“Hegemonya, insanlık kadar eskidir… [Hegemony is as old as Mankind…]”
– Zbigniew Brzezinski, Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı
Giriş
Kıbrıs Adası, Akdeniz’in en güzel coğrafyalarından birisidir. Ancak Ada, tüm o eşsiz güzellik ve coğrafyasının yanında, Orta Çağ ve Yeni Çağ tarihlerinde insan hırsının hiç de eksik olmadığı, birçok kanlı egemenlik mücadelesine sahne olmuştur. Buna rağmen Ada’nın, özellikle 19. ve 20. yüzyıl devletler arası ilişkilerinde özel bir yer tuttuğu görülmektedir. Bunun temelinde, özellikle 1830’da modern Yunanistan devletinin tarih sahnesine çıkmasından itibaren, Ada’nın neredeyse 200 senedir Yunan-Rum ikilisinin ‘yayılmacı’ siyasaları sonucu, -bir türlü- ‘birlikte ama bağımsız yaşama’nın pek de arzu edilmediği bir coğrafya hâline dönüştürülmesinin yattığı düşünülmektedir.
Hâlbuki Atalarımız olan Osmanlı Türkleri, 1570-1571’de Kıbrıs Adası’nı fethedip tümüyle bir ‘Türk toprağı’ yaptıklarında, belki de Ada halkları arasında gelmiş geçmiş ve bugünkü siyasal deyimle, en liberal, özgürlükçü, adaletli ve barışçı yönetimi kurmuşlar ve bunu da yüzyıllarca Türk asaleti, erdemi, nizamı ve adaleti ile koruyup devam ettirmişlerdir. Zira Osmanlı Türkleri, 1571’de Ada’yı Venediklilerin elinden tamamıyla aldıklarında, Ada’da 1453’te İstanbul’un fethi ile tarihe karışmış Doğu Roma İmparatorluğu’nun bakiyesi olan yerel Doğu Romalı Ortodoks [Eastern Roman Orthodox] halk bulunmaktadır.
Ancak Kıbrıs’ta 1571’de başlayan Osmanlı-Türk idaresi, bugün ‘Rum’ olarak bilip adlandırdığımız ve de din ve dil ikilisi dışında bugünkü ana-kara Yunanlarla [kadim Helenlerle] hiç soy-kan bağı bulunmayan bu Doğu Roma bakiyesi Hristiyan halk topluluğuna baskı, şiddet, devşirme, kıyım ve katliam yerine, insanca davranarak onları gayri-müslim Osmanlı tebaası yapmış ve tüm Ada Rumlarına büyük hak ve imtiyazlar tanımıştır. Bunların başlıcaları arasında; Ada Rumlarına önceki hâkim Venediklilerin koyduğu yüksek vergilerin kaldırılması, Rumların dilinde, dininde serbest bırakılması, Türklerin tanıdığı bu inanç ve vicdan özgürlüğü sayesinde, Katolik Venediklilerin yasakladığı Doğu Roma [Rum] Ortodoks Kilisesi’nin Ada’da her türlü dini faaliyetini tekrar ve serbestçe sürdürmeye başlaması, Ada Rumlarının askere alınmaması ve bilakis ticarette ilerlemelerinin önünün açılması ve desteklenmesi sayılabilir.
Görüldüğü gibi, bu tarihi hakikat, bizi ilk olarak şu tespite götürmektedir; günümüz Ada Rumlarının etnik-kimlik olarak varlıklarını sürdürebilmeleri, Türkler sayesinde gerçekleşmiştir. Bu yüzden de, Kıbrıslı Rumlar, 1071 Malazgirt Zaferi’nden Osmanlı İmparatorluğu’na ve oradan da modern Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan neredeyse 1000 yıllık tarihte Anadolu Türklerine çok şey; hatta hayat ve varlıklarını borçludurlar.
