21.yüzyılın bölgesel gelişmeleri açısından en önemli başlıklardan biri; Türkiye-Katar ittifakının Orta Doğu gibi çalkantılı, kırılgan ve çok boyutlu çatışma dinamiklerine maruz bölgesel zeminde güçlenerek direncini muhafaza etmesidir. İran ile Suudi Arabistan arasındaki hiyerarşik rekabete alternatif olarak ve Batı ile Çin, Rusya gibi alternatif merkezler arasındaki sıkışmışlığa itiraz ederek Türkiye ile Katar’ın otonomi kapasitelerini artırma arayışları ittifakın en önemli sonuçlarından olmuştur. Bu çerçevede Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite (YSK) 10. Toplantısı sadece iki ülke arasındaki ilişkilerin farklı boyutlarda derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi açısından değil, aynı zamanda yeni dönemdeki farklı dinamiklere hazırlık ve cevap niteliği de taşımaktadır.
Kısa Dönemselleştirme
2010 öncesinde bazı adımlar ile ikili ilişkileri geliştiren ve uyumlu bölgesel/küresel tutum noktasında ortaklıkları beliren Türkiye-Katar ittifakının ilk ciddi testi; Arap Ayaklanmaları süreci olmuştur. Bu süreçte bölgedeki reform-demokrasi ve dönüşüm çağrılarına yumuşak güç unsurları ile destek olan iki aktör, özellikle 2013 sonrasında realist kaygıların ve bloklaşmaların derinleştiği bölgesel iklimde dirençlerini muhafaza ederek ortaklıklarına askeri boyut kazandırmıştır. Böylelikle 2017 Katar’a yönelik topyekûn Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli ambargo sürecinde de geri adım atmayan Türkiye-Katar ittifakının söz konusu çatışmacı bölgesel zeminde alternatif oluşturma hedefine sadık kaldığı görülmüştür. Bu süreç sonrasında Yemen, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, İran ile ilişkiler, Filistin meselesi, Lübnan’daki çatışmalar ve dahası Afganistan sorunu gibi konularda önemli oranda ortak söylem benimseyen ve uyumlu politikalar izleyen Türkiye ile Katar ittifakındaki direnç ve kurumsallaşan güven paylaşımı, bu ittifakın ortakları ile sorunlu olan diğer aktörlerin tavırlarında dönüşüme yol açmıştır.
Bu minvalde aynı zamanda Türkiye-Katar ittifakı açısından ikinci önemli döneme rast gelen süreçte, bölgede sorunlu aktörler arasında ve dahası İsrail ile dahi “normalleşme” eğilimi baskın gelmiştir. Bölgesel normalleşme kapsamında Türkiye-Katar ittifakı ile geçmişte sorunlu ilişkilere sahip olan Suudi Arabistan, BAE, Mısır ya da Bahreyn gibi Körfez ülkelerinin yanı sıra Türkiye ile Katar bireysel olarak da farklı aktörler ile normalleşme sürecine girmiştir. Normalleşme adımları çerçevesinde belki de ittifak içeresindeki aşikar fakat sorun oluşturmayan farklılık Beşar Esad yönetimi ile ilişkiler konusunda olmuştur. Bu konuda Katar yönetimi mesafeli durmasına rağmen Türkiye’nin Suriye yönetimi ile normalleşme adımları söz konusudur. Diğer taraftan erken dönem yorumlarının aksine Katar’ın Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içerisindeki ve diğer sorunlu olduğu aktörler ile normalleşme sürecine yönelmesi Türkiye-Katar ittifakının gevşemesi ve bazı beklentilerin aksine çözülmesine yol açmadığı gibi daha da güçlenerek devam etmiştir.
