27 Kasım gece saat 4’te İdlib’in batısındaki Suriyeli muhalif gruplar Halep’in batısındaki rejim kontrolündeki bölgelere bir operasyon başlattı. “Saldırganlığın Caydırılması” adı verilen operasyon, adından da anlaşılacağı gibi son dönemde bölgede yaşanan yerel çatışmalar, topçu atışları, FPV drone saldırıları ve sızma girişimleri gibi olayların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yine de muhaliflerin böyle bir operasyona başlamasının arkasında yerel ve bölgesel gelişmelerin birleşiminin etkisi olduğunu söylemek uygun olacaktır. Bu yazıda, ilk 24 saatte hızlı bir ilerleme kat ederek Halep’in 3 km yakınına kadar ulaşan Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu’nun nedenleri, hangi grupların katıldığı, operasyonun amaçları, müdahil aktörlerin tepkileri ve muhtemel gelişmeler hakkında bir değerlendirme yapılacaktır.
Neden Şimdi?
Operasyonu anlamak için öncelikle böyle bir operasyonun neden şimdi başladığı sorusuna bir cevap üretmek gerekiyor. Bunun için ise sahadaki yerel şartları ve müdahil aktörlerin bölgesel gelişmelere yönelik yaklaşımlarının yerel etkilerine odaklanmak uygun olacak.
En başta belirtmek gerekirse Suriye’de herhangi bir operasyona yerel şartlar uzun yıllardır zaten hazır ve uygun. Yalnızca Suriyeli muhalif gruplar değil, Esed rejimi unsurları veya Şii milislerin de her daim canlı tuttuğu bir operasyon ve sahada ilerleme isteği olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bir operasyon için gerekli bir şart olsa da yerel unsurların hazır olması gerekli şartları sağlamaya yetmiyor. Özellikle 2016 sonrası Suriye iç savaşında dengenin müdahil devletler ve aktörlerin kontrolünde olduğu ve yerel unsurları askeri ve diplomatik olarak desteklerken diğer yandan onların askeri hareketliliklerine bir politika çerçevesinde sınırlar koyduklarını ve yönlendirdiklerini de görmekteyiz. Dolayısıyla, Suriye’de operasyonların önündeki engel her zaman bölgesel ve küresel gelişmelerin etkilerinin yanı sıra Türkiye, Rusya, İran ve ABD gibi sahada askeri varlık gösteren müdahil ülkelerin arasındaki müzakere ve anlaşma süreci oluyordu.
Bölgesel şartlar ve müdahil aktörlerin pozisyonuna baktığımızda resim biraz daha netleşecektir. Öncelikle rejimin en büyük destekçisi olan Rusya’nın Ukrayna Savaşı ile neredeyse 3 yıldır meşgul olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu durum Suriye’de bir boşluk oluştursa da şu ana kadar Türkiye’nin bir operasyona girişmesi için gereken şartları yaratmamıştı. Diğer taraftan 7 Ekim sonrası Hizbullah ve İran destekli grupların İsrail-İran mücadelesinin sonucu olarak baskı altında olması, bir operasyon için ek bir uygunluk oluşturdu.
Yine de bu şartlar bir operasyon için yeterli şartları oluşturmaya yeterli olmadı. Çünkü eğer öyle olsaydı 3 yıllık Ukrayna Savaşı ve 1 yıldır İsrail-İran rekabeti sebebiyle oluşan boşlukta bir operasyon görebilirdik. Dolayısıyla, böyle bir operasyonun daha önce değil de şimdi olmasının son büyük ve belki de ateşleyici sebebi Ankara-Şam müzakerelerinin durumu oldu diyebiliriz. Ankara’nın Şam’a bölgesel olarak İsrail yayılmacılığı, yerelde ise PKK/YPG terörü tehdidine karşı açtığı müzakere kapısının son 10 günde kapanması ile Türkiye’nin bir operasyona dair çekinceleri yok olmuş gibi görünüyor. Ankara-Şam müzakerelerinin çıkmaz sokağa girmesi ve pratikte sonlanmasıyla da müdahil aktörlerin şartları yerelle birleşmiş ve muhalifler Halep’e doğru operasyona başlayabilmiş oldu denilebilir.
Bu noktada operasyonu artık zorunlu kılan gelişmeler ise Tel Rıfat ve Münbiç bölgelerindeki Esed rejimi ve PKK/YPG’nin ortak üslerinden muhalif bölgelere saldırı ve sızma girişimlerinin oldukça artması oldu. 25 Kasım gecesi el-Bab’da yaşanan YPG terör saldırısına bir cevap üretmek muhalifler için gerekli hale geldi. Tüm bu yerel şartlar, müdahil aktörlerin pozisyonları ve bölgesel durum birleştiğinde ise Suriye’de görece yaklaşık 5 yıldır devam eden çatışmasızlık dönemi sona ermiş oldu.