1923’ten Bu Yana Kıbrıs ve Ada’da Rum-Yunan Mezalimi
1923’ten itibaren Ada’da Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıslı Türklere karşı baskı, şiddet ve vahşete varan zalimlikleri her geçen yıl daha da ve planlı bir biçimde artmıştır. Bunun temel nedeni, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte tamamen İngiliz idaresine geçen Ada’daki Rum etnik varlığı, Ada’yı ne İngilizlere ne de Kıbrıslı Türklere, deyim yerindeyse yar etmemeyi bir siyasa olarak benimsemiştir. Bu yolda da Kıbrıslı Rumlar, ana-kara Yunanlarla birlikte Ada’da Kıbrıslı Türklere karşı baskı, tedhiş, terör, katliam, kıyım ve soykırım dâhil her vahşiliği acımasızca gerçekleştirmişlerdir. Bununda arkasında ise, aşırı-milliyetçi bir yayılmacı (irredentist) doktrin olarak betimlenebilecek Yunan Megali İdeası (Yunan Büyük Ülküsü)[1] yatmaktadır. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti, özellikle Cumhuriyet döneminde zor zamanlarında Yunanlara birçok kez yardım etmiş ve dostluk elini uzatmıştır. Ancak Türkiye, Megali İdea yüzünden Rum-Yunan ikilisinin gerçek dostluk yüzünü görememiştir. Bundan ötürü, Emekli Orgeneral Suat Aktulga’nın veciz tespitiyle; “Megali İdea’dan vazgeçmedikçe, Yunanlılar hiçbir zaman Türklerin dostu olamazlar.”[2]
Ancak, 1923’ten itibaren Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıslı Türklere karşı acımasızca uyguladığı baskı ve terör, Türkiye’nin 1974’te uluslararası antlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanarak gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar sürmüştür. Aslında bu askeri müdahale ile Türkiye, sadece Kıbrıslı Türkleri değil, onların yanında Ada Rumlarını da tarihte bir kez daha modern dönem Megali İdeacı-Cuntacı Rum-Yunan kıyım-katliam, terör ve vahşetinden kurtarmıştır. Bu kapsamda, görüldüğü gibi, aslında Adalı Rumlar, 1974’ten günümüze Ada’daki hayat ve varlıklarını, aslında tarihte ikinci kez Anadolu Türklerine borçludurlar.
Ancak, tüm baskı ve terör faaliyetlerine karşın, 1923’ten itibaren Ada Rumları –Ada’da kendilerinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayarak- tüm Ada üzerinde mutlak hâkimiyetlerini kurup bir türlü Yunanistan ile gerçek bir stratejik birliktelik ve ortaklık gerçekleştiremeyip, bir de üzerine Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ada’yı fiilen ikiye bölüp ve Kıbrıslı Türklerin de 1983’te kendi egemen, bağımsız ve toprak bütünlüğü olan devletleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurması ile başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Fransa olmak üzere Batılı güçlü devletler ortaya “Kıbrıs Sorunu” diye bir tabir çıkarmışlardır. Hâlbuki bugün Kıbrıs’ta sorun değil, uyuşmazlık mevcuttur; zira sorun, iki taraflı bir olgudur. Hâlbuki Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin Ada’da bir sorunu yoktur. Kıbrıslı Türkler, kendi egemen, bağımsız devletlerinde barış, istikrar ve huzur içerisinde yaşamaktadırlar.
Başta ABD, İngiltere, BM, AB, Fransa başta olmak üzere Kıbrıs uyuşmazlığı ile doğrudan ilgilenen tüm taraflar, Kıbrıs Adası’nda hem Kıbrıslı Türklerin siyasi ve eşit egemen bir şekilde kendi devletleri içinde bağımsız varlıklarını hem de Türkiye’nin varlığını arzu etmemektedirler. Bu durum, Kıbrıs uyuşmazlığını suni olarak ortaya çıkaran ve tümüyle Yunan-Rum tarafını destekleyerek, onlarca yıldır Ada’da bir çözümsüzlük diplomasisi uygulayan üçüncü tarafların temel politik yaklaşımıdır. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere söz konusu üçüncü taraflar, Kıbrıs uyuşmazlığı ile ilgili şu çözüm paketini her fırsatta dile getirmekte ve Türkiye ve KKTC’ye kabul ettirmeye çalışmaktadırlar:
- Türk Silahlı Kuvvetleri Ada’yı tamamen terk edecek ve böylelikle Kıbrıs Adası’nda bir tek Türk askeri kalmayacak,
- KKTC kendisini lağvedecek, diğer deyimle KKTC sonlandırılacak,
- 1959 Garanti Antlaşmaları iptal edilecek ve hükmünü kaybedecek, böylelikle Türkiye’nin bir daha Ada’ya hukuki müdahale hakkı kalmayacak,
- Ada’ya 1974’ten sonra gelmiş olan tüm Anadolulu Türkler ve bunların, Ada’daki bu tarihten sonra doğmuş tüm kan-soy bağlıları Ada’yı terk edecek,
- Nihayetinde de Kıbrıslı Türkler, Ada’da iki bölgeli, iki toplumlu federatif bir yapıyı “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında kabul edeceklerdir.
