Nükleer güç, uluslararası ilişkiler alanına II. Dünya Savaşı sırasında Manhattan Projesi ile giriş yaptı dersek hatalı olmaz. Bu dönemde Los Alamos Laboratuvarı’nda Robert Oppenheimer’ın liderliğiyle nükleer silahların gücü ilk kez gösterilirken, aynı zamanda küresel sistemi ve tarihi yeniden şekillendirdi. Böylece dünya, 6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine atılan “Little Boy” isimli bomba ile nükleerlerin yarattığı korku karşısında caydırıcılığın kullanılacağı bir döneme giriş yaptı. Savaş, nükleer silah sahibi güçlerin sistemde etkilerinin aracı hâline geldi ve bu nükleerlerin savaşı önleyen bir araç olarak ortaya çıktığı bir evreye dönüştü. Kısacası, Hiroşima’nın yıkımı ile küresel sistemde geri dönülemez bir an yaşandı.
Nitekim II. Dünya Savaşı sonrasında çatışma ve savaşlar en önemli konu hâline geldi. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler (BM) Şartı 2/4’te uluslararası ilişkilerde güç kullanımını yasaklasa da nükleer silah kullanımı da dahil olmak üzere uluslararası alanda şiddet konusu yine BM Şartı 51. Madde ya da BM Güvenlik Konseyinin kararı noktasında meşru sayılabilmekte. Bu nedenle de nükleer sistemden ayrılması mümkün olmayan bir unsur hâline geldi.
Bugün ise nükleer savaş ve tehdit konusu, özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı kapsamında karşımıza çıkıyor. Her iki tarafın da nükleeri bir caydırıcılık aracı olarak kullandığı yeni bir evredeyiz. Peki Ukrayna’nın nükleer gücü var mı ya da yakın bir zamanda Ukrayna da nükleer güce sahip aktörler arasında mı katılacak? Bu çalışmada, bu sorunun yanıtlarını son gelişmeler ve saha gerçekleri üzerinden ele alacağız. Ancak, Ukrayna’nın nükleere sahip olmasına dair haberlerin basında yer almasının yanı sıra ABD ile son gelişmeler ekseninde uzun menzilli füzelerin kullanımına dair uzlaşı sağlanması, akıllarda “Nükleer tehdit algısı ile bir pazarlık mı yaratıldı?” sorusunu getirmektedir.
Rusya’nın Nükleer Doktrini ve Değişen Doktrin Yapısı
Bilindiği gibi Rusya, II. Dünya Savaşı’nı takiben ABD’nin nükleer gücünü gören ve aynı şekilde hızla kendisinde bu gücün olmasını isteyen bir aktör olarak ikinci nükleer güce sahip ülke hâline geldi. Bu durum, her iki aktörün de süper güçler olarak uluslararası sistemde yükseldiği ve nükleer güç ile hiyerarşik bir üstünlük kazandıkları yeni bir seviye yarattı. Nükleer silahların kullanımı konusunda Rusya’nın genel askeri doktrininde hem stratejik hem de taktik seviyede caydırıcı bir unsur olarak konunun ele alındığı unutulmamalı. Bu açıdan özellikle 2022 sonrasında Ukrayna Savası ile başlayan süreç içinde Batı karşısında Rusya, nükleer kullanım seçeneklerine dair doktriner yaklaşımını da değiştirdi. Bu noktada sahadaki çatışma tırmandıkça Rus nükleer tehditleri de arttı. Sadece son altı ayda, Rusya’nın Belarus ile taktik nükleer silahları içeren askeri tatbikatlar gerçekleştirmesi de önemlidir. Ancak en dikkat çeken gelişme ise Eylül 2024 itibari ile değişen nükleer doktrin oldu. Buna göre Rusya, nükleer saldırı kapsamını genişleterek kendisine karşı nükleer güce sahip olmayan bir aktörün saldırısını, nükleer güce sahip bir ülke desteğiyle gerçekleşmesi durumunda ortak saldırı kapsamına alacak. Kısacası, Rusya nükleer kozunu sadece nükleere sahip ülkeler için değil nükleer gücü olmayanlar için de kullanabilir. Son olarak ise 2023 yılında Rusya’nın START Anlaşması’nın askıya alınması ile nükleer silahların kullanımı ve yayılımı konusunda yeni endişeler de devreye girmiştir. Ek olarak Rusya’nın tahmini olarak 4.380 nükleer savaş başlığı olduğu iddiası bu durumu daha da endişe verici hâle getirmektedir.
