarak eğitilecek ve yasalar çerçevesinde hareket edecek.” açıklamasını yaptı. Ancak bu süreçte en büyük engellerden biri, PYD/YPG’nin yeni yönetimin meşruiyetini kabul etme ve silah bırakma konusundaki direncidir. PYD/YPG hem kendi ideolojik ajandası hem de uluslararası destekçileri nedeniyle silahlı varlığını sona erdirme noktasında uzlaşmaz bir tutum sergilemektedir.
PKK’nın Uzantısı PYD
PYD/YPG, Suriye’deki yapılanmasını doğrudan PKK terör örgütünün ideolojik ve örgütsel mirası üzerine inşa etti. Örgütün ideolojisi, stratejik hedefleri, eylem biçimleri ve lider kadrosu, PKK ile organik bir süreklilik göstermektedir. Bu bağlamda, PYD/YPG’nin sözde kurucu üyeleri ile PKK’nın sözde üst düzey yöneticileri arasında kişisel bağlar ve ortak geçmiş dikkat çekmektedir. Örgüt, zaman içinde farklı isimlendirmeler (örneğin, SDG etiketi) ya da uluslararası toplantılara katılım gibi diplomatik makyajlarla kendisini daha meşru bir aktör gibi sunmaya çalışsa da bu durum onun PKK’nın bölgesel bir varyasyonu olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
ABD, PYD/YPG’yi bölgesel stratejik hedefleri doğrultusunda bir vekil aktör olarak kullandı ve bu örgüte kapsamlı bir askeri ve lojistik destek sağladı. Resmi olarak bu destek, DEAŞ ile mücadele söylemi üzerinden meşrulaştırılsa da perde arkasında yatan temel motivasyonun bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol altına almak olduğu açıktır. Zira PYD/YPG’nin etkin olduğu alanlar, Suriye’nin yıllık 2,5 milyar dolar üretim kapasitesine sahip petrol sahalarıdır. Bu oran Suriye petrol havzalarının %70’inden fazlasını kapsamaktadır. ABD’nin DEAŞ ile mücadele propagandasına gölge düşüren bir diğer husus ise Trump’ın, DEAŞ’ın Obama ve Clinton tarafından kurulduğunu açıkça dile getirmiş olmasıdır. PYD/YPG’ye sağlanan destek, bu bağlamda, DEAŞ bahanesiyle kurgulanmış daha geniş bir güç mücadelesinin parçasıdır. Bu mücadelenin asıl odağı ise enerji kaynaklarından daha çok, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasıdır.
İsrail Silah Bıraktırmaz
PYD/YPG’nin ABD’nin Orta Doğu’daki vekil aktörü olarak konumlanması, yalnızca bir terör örgütü meselesi değil, aynı zamanda Washington’un enerji politikaları, İsrail’in güvenliği ve bölgedeki güç dengelerini şekillendirme stratejisinin önemli bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda PYD/YPG, kendi bağımsız kararlarını alamayan ve Washington’dan gelen talimatlarla hareket eden bir yapı niteliğindedir.
Öte yandan İsrail’in PYD/YPG ile kurduğu ilişki, daha farklı bir stratejik boyuta sahiptir. İsrail, bölgedeki yalnızlığını Kürt kimliği üzerinden PYD/YPG ile ilişkilendirerek dengelemeye çalışmaktadır. Bu ilişki, İsrail’in Orta Doğu’daki politikalarını daha etkili bir şekilde yürütmesine zemin hazırlamaktadır. PYD/YPG, İsrail’in Irak, Suriye, Türkiye ve İran gibi ülkeler üzerindeki dolaylı baskısını artırma stratejisinde önemli bir araçtır.
Aslında İsrail’in Orta Doğu’daki “doğal” müttefiki gördüğü PYD/YPG ile Esed arasında başka bir iş birliğini daha görmüştük. 27 Kasım’da başlayan muhaliflerin ilerleyişi sonrası Esed unsurları, birçok stratejik noktayı PYD/YPG’ye teslim ederek bölgeden çekildi. Ne var ki bu noktalarda PYD/YPG de tutunamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Türkiye destekli SMO’nun Münbiç’e yönelik ilerleyişi sonrasında PYD/YPG’nin sözde yöneticilerinden olan Salih Müslim “Biz mecbur kaldık, 120 bin kişiyi başka yerlere naklettik…” dedi. PYD/YPG’nin, bu geri çekilme sırasında İsrail’den yardım ve koruma istediği ortaya çıktı. Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, 9 Aralık’ta SMO’nun ilerleyişinden rahatsız olduğunu dile getirmiş ve bu ilerleyişin durdurulması gerektiğini söylemişti. Saar, 10 Kasım’da yaptığı açıklamada ise “Kürtler büyük bir millettir, siyasi bağımsızlığa sahip olmayan milletlerden biridir. Onlar bizim doğal müttefikimizdir. Bölgedeki azınlıkların birleşmesi gerekiyor. Kürtler, İran ve Türkiye’nin zulmünün kurbanıdır. İsrail’in onlarla iletişim kurması ve ilişkilerini güçlendirmesi gerekiyor. Bunun hem siyasi hem de güvenlik yönleri var.” demişti.
