Daha önceki dönemlerde olduğu gibi son dönemde de PKK ile ilintili partilerin belediye başkanlarının yerine kayyım atanmasını; PKK’nın kayyımlarının yerine devletin kayyımlarını atamak olarak yorumlamak gerekir. Devlet, Kürtçü ayrılıkçı terör ve siyasetin demokratik sistemin açıklarını kullanarak devletin imkanlarını devlete karşı kullandığını görmekte ve kayyımlar yoluyla buna engel olmaktadır. Aksi taktirde cephede silahlı mücadeleyi kaybeden terör örgütü, hedeflerine sistemsel açıklar sayesinde erişmiş olacaktır.
İstanbul Esenyurt’ta CHP’nin, Güneydoğu Anadolu’da ise DEM Parti’nin üç belediye başkanı görevden alınarak yerine kayyımlar atandı. Esenyurt’ta her ne kadar belediye başkanı CHP’den seçilmiş olsa da aslında DEM Parti’nin adayıydı. İki parti arasında adı konulmamış ortaklığın gereği olarak DEM Parti’nin oylarına karşılık Esenyurt Belediyesi bir tür bedel olarak verilmişti. Beklendiği gibi DEM Parti’nin hizmet etmek yerine ayrılıkçı-Kürtçü PKK ideolojisini yayma politikası yedi ay gibi kısa sürede kendisini göstererek Türkiye’nin en büyük şehrindeki bir ilçede Güneydoğu Anadolu’daki DEM’li belediyelere mahsus ortamı oluşturdu. Tıpkı DEM kontrolündeki diğer belediyeler gibi Esenyurt’ta da demokrasi açığı istismar edilerek İstanbul’un ortasında bölücülük rüzgarları estirildi.
DEM’in CHP maskesi takarak İstanbul’dan koparmaya çalıştığı Esenyurt ve kontrolündeki diğer belediyelere kayyım atanması, hukuki ve demokratik tartışmaları beraberinde getirdi. Gerek görevden alınanlar ve partileri gerek Avrupalı bazı siyasi yapılara göre seçilmiş birisi görevden alınamaz.
Kayyım Neden Gerekli?
Görünürde masum duran bu iddianın gerçekte bir suç olduğunu anlamak için birkaç sebep öne sürülebilir. Birincisi, seçilmiş olmak seçilene suç işleme özgürlüğü getirmiyor. Hiçbir DEM’li ve selefi partilerin başkanları, keyfi olarak görevden alınmış değildir. Görevden alınan ve muhtemel alınacakların işledikleri suçlar yakında kamuoyuyla paylaşılacaktır. Geçmişten örnekler vermek gerekirse; (1) mesela PKK’nın öldürülmüş militanlarının akrabaları işe alındı. (2) Belediye personelinin maaşından kesilip PKK’ya ulaştırıldı. (3) Görevden alınan bazı eş başkanların her ay maaşlarından belli bir miktarı PKK’nın gayri resmi yöneticilerine (kayyımlarına) vereceğine dair yaptıkları sözleşmeler ortaya çıktı. (4) Bundan önceki dönemde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin personel kartından Türk bayrağını sildirdiği ortaya çıkmıştı.
Sadece son örnek kayyım atanması için yeterlidir. Eğer bir belediye başkanı/yönetimi Türk bayrağını kartlardan siliyorsa Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımıyor demektir. Bu durumda tanımadığı Türkiye devletinin seçimlerine katılması da yanlıştır. Katılıp kazansa bile sonuç meşru değildir çünkü meşruiyeti kabul edilmeyen bir ülkenin seçim sonucu da meşru olmaz. Dolayısıyla kayyımın atanması hukukiliğin bozulması değil, tam tersi yeniden tesis edilmesi anlamına gelir.
