27 Kasım’dan itibaren Suriye’de yaşananlar pek çokları açısından şaşkınlıkla karşılansa da bölgeyi yakından takip edenler açısından beklenen bir durumdu. Suriye Milli Ordusu (SMO) etrafında birleşen muhaliflerin uzun süredir hazırlık içerisinde olduğu biliniyordu. SMO’nun Halep’i Esed rejiminden özgürleştirdikten sonra yönünü başkent Şam’a (Dımaşk) çevirmesi ve 8 Aralık’ta rejimi alaşağı etmesi yeni bir dönemin habercisi oldu. Esed rejimi yıkıldı. Rusya ve İran yenildi. Terör örgütü PKK-YPG darbe yedi. Milyonlarca mazlum vatanlarına dönme imkanına kavuştu. Suriye’nin gerçek sosyolojisinin siyaseten söyleyecek sözü var artık. Yeni dönemde Suriye sosyolojisinin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez kendi ülkesinde iktidar olabilmesinin yolunu açtı. Artık Suriye Suriyelilerindir demek mümkün hâle geldi!
Suriye Devrimi eli kanlı Esed rejimini tarihin sayfalarına gömerken kaçınılmaz olarak bölgesel anlamda çok önemli gelişmelere de işaret etmektedir. Irak, bu yeni dönemin yakından takip edilmesi gereken ülkelerinin başında geliyor. Esed rejiminin en büyük destekçisi İran’ın ülkede Şii milisler ve Hizbullah üzerinden kurduğu şiddet ve baskı ağının çökmesi Irak’ı İran açısından bölgesel yayılmacılıkta tutunabileceği son kale hâline getirdiğini söylemek gerekir. Yakın dönemde devrimin gölgesinde istikrarsızlık, çatışma ve şiddet ihraç eden bir Irak siyaseti görmek şaşırtıcı olmayacaktır. ABD ve İsrail’in İran karşısında takınacağı tavır Irak’ı yeniden bir çatışmacı ortam içerisine çekecek gibi görünüyor. Maalesef Irak bölgesel rekabetin yükünü daha da ağırlaşan şartlarda taşımaya doğru hızla evirilmektedir.
Kırılgan Siyasete Mahkum Olan Irak
Bölünmüş toplumsal ve siyaset yapısıyla Irak, uzun yıllardır İran’ın etki alanını genişlettiği, ABD’nin varlık gösterdiği, terör örgütlerinin cirit attığı, tüm petrol gelirlerine rağmen devlet kurumlarının ağır aksak işlediği ve yolsuzluğun ayyuka çıktığı bir ülke konumunda. Ülke, kolaylıkla hükümet krizlerinin yaşandığı, halkın sokaklara indiği ve şiddetin kol gezdiği istikrarsız /kırılgan bir ortama savrulabilmektedir. Son yıllarda Basra merkezli gösteriler bu durumu teyit eder niteliktedir.
Buradan hareketle Orta Doğu’da cereyan eden hadiselerin Irak’ı hızlıca etkilediğini söylemek doğru bir tespit olacaktır. Hele bu hadiselerden biri sınır komşusu Suriye’de 61 yıllık zorba bir rejimin yıkılması olursa yoğunluğun daha da artması kaçınılmazdır.
Suriye’deki son iki haftada cereyan eden devrim süreci, Irak’ı yakından takip etmeyi zorunlu kılmaktadır. Örneğin, ülke bir anda kendini İran destekli milislerinin yanında binlerce Esed rejim askerinin de silahlarıyla birlikte sığındığı bir pozisyonda bulmuştur. Benzer şekilde Suriye Milli Ordusu’nun PKK-YPG’ye karşı yürüttüğü operasyonlar neticesinde daha fazla silahlı unsur Irak topraklarına yönelebilir. Binlerce eli silahlı gücün herhangi bir ülke sınırlarına dahil olması başlı başına bir güvenlik meselesiyken Irak açısından daha da olumsuz bir senaryo rahatlıkla yazılabilir. Daha geniş bir açıdan İsrail saldırganlığı karşısında neredeyse tüm üst düzey isimlerini kaybeden (bir anlamda hezimete uğrayan) Hizbullah’ın ilave olarak Esed rejiminin de yıkılması İran’ın Suriye’deki etki alanını neredeyse ortadan kaldırırken bu yeni durum İran’ın tüm operasyon ağını Irak’a taşıması oldukça muhtemel görünmektedir. Bu durum doğal olarak ABD ve İsrail’in tüm odağının Irak’a kaymasına da neden olacaktır. Özellikle Donald Trump’ın başkanlığı da göz önüne alınırsa Gazze meselesinde İran ile defalarca karşı karşıya gelen İsrail’in İran unsurlarını Irak’ta da hedef almaktan kaçınmayacağını söylemek makul bir değerlendirme olacaktır. Maalesef Irak kendisini yeni bir şiddet sarmalı içerisinde bulabilir. Şiddet sarmalı içerisine girmiş bir Irak aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik endişeleri açısından da önem arz etmektedir.