Normalleşme eğiliminin sürdüğü bölgesel ortamda 7 Ekim saldırıları farklı bir gerçeği Orta Doğu halkları ve devletlerinin önüne koymuştur. Bu durum ise KİK ülkelerinden bazıları ile normalleşme süreci içerisinde bulunan İsrail’in dengelenmediği, caydırılmadığı takdirde ne oranda katliam, soykırım ve terör üreten bir aktöre dönüşebileceğidir. Bu süreçte Türkiye-Katar ittifakının farklı araçlar ile yine uyumlu politikalar seti izlediğine şahit olunmuştur. Meselenin başından ve günümüzdeki sürece kadar İsrail’in katliam-soykırım ve bölge ülkelerini işgal girişimlerine sert şekilde karşı çıkan Türkiye-Katar ittifakının, bu süreci durdurma ve kalıcı ateşkesin sağlanması amacı ile oldukça yoğun diplomatik, hukuksal ve kamuoyu temelli faaliyetler izlediği anlaşılmaktadır. Gazze meselesini dış politika faaliyetlerinin merkezine taşıyan her iki aktör, Hamas ile yakın temas ile Batılı aktörleri yönlendirme konusunda etkin olmaya çalışmışlardır. Bu kapsamda zaman içerisinde Türkiye’nin İsrail ile olan tüm ilişkilerini sınırlandırması ve söylemsel-politik anlamda daha sert bir tutuma yönelmesi, Ankara’nın Gazze işgali sonrasında dönüşen tutumuna işaret etmiştir. Buna rağmen Doha yönetimi, dış politikasının da omurgasını oluşturan arabuluculuk girişimlerine ara vermemiş ve çeşitli duraksamalara rağmen bu konudaki en önemli merkezlerden biri olmuştur.
Trump Dönemine Hazırlık
Türkiye-Katar ittifakının bölgesel/küresel alanda karşılaştığı farklı dinamiklere karşı tutumunu özetlediğimiz ve süreç içerisinde ortaklığı farklı alanlarda tahkim ederek otonomik kapasitelerini güçlendirme iradesine işaret ettiğimiz kısa dönemselleştirmenin ardından Donald Trump’ın ikinci iktidarı dönemi ile ilgili bazı erken yorumları yapmak elzemdir. Bu çerçevede ilk iktidar döneminde bölgede aşırı oranda İsrail yanlısı ve İran karşıtı siyaset izleyerek ve Katar’ın ambargo sürecini destekleyerek Türkiye-Katar ittifakı açısından bazı olumsuz izlenimlere sahip olan Trump’ın ikinci iktidar döneminde daha dirençli ve ilişkilerini derinleştirmiş Türkiye-Katar ittifakı bulacağı aşikardır. Dahası genelde aralık aylarında gerçekleştirilen Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite (YSK) 10. Toplantısı’nın kısmen erken dönemde gerçekleştirilmesi, imzalanan anlaşmalar ve pek çok küresel/bölgesel konuya ilişkin verilen ortak mesajlar Türkiye-Katar ortaklığının yeni döneme hazırlık ve erken cevap niteliği de taşımaktadır.
Bu çerçevede yeni dönemde “Türkiye-Katar ortaklığının faydalı değil aynı zamanda gerekli” olduğu şeklindeki vurgu, iki aktörün Trump dönemi olası çalkantılarında barış-istikrar öncelikli otonomik tutumlarını sürdürme eğilimlerini doğrulamaktadır. Hamas’ın ev sahipliği konusunda Katar’a ve Hamas ile ilişkiler konusunda Türkiye’ye yönelik çeşitli söylemsel baskıların, Trump’ın şimdiden aşırı İsrail yanlısı olduğu anlaşılan kabinesindeki isimler üzerinden yoğunlaşacağı söylenebilir. Diğer taraftan söz konusu Türkiye-Katar ortaklığının Afganistan, Yemen, Libya, Suriye, Yemen ve birçok bölgesel konuda Batı ve ABD stratejileri açısından önemi ve Elon Musk başta olmak üzere Trump’ın olası kabinesi ve diğer yakın isimleri ile çeşitli kişisel ilişkiler göz önüne alındığında Trump’ın ikinci iktidar döneminde farklı gelişmeleri de deneyimleyebiliriz.
Sonuç itibari ile hem iç siyaset dizaynı hem de Avrupa Birliği (AB)-Transatlantik ittifakı ile ilişkilerin yeniden biçimlendirilmesi ve yükselen Çin’e odaklanma gibi yoğun gündeme sahip Trump’ın ikinci iktidar döneminde farklı bölgesel gerçeklerle karşılaşacağı ortadadır. Dolayısı ile İsrail-İran konusundaki benzer aşırıcı söylem ve kabinesine rağmen Trump’ın İsrail’in işgal girişimlerini ve Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sonlandırma eğilimi güçlü gözükmektedir. Kısaca Trump dönemi, Türkiye-Katar ittifakının karşılaştığı güncel bölgesel/küresel dinamik olarak yeni dönem realitelerini şekillendireceği gibi ittifakın da buna hazırlanma ve cevap verme konusunda çeşitli adımlar attığı söylenebilir.
[Doç. Dr. Mustafa Yetim, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir.]