İşte, Ataları İngilizlerin kadim siyaseti olan “Böl ve Yönet [Divide and Rule]” politikası kapsamında, 1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Irak, Balkanlar, Sudan, Libya, Suriye ve daha nice coğrafyaları bu siyasal anlayış ile bölen ve de halen bölme niyeti ile düşmanca niyetler taşıyan ve düşmanca hareketler uygulayan ABD’nin, ‘gerçek’ stratejik ortağı İngiltere ile birlikte,[3] ünlü İngiliz “böl-yönet” siyasasından beslenen mikro-milliyetçilik girişimleri hilafına, dünyada yalnızca tek bir coğrafyada, o da Kıbrıs Adası olmak üzere, makro-milliyetçiliği esas alıp gerçekleştirmeye çalışmaları hayli manidardır.
ABD Başkanı Biden ile GKRY Liderinin Görüşmesini Okumak
Tüm bu tarihi gerçeklik ve tespitlerden yola çıkarak, ABD Başkanı Joe Biden’ın 30 Ekim 2024 günü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray’da ve 28 yıl sonra bir ilk olması özelliği ile “gülücüklerle” karşılamasına hiç şaşırmamak ve hatta bu olayı yukarıda sunulan bulgu ve tespitler bağlamında okumak gerekir.
Zira Kıbrıs uyuşmazlığının bir “çözümsüz diplomasi” olarak kalmasının baş aktörü ve sorumlusu, küresel hegemon güç ABD ve onun Kıbrıs siyasalarıdır. Güya ABD, Türkiye’nin NATO’da müttefiki ve aralarında birçok antlaşma olan stratejik ortağıdır. İki devlet arasında görünen bu durum zahiri bir durumdan öte değildir. Aslında bu durum, iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerde reel değil, normatif veya hayali bir dilektir. Bu durum, iki ülke ilişkilerinde tarihsel ve ideolojik temeller yüzünden “olan” yerine “olması gereken”e vurgu yapar. Zira iki ülke arasındaki siyasi, ekonomik, askeri ve bilumum diğer ilişki manzumelerinde reel durum çok farklıdır. Şöyle ki;
- ABD’de Rum-Yunan ikilisinin tarihsel varlığı ve lobiciliği, daima Türkiye ve Türklerin aleyhine olmak üzere, Amerikan siyaseti ve toplumu üzerinde -özellikle 1923’ten bu yana- çok güçlü ve etkindir,
- ABD, Rum-Yunan ikilisinin ABD’deki diasporası ve lobiciliğinin etkisiyle, özellikle 1923’ten bu yana Kıbrıs Adası dâhil, Türk-Yunan ilişkilerinin her veçhesinde ve tarafında öncelikle Rum-Yunan ikilisinin en yüksek ilgi, hak ve menfaatlerini koruyup kollamakta ve gözetmektedir,
- Bunun en önemli kanıtları; 1923-1974 arasında Kıbrıs Adası’ndaki gelişmeler, 1947’te Güney Ege’de Türk kıyılarının hemen önünde ve Türk kıta sahanlığı üzerindeki Menteşe Adaları’nın egemenliğinin İtalya’dan Yunanistan’a verilmesinin ABD yönetimi tarafından sağlanması, ABD Başkanı Johnson’un 1964 tarihli Mektubu, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu, ABD’nin 1984’ten beri PKK Terör Örgütü başta olmak üzere Türkiye’yi tehdit birçok terör örgütüne devlet desteği vermesidir.
- ABD ve İngiltere, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Adası’nda 1960 ile birlikte var olacak siyasi entitelerin, hiçbir şekilde, deyim yerindeyse Amerikan-İngiliz birlikteliğinin ürünü olan İsrail devletine ve bu aşırı-milliyetçi ve yayılmacı devletin müteakip Ortadoğu politikalarına ve operasyonlarına risk ve tehdit oluşturmamasını teminat altına almak istemişlerdir. 1960’da kurdurdukları sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ana varlık nedenlerinden birisi de budur.
- Ancak, Türkiye’nin gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, tüm bu ABD-İngiliz-İsrail eksenli bölge siyasa ve planlarını bozan bir askeri operasyon olmuş ve bu nedenle, ABD ve İngiltere tarafından asla meşru görülmemiş ve kabul edilmemiştir.
- Bundan ötürü de ABD ve İngiltere, gerek öngördükleri Büyük Ortadoğu bölgesinde ulusal çıkar ve hedefleri gerek bölgede İsrail’in müstakbel genişlemeci-yayılmacı siyasaları bakımından, Ada’da asla bir Türkiye varlığı ile bir Türk devleti olan KKTC’nin varlığını kabul edebilecek durumda değildir.
- Bu nedenle ABD, Türkiye’nin milli güç unsurlarının güçlenmesini önlemek maksadıyla, PKK başta olmak üzere 1984’ten günümüze birçok terör türü ile terörist organizasyonu Türkiye’nin başına bela etmiştir.
