19 Kasım 2024 tarihli New York Times ve Washington Post gazete haberlerine göre, Biden yönetimi Ukrayna’nın uzun zamandır talep ettiği ATACMS füzeleriyle, Rus-Ukrayna sınırı ötesindeki Rus topraklarının derinlemesine vurulmasına izin vermiştir. ABD yönetimi ayrıca, aldığı bu yeni kararını Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kore askerlerini Ukrayna’da Rus saflarında savaştırılmak üzere konuşlandırmasına bir karşılık olduğunu ima etmiş ve böylece durumu meşrulaştırmak istemiştir. Takiben basına düşen bir başka habere göre ise Birleşik Krallık ve Fransa’da, Ukrayna’ya temin ettikleri füzelerin Kiev tarafından Rus topraklarına yönelik olarak kullanılmasına izin vermiştir. Bu noktada göze çarpan önemli bir detay ise Almanya’nın ABD’nin müttefikleri arasında farklı bir tutum takınmış olmasıdır. Nitekim Almanya henüz Rusya’ya yönelik derin vuruş konusunda Batılı müttefiklerini destekler bir açıklama yapmamıştır. Geçtiğimiz hafta Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Putin ile iki senelik kopukluğun ardından ilk kez bir telefon görüşmesi yaptığını hatırlıyoruz; bu konuşma esnasında tartışılanlar Berlin hükümetinin farklı davranmasında ne kadar etkili olmuştur, bilinmez. Ama, anlaşılan Almanya artık yavaş yavaş Ukrayna Savaşı’nın gidişatı ve bunun özellikle Avrupa ekonomisi üzerindeki etkisi hakkında daha ciddi hesaplar yapmakta. Sözün özü, ATACMS ve Storm Shadow-SCALPs kararları Avrupa’da bir birlik duygusunu henüz tetiklemiş değil.
Nükleer Doktrin Cevabı Ciddiye Alınmalı
Öte yandan, ABD’de Biden yönetimi tarafından Ukrayna’ya tedarik edilen ATACMS füzelerinin Rusya topraklarına yönelik olarak kullanılmasına izin verilmiş olması, bazı Amerikan yetkililerini de endişelendirmiştir. Zira, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin, ABD menşeili ATACMS füzelerinin kullanımı ile ilgili alınan karar günü 19 Kasım’da, söz konusu füzelerle yapılacak saldırıda Rus topraklarının vurulması hâlinde, Moskova ile NATO’nun savaş noktasına gelebileceği uyarısında bulunmuştur. Daha da önemlisi, Rusya Devlet Başkanı Putin, yeni Rus Nükleer Doktrini’nin revize edilmiş hâlini-Eylül ayında uluslararası kamuoyu ile paylaşılmış olan- hemen aynı gün imzalamış, yürürlüğe konulmasını onaylamıştır. 19 Kasım 2024 tarihinde Putin’in imzaladığı bu son kararnameye göre, Moskova’nın nükleer silah kullanım koşullarında bazı güncellemeler yapılmış ve dolayısıyla kullanıma dair eşik de oldukça düşürülmüştür. Günümüz mevcut koşullarında, Rusya topraklarının olası bir füze saldırına uğraması hâlinde bu yeni doktrin, Moskova’nın karşılık olarak nükleer silah kullanma hakkını meşru olarak kabul etmektedir. Buna göre, nükleer olmayan bir ülkenin nükleer silah sahibi başka bir ülkenin desteğiyle Rusya topraklarına (veya Beyaz Rusya’ya) füze veya insansız hava araçları ve savaş uçaklarıyla saldırıda bulunması durumunda, Rusya’nın karşılık olarak nükleer yanıt vermesi beklenebilir. İlaveten, saldırıyı yapan nükleer olmayan ülkenin destek almış olduğu tüm ittifak üyeleri de Rusya’ya yönelik gerçekleştirilen söz konusu saldırının tarafı sayılacaktır.
