8 Aralık Devrimi

Suriye’de Baas Düzeninin Sonu

Ve beklenen oldu… 8 Aralık günü başkent Şam’a giren muhalifler, 61 yıllık Baas düzenini ve 54 yıllık Esed hanedanlığını yıkmayı başardı. 13 yıldır Suriye halkına kan kusturan Beşşar Esed, henüz bilinmeyen bir yere gitmek üzere Suriye’den kaçtı… Muhalifler, neredeyse tek bir kurşun dahi atmadan Şam’da yönetimi devraldılar. Böylece Orta Doğu halklarının diktatoryal rejimlere karşı başlattıkları Arap Baharı tam da bitti denilen yerde, yani Suriye’de yeniden ayağa kalkmış oldu. 8 Aralık Devrimi, sadece Suriye’de değil, bölgesel ve küresel düzlemde de yansımaları olacak bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Bu bağlamda, 8 Aralık Devrimi’nin etkileri Suriye’den başlayarak önce Orta Doğu’da, ardından dünyanın dört bir yanında hissedilecektir…

Demokrasiden Diktatörlüğe: Suriye’de Baas Rejiminin Tesisi

Suriyeliler, 8 Mart 1963 günü ülkelerinde artık sıradan hâle gelen bir askerî darbe haberiyle uyandılar. Önceki yıllarda vuku bulan bir düzine darbeden çok da farklı görünmeyen bu yeni askerî müdahalenin 2 yıl önce Mısır’la kurulan birlikten ayrılan Suriye’yi yeniden Mısır’la birleştirmesi bekleniyordu. Ancak kısa sürede 8 Mart darbesinin geçmiş askerî müdahalelere benzemediği anlaşıldı. 8 Mart cuntasının içinde yer alan ve darbenin arkasındaki asıl güç olan Askerî Komite, cuntanın Nâsırcı ve bağımsız milliyetçi unsurlarını kısa sürede tasfiye etmeyi başardı. Hafız Esed’in de aralarında bulunduğu düşük rütbeli subaylardan oluşan beş kişilik Askerî Komite’nin en önemli özelliği Suriye’deki dinî azınlık gruplarına mensup olmalarıydı. Askerî Komite’nin üyeleri arasında üç Nusayri, iki de İsmaili bulunuyordu.

Askerî Komite’nin Suriye’de iktidarı ele geçirmesi eski düzenin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Osmanlı modernleşmesinin Arap coğrafyasındaki aynası olan Suriye, 1946 yılında bir cumhuriyet olarak bağımsızlığını kazanmasının ardından birçok askerî darbeye şahit olmasına rağmen, 8 Mart 1963’e kadar çok partili demokratik siyasal yapısını koruyabilmişti. 1963’ten önce Suriye’de birbirine rakip pek çok siyasî parti faaliyet gösteriyordu ve hükümet serbest seçimler yoluyla belirleniyordu. Yani Suriye’de halk iradesine dayanan bir parlamenter-demokratik sistem mevcuttu.  Bu sistemin merkezinde bulunan Halep ve Şam merkezli siyasi partilerin başında, Osmanlı düzeninden beri etkinliklerini koruyan kentli Sünni elitler vardı. 8 Mart 1963 darbesinin ardından iktidara el koyan mezhepçi azınlık cuntası, önceki yıllarda serbest seçimlere katılan Baas Partisi’nin (Baas, 1954 seçimlerinde parlamentoda 22 sandalye kazanmıştı) sivil kanadını da kısa sürede tasfiye etti. Suriye’de olağanüstü hâl ilan edilirken, tek parti diktatörlüğü kısa sürede tesis edildi. Suriye’de Baas Partisi’ne muhalefet edebilecek herhangi bir örgütlü siyasi yapı kalmadı.