Ukrayna Yeni Nükleer Güç mü Pazarlık Aracı mı?
Ukrayna, SSCB’nin çöküşüyle birlikte uluslararası alanda nükleer güce sahip ülkelerden biri oldu. Ancak bu güç uzun süreli olmadı. 1994 yılında ABD, Rusya ve Birleşik Krallık ile imzalanan Budapeşte Memorandumu ile Ukrayna, Kazakistan ve Belarus nükleer güç olma statüsünü kaybetti. Bu anlaşma ile aynı zamanda ABD ve Rusya, Ukrayna’nın güvenlik garantörü oldular. Nitekim, nükleer statüsü sona eren bir Ukrayna söz konusu idi. Ancak bu durum, 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle büyük oranda zedelenmiş ve 2022 itibarıyla artık kadük kalmıştır denebilir.
İşte tam bu noktada, devam eden savaş süreci içinde Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmemesi ihtimali karşısında, ekim ayında nükleer silah geliştirme opsiyonundan bahsetmiştir. Bu, önemli bir tehdit olarak değerlendirilebilir. Çünkü Ukrayna’nın Sovyet bilgi birikimi ve ülkede bulunan nükleer santralleri dikkate alındığında, Ukrayna’nın nükleer konusunda en azından basit seviyede bir silah geliştirme ihtimali söz konusu olabilir. Tam bu noktada, Times konuyu ele aldı ve manşetlere konuyu taşıdı, hatta “ABD’nin Manhattan Projesi’nde yaptığı gibi bir atom bombası yaratmak, 80 yıl sonra zor bir iş olmayacak” denildi. Belirttiğim gibi nükleer santraller için belli alanda yakıt üretimi gibi aşamaları bilen bir ülkenin bu birikimi nükleer bomba için kullanması şaşırtıcı olmayacaktır.
Ancak asıl gelişme, bu haberlerden kısa bir süre sonra farklı bir şekilde karşımıza çıktı. O da uzun menzilli füzelerin Rusya topraklarında kullanımı konusuydu. Bilindiği gibi, Zelenskiy uzun süredir bu teçhizatı Rus topraklarında kullanmak için Batı’nın izin ve desteğini arıyordu. Aranan bu fırsat, nükleer kozun gündeme gelmesinin ardından ortaya çıktı.
Yeni Başkan Trump’ın koltuğa oturmasına yaklaşık iki ay kala Başkan Joe Biden, Ukrayna konusunda önemli bir karar aldı. Biden, Taktik Füze Sistemleri’ni (ATACMS) Ukrayna’nın Rus topraklarında kullanmasına izin verdi. Böylece savaş yeni bir yön kazandı. Rusya’nın konuya dair yaklaşımı, III. Dünya Savaşı’nın çıkacağı yönünde oldu. Ancak yeni Başkan Trump, bitirmeye çalıştığı bir savaşın daha da şiddetlendiği bir geleceğe doğru ilerlemekte.
Şu an için sonuç ne olursa olsun, nükleer caydırıcılık ve koz kullanımının gittikçe gerçeğe evrileceği bir süreçte ilerlediğimiz göz ardı edilmemelidir. Burada özellikle Türkiye ve Çin gibi bölgesel ve küresel kaosu sona erdirebilecek aktörlerin arabulucu olması ve yeni bir alternatif gelecek için tarafları uzlaştırma alanları yaratması önemlidir.
[Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan, Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir.]