Ukrayna Savaşı boyunca Rusya Devlet Başkanı Putin, şimdiye kadar sahip olduğu taktik nükleer güçlerini (500 km menzilli bu silahlar menzilleri itibarıyla savaş alanı veya kısa menzilli silahlar olarak da tanımlanmaktadır) birçok kez kullanma tehdidinde bulunmuş ve böylece Batı’nın Kiev’e yönelik desteğini nükleer savaş korkusu ile sınırlamak istemiştir. ABD Başkanı Biden’ın son ATACMS kararına kadar, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğinin sınırlı tutulmasında bu Rus nükleer kartı pekâlâ işe yaramıştı. Bugün ise özellikle yaklaşık iki aylık bir süre zarfında, yani Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasına kadar geçecek zaman zarfında uluslararası toplumu -ve tabii ki Ukraynalıları da- oldukça karmaşık ve tehlikeli günler beklemektedir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in son adımı, Rus nükleer doktrinindeki revizyonu onaylamış olması Moskova’yı caydırıcılığın doğası gereği oldukça sıkıştırmış, eyleme mecbur bırakmıştır. Her ne kadar Putin Biden’ın ATACMS kararına karşılık olarak bir ara çözüm bulmuş ve şimdilik orta menzilli füzelerini kullanarak bir misillemede bulunmuşsa da sınırlı bir Rus taktik nükleer gücünün kullanılması ihtimali savaş gündeminden düşmemiş ciddi bir risktir.
Rusya’nın nükleer tehditlerini, Batılı aktörler genelde sadece bir tehdit olarak görme eğilimindeler. Oysa Rusya için nükleer caydırıcılık, savunmanın son aşaması olarak son derece ciddiye alınmaktadır. Bu konuda Rusya’nın elinde nükleer caydırıcılığı zarar gördüğü takdirde, zararı telafi edebilecek fazla bir enstrüman yoktur. Bilindiği üzere Soğuk Savaş döneminde, ABD/NATO’nun konvansiyonel kapasitesi Sovyet Kızıl ordusununkiyle karşılaştırıldığında bu oran 3’e 1 oranında Sovyetlerin lehineydi. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde, bu oran tam tersine dönmüş ve Rusya Federasyonu konvansiyonel alandaki üstünlüğünü Batı’ya kaptırmıştır. O günden bugüne Moskova yönetimleri askeri alandaki konvansiyonel açıklarını nükleer silahlarla telafi etme yolunu tercih etmiş, böylece 1993 sonrası farklı nükleer strateji belgeleri kabul etmiş, en son 2020’de ilan edilen Nükleer Doktrinlerini de 2024 Kasım ayında revize etmişlerdir. Bu revizyon ile Rusya Devlet Başkanı Putin, ATACMS saldırısından sonra ülkenin nükleer silah kullanma eşiğini oldukça düşürmüştür. Moskova’ya karşı konvansiyonel füzeler, insansız hava araçları veya uçaklarla gerçekleştirilecek büyük çaplı bir saldırı-veya Belarus’a yapılacak bir saldırı-veya Rusya’nın egemenliğine yönelik herhangi bir kritik tehdit, Moskova’nın nükleer karşılık vermesi için artık yeterli bir kriter olarak değerlendirilecektir. Ayrıca, herhangi bir koalisyona taraf olan bir devletin Rusya’ya yönelik gerçekleştirebileceği saldırı da Moskova tarafından tüm koalisyonun/grubun saldırısı olarak değerlendirilecektir. 1990’lardan itibaren Rus nükleer doktrinlerin temel ortak noktası, Moskova’nın yeni dönemde caydırıcılığını artık nükleer silahların ilk kullanımına dayandırmış olmasıdır. Böylece, Moskova olası kriz anlarında-Ukrayna Savaşı da dahil olmak üzere-Batı’nın üstün konvansiyonel kapasitesini, nükleer kart tehdidini göstermek suretiyle ve dolayısıyla da tırmandırma korkusu (fear of escalation) yaratarak dengelemek istemektedir.
Yeni ATACMS Kararı ile Ukrayna Yarı Vekalet Savaşında Tehlikeli Bir Viraja Yaklaşıyor
20 Kasım 2024 tarihinde, Rusya’nın Ukrayna saldırısıyla başlayan savaş 1000. gününü tamamladı. Ukrayna Savaşı bizlere konvansiyonel ve nükleer savaş kadar vekalet savaşlarının doğasını yeniden hatırlatıyor. Alanın uzmanları da bu konuyu yeniden mercek altına alıyor, tekrar tekrar konuyla ilgili ciddi analizler çıkıyor. Aslında, Birinci Soğuk Savaş döneminde uluslararası toplum vekalet savaşı tanımı ve örnekleri ile sıklıkla karşı karşıya kalmıştı. Bilindiği üzere, vekalet savaşında genelde birbirine hasım olan devletler-ister büyük ister orta veya küçük güç olsun-fiilen birbirlerine saldırmazlar ve bunun yerine üçüncü bir tarafın-bu bir devlet olabileceği gibi devlet dışı aktör de olabilir-vasıtasıyla ortaya çıkan savaşta uzaktan mücadelelerini sürdürürler. Barry Buzan’a göre ise hem Birinci Soğuk Savaş hem de onun tanımıyla İkinci Soğuk Savaş döneminde (ki biz buna Yeni Soğuk Savaş diyoruz) yarı-vekalet savaşı örnekleriyle sıklıkla karşılaşılmaktadır[1]. Buzan, yarı vekalet savaşını bir büyük gücün doğrudan rakip tarafın/kampın yerel vekil gücüyle çatışmaya girdiği bir durum olarak tanımlamaktadır. Yarı vekalet savaşları hâlihazırda büyük güçlerin birbirleriyle doğrudan çatışmaya girmesini engellemekle birlikte, bu tür savaşlar klasik vekalet savaşlarından daha tehlikelidir. Zira, yarı-vekalet savaşlarındaki ince kırmızı çizgi yani, soğuk ve sıcak savaş arasındaki hassas ayrım çatışma ve rekabet süreci içinde bulanıklaşabilmektedir. Bugün Biden’in Ukrayna’ya ATACMS füzeleri ile Rusya topraklarının derinliklerini vurma izni vermesine karşılık Putin’in de Rus nükleer silah kullanma koşullarını revize ederek nükleer tehdidi yeniden gündeme getirmesi, sıcak-soğuk savaş arasındaki çizginin aşınmasına sebebiyet verebilecek derecede/önemli ve tehlikeli bir durumdur.