- Tüm bunlara rağmen, Türkiye’nin milli askeri gücünün hızla gelişmesi ve Türkiye ile KKTC’nin Kıbrıs uyuşmazlığındaki kararlı askeri-politik tutumları karşısında, bir yandan 2023’ten bu yana Orta Doğu bölgesinde İsrail’in yayılmacı ve aşırı-milliyetçi politikalarına onlarca yıldır verdiği siyasi ve askeri desteği en üst seviyeye artırmış, öte yandan Ada’da Rumlara karşı onlarca yıldır uyguladığı silah ambargolarına son vererek, GKRY’nin Amerikan silahları ile silahlanmasına ortam ve imkân yaratmıştır.
- ABD, GKRY’ye olan pozitif siyasetini 2024 yılında daha da geliştirerek, geçtiğimiz ay 11 Eylül 2024 tarihinde GKRY ile savunma iş birliği yol haritası anlaşmasını imzalamış; son olarak da 30 Ekim 2024 tarihinde ABD Başkanı Biden GKRY lideri Nikos Hristodulidis ile Beyaz Saray’da görüşmüştür.
- Son dönemde hayli pozitif gelişen tüm bu ABD-GKRY ilişkilerini teyiden de Rum lider Hristodulidis, 30 Ekim 2024’te ABD Başkanı Biden ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede; “ABD ile ilişkilerimiz iki ülke tarihinin en yüksek seviyesinde, stratejik diyalog süreci de başladı. Savunma, güvenlik, enerji ve teknoloji transferlerini konusunda iş birliğimiz artarak devam edecek” ifadelerini kullanmıştır.
Sonuç Yerine
Son sözde şunları vurgulamak uygun olacaktır. Kıbrıs Adası söz konusu olduğunda ne ABD ne İngiltere ne Yunanistan ne de GKRY birbirini deyim yerindeyse asla ısırmayacaktır. Zira görünen köy kılavuz istemez; ABD, İngiltere, BM, AB, Fransa başta olmak üzere Kıbrıs uyuşmazlığı ile doğrudan ilgilenen tüm taraflar, siyasi, askeri, ekonomik dâhil her açıdan Rum-Yunan ikilisinin yanında durarak, Türkiye ve KKTC’nin Ada’daki varlıklarına bir şekilde son vermeye çalışacaklardır ve bu emelleri, asla değişmeyecek ve sonlanmayacaktır.
Bundan ötürü, önümüzdeki dönemde de, ABD’nin Rum-Yunan taraflı mevcut Kıbrıs politikasını kesinlikle değiştirmeyeceği; bilakis, Kıbrıs uyuşmazlığı kapsamında Türkiye’ye uyguladığı baskıyı ve sözde barışçıl ikna diplomasisinin dozunu daha da artırarak, Kıbrıs uyuşmazlığını Amerikan ulusal çıkar ve hedefleri ile Rum-Yunan ikilisinin menfaatleri çerçevesinde çözmeye “daha fazla” çalışacağı öngörülmektedir.
Dolayısıyla, yakın gelecekte Kıbrıs uyuşmazlığı bağlamında gerçekleşmesi olası bu ve benzeri düşmanca niyet ve hareketlere karşı Türkiye’nin benimsemesi gereken temel hareket tarzının, siyasi, askeri, ekonomik, nüfus, coğrafya, psiko-sosyal kültürel gibi milli güç unsurlarını[4] azami seviyeye çıkarmak ve bunları topyekûn ve koordineli biçimde olabilecek en üst seviyede muhafaza etmek olduğu düşünülmektedir. Böylelikle, Anavatan ve Garantör devlet Türkiye, gerek KKTC’nin ve Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve refahını gerek kendi ulusal ilgi, hak, çıkar ve güvenliğini her koşulda sağlamaya devam edebilecektir.
[1] Ayrıntı için bkz. Gökhan Ak, “Megali İdea’dan Önyargı ve Güvensizliğe Türk-Yunan İlişkileri”, Journal of Academic Value Studies, 4/22 (2019): 842-851.
[2] Suat Aktulga, “Kıbrıs Barış Harekâtı”, Günaydın Gazetesi, 25 Ocak 1975, s. 1.
[3] Ayrıntı için bkz. Gökhan Ak, “Strategic Partnership Model between Türkiye and the United Kingdom after Brexit”, Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation, der. Oğuzhan Göksel, Ozan Örmeci ve Gürol Baba, (s. 165-179), London: Lexington Books, 2024.
[4] Ayrıntı için bkz. Mert Bayat, Milli Güç ve Devlet, İstanbul: Belge Yayınları, 1986.
[Dr. Gökhan Ak, İstanbul Topkapı Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.]