Burada değinilmesi gereken bir konu da sanıldığının aksine Esed rejimi ile İsrail arasındaki gizli iş birliğidir. Çünkü İsrail aynı amaçla sadece PYD/YPG’yi değil, Esed rejiminin zayıflıklarını da kullanmaktaydı. Esed’in Suriye’yi terk etmesinin ardından İsrail’in Suriye’de gerçekleştirdiği hava saldırıları hem zamanlaması hem de hedefleri açısından oldukça dikkat çekicidir. Bombalanan yerler arasında istihbarat merkezleri, savaş uçaklarının bulunduğu hangarlar ve stratejik silah depoları bulunuyordu. İsrail’in bu saldırıları, Esed rejimi döneminde aynı hedeflere dokunmamasıyla tezat oluşturmaktadır. Gerekçe olarak, bu noktaların aşırılıkçı grupların eline geçmesini engellemek gösterilmektedir. Ancak bu açıklama, derin bir ironi barındırmaktadır. Zira kağıt üzerinde İran ve Esed rejimi, İsrail’e karşı hareket eden bir eksenin parçası gibi görünmekteydi. Bu noktada, Esed sonrası ortaya çıkan gizli belgelerde, rejim ile İsrail arasında daha önce pek dile getirilmeyen iş birliğine dair bulguların yer alması, bu çelişkiyi daha anlaşılır hâle getirmektedir. Görünen o ki, İsrail ve Esed rejimi arasında dolaylı da olsa bir tür “sessiz anlaşma” mevcuttu.
ABD’nin PYD/YPG Stratejisi Değişir mi?
ABD ise Suriye’de Rusya’nın ve İran’ın etkisinin azalmasıyla birlikte yeni bir strateji izleyecektir. Nitekim Suriye’de fiilen yeni rejimin lideri olan Ahmed eş-Şara (Colani) ile diyaloğu kurdular. ABD, HTŞ lideri olması sebebiyle Colani’nin yakalanması için 10 milyon dolarlık para ödülünü de kaldırdı. Dolayısıyla ABD’nin yeni bir Suriye stratejisi oluşturacağını söylemek mümkün. Lakin bu süreçte PYD/YPG’den kolay kolay vazgeçmeyecektir.
ABD, PYD/YPG’yi yeni sürecin içerisine katarak ilerlemek isteyecek gibi görünmektedir. Esed’in devrilmesinden sonra oluşan hava, yeni yönetimin toplumda ciddi bir karşılık bulduğu yönünde. Aksi takdirde fiili lider olan Colani, hem Suriye’de hem de uluslararası arenada meşruluğunu artırdıkça PYD/YPG’nin meşruluk devşirmeye çalıştığı alanlar da sarsılacaktır. PYD/YPG’nin varlığını dayandırdığı DEAŞ ile mücadelede Colani önderliğindeki yönetim harekete geçtiği takdirde PYD/YPG’nin Batılı devletlerdeki imajı zarar görecektir. Kaldı ki merkezi ve kapsayıcı bir rejim kurmayı hedefleyen Colani yönetimi, ülkedeki terörle mücadeleyi kendisinin gerçekleştirilmesini isteyecektir. Nitekim Türkiye’nin yeni Şam yönetiminin terör konusunu doğru ele alması hâlinde Türkiye’nin müdahalesine gerek kalmayacak şeklindeki yaklaşımı da Colani yönetimiyle ortaklaşa terörle mücadele edilebileceğini vurgulamaktadır. Colani’nin Rakka, Haseke ve Deyrizor kendi halkının eline geçene ve özgürleşene kadar konunun takipçisi olacağı açıklaması da bu noktada önem taşımaktadır.
Yeni Suriye yönetiminin Türkiye ile yakın ilişkilere sahip olduğunu ve Türkiye’nin, Suriye Milli Ordusu (SMO) ile ortak bir şekilde PYD/YPG’ye operasyonlar düzenlediğini unutmayalım. Yeni yönetimin Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’de doktora eğitimine devam eden bir isim olduğu, Halep, Şam ve Lazkiye valilerinin SMO komutanlarından olması da yeni süreçte Türkiye’nin etkisinin güçlü olduğunu göstermektedir. Lakin Türkiye, Esed’in arkasındaki İran gibi bir politika çizmeyeceğini ifade etmektedir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “Türk tahakkümü değil, İran tahakkümü değil, Arap tahakkümü değil iş birliği esas olmalı.” diyerek Türkiye’nin niyetini vurgulamaktadır. Nitekim hem Müslüman bir kimliğe sahip hem de derinlikli bir demokrasi tecrübesi olan ilk -belki de tek- ülke Türkiye’dir. Dolasıyla ABD için yeni süreçte hem Suriye’de Türkiye ile barışma hem de PYD/YPG’yi yüksek bütçelerle besleme yükünden kurtulma fırsatı bulunmaktadır. Trump’ın eski döneminde başarmaya çalıştığı lakin Pentagon’un müsaade etmediği Suriye’den çekilme politikası, bu yeni süreçte gerçekleşebilir.