Öte yandan demokratik hak, verilen yetki ve imkanların devletin güvenliğine zarar verecek eylemlerde kullanılacağı anlamına gelmez. Hendek olaylarında da şahit olunduğu üzere, belediye yönetimleri belediyelerin araçlarını kullanarak yol altına mayınlar döşeyip çok sayıda güvenlik görevlisinin şehit olmasında suç ortaklığında bulundular. Hiçbir belediye mevzuatında kendi askerini bir terör örgütüne katlettirmek gibi bir görevin olduğu yazmaz.
PKK’nın Kayyımları
Kayyım atanmasını haklı çıkaran belki de en önemli sebep, DEM’li belediye başkanlarının zaten bir kayyım olmasıdır. Ortaya çıkarılan deliller bir yana, DEM Parti bile adaylarının atamasını PKK’nın yaptığını kabul ediyor. Bu durumda PKK’nın atadığı her belediye başkanı PKK’nın kayyımı oluyor ve devlete değil örgüte bağlı olarak hareket ediyor. Bu da devlet içinde paralel bir devlet anlamına gelir ki silah ile elde edilemeyen kazanımların demokratik seçimler yoluyla elde edilmesi demektir.
İşbu nedenden dolayı devlet demokrasi ile güvenlik arasında seçim yapmak zorunda kalıyor ve doğal olarak ülkenin güveni ve huzuru için güvenlikten yana seçimini yapıyor. Tersi bir karar da beklenemez çünkü güvenliğin olmadığı yerde sistemin adının bir önemi kalmıyor. Şayet demokrasi, anarşik bir ortam doğuruyorsa söz konusu doğumun olmaması için demokratik açıkların kapanması lazım. Bu durumda ya başkalarınca atanan kayyımların seçilmesine daha baştan izin verilmeyecek ya da görevden alınacaklar.
Aslında aynı partiden birinin, görevden alınan başkanın yerine geçmesi seçeneği en adil ve demokratik çözüm olacaktır. Ne var ki yerine geçmesi muhtemel meclis üyelerinin de PKK ile iltisaklı olması belediye kaynaklarının kötü amaçlı olarak kullanılmasının önüne geçemeyecektir. Dolayısıyla terör örgütünün kayyım atamasından vazgeçmesi veyahut DEM Parti’nin örgütten bağımsızlığını ilan etmesinden başka çare yoktur.
Ancak DEM Parti’den bunu beklemek Kürtçü ayrılıkçı hareketi tam anlamamak demektir. Hatırlanacağı üzere TUSAŞ saldırganlarından birisi Hakkâri eski il eşbaşkanlarından birisiydi. DEM Parti maalesef sadece PKK’nın siyasi uzantısı olarak değil bazen silahlı uzantısı olarak da görev görüyor. Özellikle il ve ilçe başkanlıkları PKK’nın insan kaynakları şubesi olarak çalışıyor. Birçok genç Kürt’ün parti üzerinden dağ kadrosuna katıldığının en büyük delili “Diyarbakır Anneleri”dir. Hemen hepsi çocuklarının örgüte katılımı için partiyi suçlamakta olup eylemlerini hususen parti il binası önünde yapmaktadırlar.
Sonuç olarak, PKK’nın ve isimleri sürekli değişen siyasi uzantılarının seçimleri kullanarak devletin imkanlarını devlete karşı kullanmalarının önüne geçmelerinin tek yolu demokratik sistem içindeki delikleri kapatmaktır. Türkiye 40 yıldır terörle mücadele ediyor. Yakın zamanda terörü sınır içinde bitme noktasına getiren devletin, terörün sistemin sınırlarındaki boşluklardan içeri girmesine göz yumması beklenemez. DEM Parti’nin siyasetteki kazanımları nasıl ki terörün hanesine yazılıyorsa kayyım atamaları da terörle mücadelenin bir parçası olarak görülmelidir.
Kayyımlara karşı çıkanlar şu soruya cevap vermeli: Acaba PKK silah bıraksaydı yine de kayyımlar atanır mıydı? Bu sorunun cevabı apaçık bir biçimde “hayır”dır. Demek ki sorun devletin kararlarında değil terörün devam etmesinde.
[Doç. Dr. İbrahim Karataş, uluslararası ilişkiler uzmanıdır.]