8 Mart 1963 darbesinin en büyük etkisi yüzyıllardır Suriye siyasal sistemine hâkim olan kentli Sünni elitlerin tasfiye edilmesi oldu. Suriye’de yüzyıllar sonra Nusayrîlerin ön plana çıktığı ve çoğunluk üzerinde tahakküm kurduğu bir azınlık diktatörlüğü başladı. 8 Mart darbesinin nimetlerinden faydalanmak isteyen ve özellikle Lazkiye ile ülkenin kırsal bölgelerinden harekete geçen binlerce kişi Şam’a akın etti. Baas rejiminin sosyolojik tabanı kırsal ve dini azınlık bir gruba dayanmaya başladı. Bu durum, 1963 yılına kadar Suriye’ye damga vuran sınıfsal gerginliklerin yerini mezhep çatışmalarına bırakmasına yol açtı.

Baas rejiminin sosyalist reformlarla iktisadi hayatı, seküler reformlarla dini hayatı tanzim etmek istemesi Suriye’de bir dizi ayaklanmanın patlak vermesine neden oldu. Bu ayaklanmalardan en önemlisi 1964 yılında Hama’da Müslüman Kardeşler tarafından başlatılan isyandı. Mervan Hadid’in etrafında toplanan muhalifler, Baas rejimiyle kanlı çatışmalara girdiler. Baas rejimi, özellikle Sultan Camii’nde toplanarak örgütlenen muhaliflere karşı tanklarla şehre girdi. Camileri topa tutmaktan çekinmeyen rejim yüzlerce muhalifi hunharca katletti. 1967 yılında Şam’da ulema ve tüccar sınıfının başını çektiği bir diğer ayaklanma, Baas rejimi tarafından yine şiddetle bastırıldı. Rejim, toplumsal taleplere kapalı olduğuna dair mesajını bir kez daha net olarak vermiş oluyordu.

Esed Hanedanlığı: Baas Diktatörlüğünün Kurumsallaşması

1967 Arap-İsrail Savaşı, Suriye’de de bir dizi değişikliğin fitilini ateşledi. Savunma Bakanı Hafız Esed’in savaş uçaklarını kaldırmayarak Golan Tepelerini bilerek İsrail’e bıraktığı iddiaları rejim içinde gerginliğe sebep oldu. Hafız Esed’in en büyük rakibi yine kendisi gibi Nusayrî olan Salah Cedid idi. Esed-Cedid rekabeti, Esed’in 13 Kasım 1970 tarihinde gerçekleştirdiği bir darbe ile sona erdi. Cedid, 1993 yılında hayatını kaybedene kadar hapse atılırken, Şam’da Esed hanedanlığı iş başına geliyordu. Baas rejiminin toplumsal tabanının zayıf olduğunu bilen Hafız Esed, otoriter-totaliter bir sistem inşa ederek iktidarını sürdürmeye karar verdi. 1971 yılında göstermelik bir seçimle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Esed, Nusayri olması nedeniyle doğabilecek tepkilerin önüne geçmek için 1973 yılında Lübnanlı Şii din adamı Musa Sadr’dan Nusayrilerin Müslüman olduğuna dair bir fetva aldı.

1963 yılından sonra rejim ile toplum arasında patlak veren gerilimin farkında olan Esed, başta Şam burjuvazisi olmak üzere Hristiyan, Dürzi ve İsmaili azınlıklarla iş birliği yapma yoluna gitti. Yine kırsal kökenli bazı Sünni isimleri sisteme eklemlemeyi başardı. Ancak bu ittifak stratejisi, Suriye halkının çoğunluğu oluşturan Sünnilerin rejimle arasında bir güven ilişkisi kurduğu anlamına gelmiyordu. Sistemin merkezine oturan ve devlet kurumlarını doğrudan kendisine bağlayan Esed; ordu, güvenlik güçleri ve istihbarat teşkilatı üzerinden tam bir korku imparatorluğu yarattı. Yeni sistemde Baas Partisi dışında bir siyasi parti kurmak mümkün değildi, seçim sistemi Baas’ın çoğunluğunun değişmesine müsaade etmiyordu. Her ne kadar üst makamlarda bazı Sünniler yer alsa da rejimin kilit noktaları Nusayrilerin elindeydi. Özellikle el-Muhaberat’ın ve Şebbiha’ların toplum üzerinde oluşturduğu korku, toplumun rejime yönelik tepkisini artıran en önemli faktördü.