Avrupa, PYD/YPG’ye Tepkili
Suriye iç savaşı, Avrupa’nın son yıllardaki en önemli güvenlik politikalarını şekillendiren süreçlerden biri oldu. Milyonlarca sığınmacının Avrupa kapılarına dayanması, Avrupa’ya toplumsal ve ekonomik yükler getirdi. Bugün ise iç savaşın sonlanması ve yeni yönetimin sığınmacılara “geri dönün” çağrısında bulunması Avrupa için olumlu bir gelişme. Nitekim Avrupa Konseyi, Suriyeli sığınmacıların güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşlerinin sağlanması gerektiğini vurguladı. Avrupalı diplomatik temsilciler, yeni Suriye yönetimi ile görüşmelere de başladı. Avrupa Birliği yetkililerinin yanında İngiltere, Almanya ve Fransa da yeni yönetimin temsilcileriyle doğrudan görüşmelerde bulundu. Bu görüşmeler fiilen yeni yönetimin tanınması olarak yorumlanabilir. Çünkü Avrupalı devletler, Suriye’de bir istikrarın sağlanmasını istemektedir.
Suriye’deki istikrara yönelik en büyük tehlike olan PYD/YPG ise Avrupa’da son yıllarda karşılığını yitirmeye başladı. Örneğin İngiltere’de PKK’ya yönelik operasyonlar gerçekleştirilmektedir. Yine bu sene içerisinde Fransa ve Belçika’da da benzer şekilde operasyonlar yapılmıştı. Almanya’da 20 Aralık’ta Alman Dışişleri Bakanı Baerbock “Suriye’deki Kürt silahlı grupları silahlarını bırakmalı” diyerek oldukça cesur bir çıkış gerçekleştirmişti.
PYD/YPG’nin sözde lideri Ferhat Abdi Şirin, Türkiye’nin ve muhaliflerin gerçekleştirdiği operasyonlar sonrası köşeye sıkıştıklarını itiraf etmişti. Ardından cezaevlerinde tutulan DEAŞ’li mahkumların kaçma ihtimalinin bulunduğunu da söylemişti. Bu Avrupa’ya bir tehdit mesajıydı: “PYD/YPG giderse DEAŞ geri gelir”.
PYD/YPG Ne Yapacak?
Avrupa şehirlerindeki PKK/PYD üyeleri ve sempatizanları, Avrupa güvenliği için her an ortaya çıkabilecek potansiyel bir sorunu teşkil etmektedir. Avrupa’nın hem kendi güvenliğini sağlamak hem de Suriye’deki istikrarsızlığın getirdiği yüklerden kurtulmak için PKK/PYD’ye bakışları değişmelidir. İsrail ise kendi gibi bölgede “yalnız kalmışlık” üzerine kurguladığı Kürt kimliği üzerinden PYD/YPG’yi araçsallaştırmaya devam edecektir. İsrail, bu strateji kapsamında ABD’nin de desteğini artırmasını ya da en azından mevcut desteği sürdürmesini isteyecektir. ABD ise yeni rejimle geliştireceği ilişki ve ortak zemine göre askerlerini Suriye’den çekebilir. Bu durum Trump için Amerikan kamuoyunda olumlu bir hamle olur.
PYD/YPG’nin Rusya ile olan sahadaki iş birliği de Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte ortadan kalktığı görünmektedir. Hâlihazırda PYD/YPG için tek çıkış yolu silahsızlanarak örgütün lağvedildiğini duyurması ve sözde lider kadronun Suriye’yi terk etmesidir. Esed rejimi döneminde Suriye topraklarının büyük bölümünde hareket kabiliyeti olan PYD/YPG, yeni yönetimin idaresinde sıkışmış ve gittikçe de küçülecek bir alana hapsedilmiş olacaktır. Suriye’nin güneyinde yeni Şam yönetimi, kuzeybatıda Türkiye destekli SMO, Irak sınırında “kapanan bir pençe” varken PYD/YPG’nin çok da fazla seçeneği bulunmamaktadır.
Dipnotlar:
[1] Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Hürriyet Vakfı Yayınları: 2004, s. 89.