Bugüne kadar Putin’in Ukrayna Savaşı’nda ara ara taktik nükleer tehdit kartını sahaya sürmesi- ve böylece Batı’ya sıcak ve hatta nükleer bir savaş ihtimalinin hiç de uzak olmadığını hissettirmesi-Batı’nın Kiev’e yönelik askeri desteğini kısıtlamak ve daha da önemlisi Batı’nın/ABD’nin doğrudan Ukrayna Savaşı’na müdahil olmasını engellemek içindir. Aslında, Rusya’nın korkutmaya dayanan bu tırmandırma taktiği ABD seçim sonrası müesses nizam ile Trump arasında başlayan yeni kapışmaya kadar gayet iyi işlemiştir.
Bu noktada, Biden yönetiminin bugüne kadar direnip de neden şimdi Kiev hükümetine ABD menşeili ATACMS füzelerini kullanma yetkisi verdiği tabii ki sorgulanabilir. Biden yönetiminin bu aşamada bir hedefi de Trump’ın başkanlık görevi başlamadan- ve tabi bir barış masası kurulmadan-Ukrayna’ya gerekli askeri yardımları ulaştırmak ve mümkünse Kursk bölgesinin Kiev’in elinde kalmasını sağlayarak-ve gerekirse, söz konusu ATACMS füzelerinin kullanılmasıyla- masada Kiev’in elinin güçlendirmektir. Biden yönetiminin bir diğer hedefi, tabii ki Trump yönetimini devir teslim sonrasında mümkün olduğunca zorlamak ve sonuçta, yeni Başkanı başarısız kılmaktır. Nitekim “ABD politikasında büyük değişiklik” başlığını atan Rus ekonomi gazetesi Kommersant, Biden’ın ATACMS füze kararını hem Ukrayna Savaşı’ndaki gerilimi tırmandırmaya yönelik bir adım olarak değerlendirmiş hem de yeni başkan Trump’ın hayatını zorlaştırmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirmiştir. Bize göre ise ABD’deki Demokrat Parti hükümetinin bu son provokatif ATACMS kararı hem Ukrayna savaş sahasında gerilimi oldukça tehlikeli bir boyuta tırmandırmış hem de Trump yönetiminin hedeflediği Ukrayna barışını imkânsızlaştırmak için yapılmıştır.
Nitekim Biden yönetimi giderayak Ukrayna’ya ATACMS füzelerini Rusya’da kullanması için izin verince-ve Kiev de bunları kullanınca-herkes Rusya’nın nükleer cevap verip vermeyeceğini tartışırken, Moskova rasyonel bir nükleer aktör olarak Ukrayna’ya yönelik misillemesini konvansiyonel orta menzilli balistik füze saldırısı ile sınırlı tutmuştur. Bu noktaya kadar Ukrayna savaşı yarı vekalet savaşı iken birdenbire durum bir Rusya-Batı sıcak çatışmasına doğru evrilmiştir. Putin’in Orenshik füze misillemesiyle verdiği önemli bir mesaj vardır: Batı’nın ve dolayısıyla vekil Zelesky’nin bundan sonra kendini sınırlaması gerekiyor. Aksi durumda Moskova’nın yeni nükleer doktrini çerçevesinde vereceği yanıt ya sınırlı bir taktik nükleer saldırı ya da Putin’in bu perşembe günü belirttiği gibi Ukrayna’daki tüm askeri hedeflerin daha şiddetli bir biçimde orta ve belki daha ötesi füze kabiliyetleriyle vurulması olacaktır.