Hafız Esed’in 1976 yılında Filistin Kurtuluş Örgütünü Lübnan’dan tasfiye etmek için Lübnan İç Savaşı’na müdahale etmesi, Suriye’de bardağı taşıran son damla oldu. 1976 yılında Müslüman Kardeşlerin başlattığı ayaklanma 1982 yılına kadar devam etti. Esed, 1982 yılında, tıpkı 1964’te olduğu gibi, Hama’ya tanklarla girdi ve 40 bine yakın insanı katletti. Hama isyanın bastırılması, Suriye’de muhalefet etmenin tek yolu olarak kalan şiddet kullanımının da halkın elinden alınması anlamına geliyordu. Hafız Esed’in 2000 yılında hayatını kaybetmesine kadar geçen süreçte bir daha toplumsal muhalefet ortaya çıkmadı. 1980’lerin başında Hafız Esed’in kalp krizi geçirmesi nedeniyle kardeşi Rıfat’ın iktidarı ele geçirme çabası dışında Suriye’de herhangi bir siyasi dalgalanma yaşanmadı.

Beşşar Esed: Babasının Yolunda Bir Diktatör

Beşşar Esed, Haziran 2000 tarihinde babasının koltuğuna oturdu. Yurt dışında eğitim alan ve Suriye Bilgisayar Derneği’nin başkanlığını yapan Esed, Suriye’de internetin yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetleri nedeniyle reformcu bir kişilik olarak görülüyor ve ülkede yeni bir dönemi başlatabilecek bir aktör olarak kabul ediliyordu. Esed’in yemin konuşmasında çoğulculuk, şeffaflık ve reformlardan bahsetmesi ülkedeki umutları artırdı. Esed’in konuşmasından cesaret alan ve toplumun tüm kesimlerini temsil eden muhalifler çeşitli sivil toplum forumları vasıtasıyla hukuk üstünlüğünün sağlanması, olağanüstü hâlin kaldırılması ve basın ve ifade hürriyetinin temin edilmesi gibi taleplerini dile getirmeye başladılar.

2000-2001 yıllarında devam eden ve Suriye’de demokrasinin inşası için büyük bir fırsat olarak görülen Şam Baharı, Baas rejiminin güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle bastırıldı. Toplumsal taleplerini barışçıl yollarla dile getiren ve aralarında Hristiyanların da olduğu Suriyeli muhalifler rejim tarafından hapse atıldılar. 2005 yılına gelindiğinde şanslarını bir kez daha denemek isteyen ve liberallerden sosyalistlere, İslamcılardan Hristiyanlara kadar birçok grubu temsil eden muhalifler, Şam Deklarasyonu’nu yayımladılar. Ancak Esed, Suriye’de demokratik sistemin inşa edilmesini ve siyasal diyaloğun başlatılmasını talep eden muhalifleri ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemekle suçlayarak susturma yoluna gitti. Böylece Beşşar’ın babası Hafız Esed’in yolundan gittiği net olarak anlaşılmış oldu.

Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmaları 15 Mart 2011’de Suriye’ye sıçradığında Beşşar Esed’in nasıl bir tepki vereceği merak ediliyordu. Esasında Arap Baharı, Esed rejiminin önünde Şam Baharı ve Şam Deklarasyonu’nun ardından üçüncü bir şans olarak duruyordu. Deraa’da başlayan ayaklanmalar kısa sürede Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye’ye yayıldığında gözler Beşşar Esed’e çevrildi. Beşşar, ilk etapta ayaklanmalara karşı ikili bir strateji izlemeyi tercih etti. Beşşar, sokaklara dökülen halkı teskin edebilmek için bir yandan 1963’ten beri yürürlükte olan olağanüstü hâl yasasını kaldırırken diğer taraftan sivil göstericilerin üstüne tanklarını göndermekten geri durmadı. Beşşar, esaslı reformlar yapmak ve demokrasiyi tesis etmek yerine geleneksel yöntemlere başvurarak muhalifleri şiddet yoluyla bastırmayı tercih etti.