Irak’taki İran
İran, 2003’te Saddam rejiminin yıkılmasının ardından Irak’ta kurulan ABD sponsorluğundaki yeni /sözde demokratik sistem etrafında gerek coğrafi yakınlığı gerek sosyal ve ekonomik ilişkileriyle yıllar içerisinde kurmayı arzuladığı nüfuz alanını ülke dışında (sürgünde) bulunan Şii siyasetçilerin ülkeye dönmesiyle inşa etme imkânı yakalamıştır. Ülkede Bağdat siyasetini yönlendirebilen gerekirse siyasal şiddetin her türlü formuna başvurabilen İran merkezli bir güç odağı ortaya çıkmıştır. İran böylelikle Şii yayılmacılığını Lübnan’a kadar ihraç edebileceği ve uluslararası sistemin en güçlü devletini (ABD) kendi sınırlarının dışında karşılayabileceği güvenli bir zemine kavuşmuştur. Ne yazık ki Irak, İran-ABD rekabetine sahne olmaya devam etmektedir. Aynı zamanda Irak’ın kırılgan bir devlet olarak, DEAŞ gibi terör örgütleriyle mücadeledeki başarısızlığı İran’ın sponsorluğunda kurulan Haşdi Şabi gibi merkezi devlet otoritesinden azade silahlı milislerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamış ve İran’ın etki alanı daha da artmıştır. Sonuç olarak Bağdat merkezi hükümetleri modern devlet tanımını şekillendiren ülke sınırları içerisinde şiddet tekelini elinde bulundurma kriterini karşılamada oldukça zorlanmaktadır.
2011’de Arap Baharı rüzgarıyla Suriye’de başlayan gösteriler ve Esed rejiminin kendi halkını katletmeye başlaması, İran’ın tüm istikrarsızlığı ve şiddeti Irak üzerinden Suriye’ye de taşınmasına kapı aralamıştır. İran bir anlamda Rusya ile birlikte Esed rejiminin kanlı eli olmuştur. 2016’da Halep’in düşmesinin acısı hâlâ hafızlarda tazeliğini korumaktadır. 2020’de Türkiye’nin Bahar Kalkanı Operasyonu ile muhaliflerin son sığınağı İdlib ve çevresinde yeni insani trajedilerin önüne geçmesi ülkede Rusya, İran ve Esed rejimi açısından hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağının habercisi olmuştur. Özetle tüm bunlar Suriye iç savaşının ve devrimin sadece ülke içerisinde değil aynı zamanda bölgesel anlamda da önemli sonuçlar doğurduğunu / doğuracağını göstermektedir.
Yeni Bölgesel Dengeler mi?
İran ve Rusya desteğiyle ayakta duran Esed rejiminin yıkılması, bölgede yeni bir siyasi dengeye işaret etmektedir. Bu dengeyi İsrail’in 7 Ekim 2023’ten günümüze Gazze üzerindeki şiddeti, Hizbullah’ın içerisine düştüğü durum, Rusya’nın Ukrayna’dan kafasını kaldıramaması ve Türkiye’nin bölgedeki oyun kurucu rolü kapsamında değerlendirmek daha sağlıklıdır. Son olarak Joe Biden sonrası Donald Trump’ın Ocak 2025’ten itibaren bölgeye yönelik alacağı pozisyon bu dengenin hassas ayarını yapacak süreç olarak değerlendirilebilir.
Tüm bu şartlar altında muhtemel senaryoların başında ABD ve İsrail’in özellikle İran üzerinde daha yoğun bir baskısı gelmektedir. Kaba bir tabirle siyasi ve askeri açıdan budanmış bir İran hedefe koyulabilir. İran’ın nükleer programının yanında Irak’taki nüfuz alanının bozulması olası hedefler arasındadır. Haşdi Şabi’nin ülke genelindeki etkisinin kırılması adına çatışmacı bir ortam körüklenebilir. Maalesef Irak’ta siyasi istikrarı ve asayişi bozucu her türlü dış müdahale başta PKK olmak üzere terör unsularının arzuladığı bir ortamdır. Terörün yaşam alanı bulmaya devam etmesi Irak’ın içine düştüğü kırılganlık girdabını beslemeye devam edecektir.