Operasyonun başlamasıyla birlikte dikkat çeken en önemli noktalardan birisi ise muhaliflerin rejime karşı hızlı ilerleyişi oldu. Esed rejiminin Suriye’deki tüm yerel aktörler ve gruplar arasında en zayıf askeri güç olduğu gerçeği bir kez daha öne çıktı. Rus hava desteği olmadığında, bir düzenli ordudan öte milis yapılanması şeklindeki düzensiz birliklerden oluşan rejim ordusunun sahada tutunamadığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan kullanılan gece görüş sistemleri, kamikaze İHA’lar, FPV dronlar düşünüldüğünde muhalif grupların askeri kapasitesi ve artan kabiliyetleri dikkat çekicidir. Sahadan gelen görüntülerden Rus FPV drone operatörlerinin muhaliflerle çatışmalarda öldüğü ve Esed rejim ordusunun 46. Alay üssünün ele geçirildiği düşünülürse muhaliflerin askeri olarak şu ana kadar başarılı bir performans gösterdikleri söylenebilir. Sahadaki durumu değiştirecek en büyük etkenin ise Rus hava gücü olduğunu tekrar vurgulamakta fayda olacaktır.
Halep Bizim Meselemiz mi?
Bu aşamada operasyonun adı, saldırıların caydırılmasını ve muhalif bölgelerin güvenliğini vurguluyor olsa da ilk 24 saatte yaşanan hızlı ilerleme sonrası asıl gündem Halep’in muhalifler tarafından ele geçirilip geçirilemeyeceği oldu. Muhalif güçler her ne kadar kırsalda başarılı bir şekilde ilerlese de Halep gibi büyük bir şehirde yaşanacak meskûn mahal operasyonunda Rus hava unsurlarının muhtemel saldırıları sonucu ilerlemenin yavaşlayacağını ve şehir içi çatışmaların oldukça uzun sürebileceğini, dolayısıyla Halep’in ele geçirilmesinin kısa vadede çok da muhtemel bir senaryo olmadığını vurgulamak gerekmekte.
Ancak bu noktada Halep’in stratejik değerini vurgulamak ve Türkiye için muhtemel anlamını da ortaya koymak gerekmektedir. 2011 öncesi Suriye’nin başta gelen şehirlerinden olan Halep’in, rejimin kontrolüne geçmesi sonrası şehirdeki sivillerin muhalif bölgelere tahliyesi ve hava saldırıları sonrası Türkiye’ye göç dalgası düşünüldüğünde hem Suriyeli muhalifler hem de sığınmacı statüsündeki Suriyeli siviller açısından değeri oldukça büyüktür.
Diğer yandan Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümünün Halep’ten geldiği düşünüldüğünde şehrin Türkiye’nin Suriye politikasındaki yeri de oldukça büyüktür. Türkiye’nin her fırsatta vurguladığı, Suriyelilerin onurlu ve gönüllü olarak geri dönüşünü sağlama noktasında Halep gibi bir şehir merkezini kontrol ediyor olmak, sığınmacıların dönüşü için önemli bir dönüm noktası olabilir. Hatta iddia edilebilir ki, kısa ve orta vadede Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için en gerçekçi senaryo Halep gibi bir şehrin Türkiye’nin güvenlik şemsiyesi altında muhaliflerin kontrolünde bulunmasıdır.
Son olarak, mevcut operasyonun hızının kaybedildiği ve Rusya’nın hava saldırılarının arttığı bir senaryoda da konunun Türkiye’yi doğrudan ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Rusya’nın hava saldırılarını artırması durumunda bu saldırılar yalnızca çatışma hatlarını hedef almayacak, bunun da ötesinde geçmişte gördüğümüz gibi İdlib’deki TSK üs bölgelerine tacizler yaparak ve özellikle yoğun sivil bölgelerini bombalayarak Türkiye’ye doğru bir göç dalgası baskısı oluşturma amacı taşıyacaktır. Ruslar böylece hem masada hem sahada Türkiye’nin muhaliflerini durdurmak zorunda kalacağı bir denklem kurmaya çalışacaklardır.
Hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin değişmeyen bir durum var ki Halep ve mevcut operasyon Türkiye’nin Suriye politikasını ve ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla operasyona yönelik hem masada hem sahada Türkiye’nin belirli girişimlerde bulunacağını ve riskleri elimine etmeye çalışacağını öngörebiliriz.
Bundan Sonra Ne Olacak?
Operasyonda kısa vadede ne olacağına bakarsak, muhalif grupların Halep’in batısında kuzey ve güney hattında Halep’e giriş çıkışları kontrol edebilmek için M5 karayoluna ve Tel Rıfat yoluna ulaşmaya çalışacakları öngörülebilir. Eğer sahada bu adım gerçekleştirilirse Tel Rıfat hattının da ısınması, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekât bölgelerinden Suriye Milli Ordusu unsurlarının yeni bir cephe açmasını bekleyebiliriz. Bu noktada da Tel Rıfat’taki PKK/YPG varlığı sebebiyle Türkiye’nin de terörle mücadele doğrultusunda operasyona doğrudan dahil olması için uygun ortam oluşabilir. Bu durumda, Halep hattında ciddi bir kazanım elde edilmediğinde ve muhalifler geri çekilmek zorunda kaldığı durumda bile Tel Rıfat’ın terör örgütünden temizlenmesi kazanımı elde edilerek, Halep’e yönelik baskı artırılmış olacaktır.