Esed rejimi, 2012-2013 yıllarında muhaliflerin Suriye’deki birçok şehirde yayılması karşısında halkına karşı dış aktörlerden destek almaya başladı. 2013 yılından itibaren Hizbullah’ın Suriye sahasına girmesi, İran’ın Afganistan, Pakistan ve Irak’tan on binlerce Şii milisi getirmesi ve Devrim Muhafızlarını sahaya sürmesi, Esed rejiminin muhalifler karşısında güçlenmesini sağladı. 2015 yılında Rusya’nın hava kuvvetlerinin yanı sıra askeri danışmanları ve Wagner güçleriyle birlikte Suriye’ye girmesi, Suriye İç Savaşı’nın en kritik dönüm noktalarından biri oldu. Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğini alan Esed rejimi, kimyasal silahlar ve varil bombaları kullanmak suretiyle Suriyelilere yönelik katliamlarına aralıksız devam etti. ABD’nin ve Batılı ülkelerin DEAŞ terör örgütüne karşı bir diğer terör örgütü olan PKK/YPG’ye destek vermesi, Esed rejimini bu süreçte rahatlatan bir diğer gelişme oldu. Rejim karşıtı muhalif gruplar İdlib bölgesine sıkıştırıldı. Suriye İç Savaşı’nda yüzbinlerce insan hayatını kaybederken, milyonlarca insan Suriye içinde yer değiştirmek veya ülke dışına göç etmek zorunda kaldı. Suriye’nin kadim şehirleri çatışmalar nedeniyle harabeye döndü. Suriye İç Savaşı, 21. yüzyılın en büyük insanî felaketlerinden biri olarak tarihe geçti.

8 Aralık Devrimi: Suriye’de Korku İmparatorluğu’nun Sonu

Esed rejiminin 13 yıl boyunca Suriye halkını katletme ve ülkesini dış güçlere açma pahasına iktidarını koruması, Arap Baharı sürecinin Suriye’de sona erdiğine dair kanaatlerin pekişmesine neden oldu. Birçok yorumcu ve analist, Suriye tecrübesini Arap Baharı sürecinde diktatoryal rejimlere karşı başlayan hareketlerin nihai başarısızlığının nişanesi olarak takdim etti. İdlib’e sıkıştırılan muhalif gruplar, 27 Kasım 2024 tarihinde Esed rejimine yönelik operasyon başlattığında, kimse 12 gün gibi kısa bir sürede Şam’da iktidar değişikliği olabileceğini tahayyül etmemişti. Fakat muhalifler, 8 Aralık’ta başkent Şam’a girerek Esed rejiminin düştüğünü ilan ettiler. Esed’in Şam’ı terk etmesiyle birlikte 61 yıllık Baas diktatörlüğü tarihe karıştı.

8 Aralık Devrimi’nin Suriye, Orta Doğu ve küresel sistem açısından önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade edebiliriz. Öncelikle, 8 Aralık Devrimi neticesinde Suriye’de 8 Mart 1963 tarihinde açılan Baas Partisi parantezi tamamen kapanmıştır. Böylece Suriye’nin çok partili siyasal sistemini yok eden Baas rejiminin yerine çoğulcu-demokratik bir Suriye’nin inşa edilmesinin önü açılmıştır. Bu bağlamda, muhaliflerin geçmiş tecrübelerden ders çıkardıkları anlaşılmaktadır. Azınlıkların haklarının korunacağının belirtilmesi, devlet faaliyetlerinin devam edeceğinin vurgulanması, şehir merkezlerinde askeri kontrol noktalarının kurulmaması ve askeri kıyafetlerle halk içine karışılmasının engellenmesi ilk etapta atılan önemli adımlar olmuştur. Mısır, Libya, Tunus ve Yemen’de devrim sürecinden sonra yaşananlar Suriyeli muhaliflerin daha itidalli hareket etmesine yol açmış görünmektedir. Ülkede istikrarın sağlanması muhaliflerin ilk hedefi olarak ön plana çıkmaktadır.