Ne Beklemeliyiz?
Bugün Ukrayna Savaşı’nda gelinen bu kritik noktada, maalesef ABD iç hesaplaşmasının doğrudan sahaya yansımasını görmekteyiz. Özellikle, ABD’nin yeni Başkanı olacak Trump’ın Ukrayna barışı yönünde verdiği sözünü gerçekleştirmemesi için topal ördek Biden’ın tüm dünyayı ateşe atmaktan hiç çekinmediği görülmektedir. Anlaşılan ABD başkanlık devir teslimine kadar, yarı vekalet savaşının kızışması ve her an Rusya-Batı/NATO savaşına dönüşmesi ciddi bir risk olarak ortada durmaktadır. Umalım ki, Biden yönetimi dünyayı nasıl bir girdaba sürüklediğinin farkına vararak, yeni Başkan Trump’ın barış görüşmelerini engellemek adına benimsediği bu riskli davranışından vazgeçer. Zira, herkesin hemfikir olduğu gibi belki Kiev tarafından ATACMS’ların kullanımı, Ukrayna savaş sahasının gidişatını değiştirmez ama olası bir taktik nükleer silah kullanımı her şeyi değiştirir. Böyle bir senaryoda Batı ve Rusya tarafları arasındaki bir tırmanmanın nerede duracağı kestirilemeyeceği gibi 500 km menzilli kısa/taktik nükleer füzelerin kullanılması hâlinde Avrupa’da ortada artık bahsedilebilecek bir Ukrayna savaş sahası da kalmaz.
Bazı iddialara göre, yeni seçilen Başkan Trump ve Elon Musk kapalı kapılar ardında Ukrayna ile ilgili olarak ateşkes meselesini Rus tarafıyla gizlice görüşüyor. Bu arada, Moskova yönetimi de Kiev’in ATACMS saldırısına karşılık gerçekleştirdiği misillemede kullandığı yeni tip orta menzilli balistik füzesiyle NATO savunmasını aşabilen/atlatabilen bir nükleer saldırıyı test etmiştir. Bu da Moskova’nın artı hanesine yazılmıştır. İddiaya göre, Rusların kullandığı ve Dnipro’yu konvansiyonel savaş başlıklarıyla vurduğu RS-26 füzeleri altı bağımsız başlık taşımaktadır. Dolayısıyla bu tip füzelere karşı savunmanın sağlanması çok güçtür. Bu son füze şovu ile Rusya aslında tüm Avrupa’yı ve ABD’yi bir sonraki hamlesinde neler yapabileceği konusunda uyarmış olmuştur. Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Putin bu son saldırı sonrasında onaylamış olduğu son Rus nükleer doktrini çerçevesinde, gerekirse hem Ukrayna’nın balistik füze saldırısına izin veren ülkelerin askeri tesislerini vurma meşru hakkına sahip olduklarını ifade etmiş hem de böyle bir saldırıda bulunmadan önce Ukrayna’daki sivil halkın tahliyesi için gerekli olan uyarıda bulunacaklarını belirterek hâla rasyonel aktör olduğunu, dolayısıyla Trump dönemi pazarlıklara açık olduğunu ima etmiştir.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in uluslararası kamuoylarına yönelik yaptığı son açıklamalar Moskova’nın yeni nükleer doktrin çerçevesinde neler yapabilecekleri-konvansiyonel ve nükleer karşılık vermek dahil olmak üzere- hakkında oldukça ciddi ipuçları vermektedir. Dolayısıyla, an itibarıyla Ukrayna’daki savaş yarı vekalet savaşının o kırmızı çizgisini çoktan aşmış ve küresel bir boyuta doğru evrilmiştir. Önümüzdeki iki ayın oldukça kritik olacağı kesin. Nefesler tutulmuş bir durumda ABD ve Rusya gibi nükleer vuruş kapasitesi açısından büyük güçlerin bundan sonra nasıl tepki verecekleri hesaplanmaya çalışılmakta. Umalım ki Putin’in bu son mesajı Washington’daki Biden yönetimince doğru okunsun ve gereği yerine getirilsin. Zira, Ukrayna Savaşı’nda Batı ideolojik bir zafer kazanma peşindeyken tüm küresel nükleer düzen değişebilir.
[Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, Milli İstihbarat Akademisi’nde öğretim üyesidir.]
[1] Barry Buzan, “A New Cold War: The Case against for a General Concept”, International Politics, 61/239 (2024): s. 249.