Ancak bu hızlı ilerlemenin sahada riskler taşıdığını da unutmamak gerekiyor. Her ne kadar ana odak Halep’in savunması olacak olsa da rejim güçleri ve Şii milislerin Halep batısında ilerleyen muhalif unsurların arkasına geçmesi, muhalifleri kuşatma ve ablukaya düşürme riski de bulunmakta. Bu da sahadaki gelişmelere dair dikkat etmemiz gereken trendlerden biri olarak söylenebilir.
Diğer taraftan Rus hava saldırıları ilk 24 saatte beklenenden oldukça az gerçekleşse de önümüzdeki süreçte artma riskini de göz ardı etmemek gerekir. Her ne kadar Ruslar şu an Ukrayna sahasında geçen yıllara göre kısmen daha konforlu durumda olsalar da aktif bir savaş sebebiyle Suriye’de görece zayıf veya göreve hazır olmayan birlikler bırakmış olabilirler. Diğer taraftan muhalif unsurların Rus uçaklarına karşı MANPADS kullanımı da hava unsurlarının etkinliğini düşürebilecek bir gelişme olarak dikkat çekiyor. Yine de Rusların her ne sebeple olursa olsun ilk 24 saatteki zayıflığa rağmen önümüzdeki süreçte hava saldırılarını yoğunlaştıracağını tahmin edebiliriz.
Sahadaki durum ve muhtemel gelişmeler bunlarken, operasyonun geleceğinin bölgesel gelişmeler ve müdahil aktörlerin müzakereleri üzerinden şekilleneceğini de unutmamak gerekiyor. Burada da öne çıkan nokta, Türkiye-Rusya müzakereleri olacaktır. Geçtiğimiz aylarda Ankara-Şam normalleşmesi gündemi üzerinde yoğunlaşan müzakerelerin, şu aşamada muhaliflerin operasyonuna odaklanacağı aşikâr. Ancak Rusya’nın son dönemde Suriye ve Lübnan eksenindeki yaklaşımı ve Esed rejiminin manevraları da mevcut durumu anlamak için önemli.
Geçtiğimiz hafta konuşan Rusya’nın Suriye özel temsilcisi Lavrentiev, İsrail’in kendilerinden Lübnan-Suriye sınırında Hizbullah’ın silah kaçakçılığı ve lojistiğini denetlemek konusunda bir garanti talep ettiğini ancak Rusların bunu veremeyeceğini belirtmesi dikkat çekmişti. Bu açıklama, İsrail’in Suriye’deki Hizbullah varlığına ve sınırdaki hareketliliğine odaklanmasını gösterdiği kadar Rusya ve Esed rejimi için bir başka gelişmeye daha işaret etmektedir. Lübnan basınında çıkan bir iddiaya göre İsrail, Esed rejiminin Hizbullah’la bağını koparması ve Rusya’nın Lübnan Suriye sınırında Hizbullah hareketliliğini engellemesine karşılık İsrail’in ABD’nin Esed rejimine uyguladığı ekonomik yaptırımları kaldırma sözü üzerine bir anlaşma önermişti. Ki bu gelişmelerden hemen sonra Ankara-Şam normalleşme müzakerelerinin çöktüğü düşünüldüğünde, Esed rejiminin İsrail yayılmacılığına karşı Ankara ile uzlaşmaya gitmek yerine, Rusya üzerinden İsrail’le bir pazarlığa giriştiği iddia edilebilir.
Tüm bunlar dolayısıyla şu aşamada, Rusya ile Türkiye’nin yolu Suriye’de kısmen ayrılmış görünüyor. Her ne kadar Astana mekanizması gibi iletişim kanalları ve Suriye’nin ötesindeki ilişkilerin unutulmaması gerekse de operasyon ve İsrail merkezli gelişmeler tarafları farklı noktalara itmiş durumda. Dolayısıyla, Ankara-Moskova ilişkilerinin bir stres testinden geçeceği ve bu müzakerelerin de Halep’teki durumun geleceğini belirleyeceğini söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, Suriyeli muhalif grupların başlattığı Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu, ilk 24 saat sonunda saldırganlığı caydırmanın da ötesine geçerek Halep’in kuşatılmasının konuşulduğu bir hal almıştır. Rusya’nın Ukrayna odağı ve İsrail’le anlaşma ihtimali, İran ve Hizbullah’ın İsrail’le mücadelede içinde bulunduğu baskı ve Ankara-Şam hattında çıkmaz sokağa giren normalleşme müzakerelerinin sonucu olarak ortaya çıkan bu operasyonun geleceği ise ikinci günde sahada yaşanacak askeri gelişmelerin yanı sıra bölgesel gelişmelere ve müdahil aktörlerin arasındaki müzakerelerle de şekillenecektir.
[Ahmet Arda Şensoy, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]