Geçiş hükümetinin kurulması ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması muhaliflerin önündeki zorluklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye’nin tarihsel tecrübesi, çoğulcu bir siyasal sistemin inşa edilmesi noktasında yol gösterici olacaktır. Bu noktada, Suriye halkının sürekli olarak yanında olan Türkiye’nin Suriye’de geçiş hükümetinin inşası ve anayasal düzenin tesisi bağlamında önemli rol oynayacağı ifade edilebilir. 8 Aralık Devrimi’nin önündeki en büyük sınamalardan bir diğeri, ABD himayesindeki PKK/YPG’nin ayrılıkçı ajandasıdır. Ancak başta Rakka ve Deyrizor gibi kadim Arap şehirleri olmak üzere kontrol ettiği topraklarda sosyolojik tabanı bulunmayan PKK/YPG’nin buralarda tutunması mümkün görünmemektedir. Özellikle Donald Trump’ın ABD grand stratejisini Asya-Pasifik bölgesi üzerine kurgulaması Suriye’de PKK/YPG’yi boşa düşürecektir. 8 Aralık Devrimi’nden sonra PKK/YPG’yi Suriye’de zor günler beklemektedir.

8 Aralık Devrimi, Orta Doğu’da bittiği iddia edilen Arap Baharı dalgasının aslında sona ermediğini ortaya koymuştur. Bugünden sonra, toplumsal talepleri ciddiye almayan ve halk iradesine dayanmayan rejimlerin halklarına yönelik tutumları değişecektir. Otoriter rejimler, Baas rejiminin çöküşünü gördükten sonra kendilerine çekidüzen vermek zorunda kalacaklardır. 8 Aralık Devrimi’nin bir diğer etkisi, Suriye’de ve Orta Doğu’da İran’ın etkisinin ortadan kalkmasına zemin hazırlamasıdır. Lübnan’dan Yemen’e kadar Şii paramiliter güçler marifetiyle Orta Doğu’yu şekillendirmeye gayret eden İran’ın bölgesel hegemonya arayışı büyük bir darbe yemiştir. İran’ın bundan sonraki süreçte kendi içine dönmesi ve yayılmacı hedeflerini bir kenara bırakması en kuvvetli ihtimaldir.

Suriye’de yaşanan sürecin kazananı ise Türkiye’dir. Türkiye, güney sınırlarında istikrarsızlık kaynağı olan Baas rejiminin çökmesiyle birlikte rahat bir nefes almıştır. 40 yıldan fazla bir süredir terör örgütlerini Türkiye’ye karşı kullanan Baas rejiminin yıkılması Türkiye’nin ulusal güvenliğine olumlu katkı sağlayacaktır. Hem siyasi geçiş sürecinde hem de Suriye’nin yeniden inşa sürecinde Türkiye’nin Suriye’de aktif bir rol oynaması kuvvetle muhtemeldir. Suriye’de istikrarın tesis edilmesiyle birlikte sayıları 3 milyonu bulan Suriyeli mültecilerin güvenli ve onurlu geri dönüşlerinin sağlanması Türkiye’yi rahatlatan bir diğer gelişme olacaktır. İlerleyen yıllarda Türkiye ile Suriye arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi de Türkiye ekonomisine artı değer sağlayacaktır.

8 Aralık Devrimi’nin bir diğer kaybedeni Rusya olmuştur. Suriye rejimini korumak için varını yoğunu ortaya koyan Rusya’nın Orta Doğu’daki etkinliği ciddi anlamda kısıtlanacaktır. Suriye macerasının Rusya açısından hezimetle sonuçlanmasının Ukrayna sahasında da etkileri görülecektir. Son olarak, Suriye’de bitti denilen devrimin yıllar sonra başarılı olması küresel düzeyde diktatoryal rejimlere karşı mücadele eden hareketlere ilham kaynağı olacaktır.

[Doç. Dr. Nuri Salık, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu