Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçim sistemi, demokrasi pratiği açısından birçok tartışmaya yol açıyor aslında. Teoride halkın iradesine dayanan bu sistem, zaman zaman sonuçları itibarıyla antidemokratik olarak eleştiriliyor. Seçim sistemi hem teknik yapısı hem de bazı eyaletlerin kilit rol oynadığı “salıncak eyaletler” üzerinden değerlendirilerek, bu yapının demokratik katılıma ne kadar açık olduğu sorgulanabilir. Özellikle Pensilvanya gibi belirleyici eyaletlerin seçim sonuçlarına olan etkisi, adeta bir nevi kast sistemine benzer bir hiyerarşik yapı olarak eleştiriliyor. Bu yazıda, Amerikan seçim sistemine eleştirel bir bakış sunulacak, kritik eyaletlerin seçim sonuçları üzerindeki orantısız etkisi incelenecek ve bu sistemin demokratik değerlerle ne kadar uyumlu olduğu tartışılacaktır.
Amerikan Seçim Sisteminin Yapısı
Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimleri, halkın doğrudan oylarına dayanan bir sistemle değil, dolaylı bir mekanizma olan “seçiciler kurulu” (Electoral College) aracılığıyla yapılır. Her eyaletin nüfusuna göre belirlenen bir seçici oy sayısı vardır ve eyalette kazanan aday, o eyaletin tüm seçici oylarını alır (Maine ve Nebraska dışında). Bir başkan adayının seçimi kazanabilmesi için 538 seçici oydan 270’ini elde etmesi gereklidir. Bu sistemin odak noktası, ulusal çapta en fazla halk oyunu almak yerine kritik eyaletlerde zafer kazanarak seçici oyları toplamaktır. Dolayısıyla, ülke genelindeki oyların dağılımı yerine, özellikle belirleyici rol oynayan eyaletlerdeki sonuçlar seçim sonucunu doğrudan etkiler.
ABD seçimlerinde “salıncak eyaletler” olarak bilinen Florida, Pennsylvania, Michigan, Wisconsin, Arizona, Georgia, North Carolina, Nevada, Ohio ve New Hampshire gibi bölgeler, sonuçların en fazla dalgalandığı ve belirleyici rol oynayan eyaletlerdir. Bu eyaletlerdeki seçmenler, genellikle iki ana parti arasında gidip gelmekte ve her seçimde sonuçları değiştirme potansiyeline sahiptir. Özellikle Florida, yüksek nüfusu ve çeşitli demografik yapısıyla seçimlerin en kritik eyaletlerinden biri olarak kabul edilirken Pennsylvania son yıllarda Amerikan başkanlık seçimlerinde kilit bir rol üstlenmiştir. Michigan ve Wisconsin gibi Orta Batı eyaletleri de son seçimlerde iki parti arasında gidip gelen kritik alanlar olmuştur. Bu eyaletler, adayların en fazla kampanya yürüttüğü ve zaferin kilidini çözmek için çaba sarf ettikleri bölgeler arasında yer alır.
Seçim sisteminin en tartışmalı yönlerinden biri ise halkın oylarının doğrudan başkanlık seçimine yansımaması ve bunun demokratik temsil üzerinde yarattığı adaletsizlik algısıdır. Halk oyu ile seçici kurul oyları arasında büyük farklılıklar olabilir; bir aday ulusal çapta en fazla halk oyunu almış olsa bile kritik eyaletlerde kaybederek seçimi kaybedebilir. Bu duruma en çarpıcı örneklerden biri, 2000 yılında Al Gore’un halk oylarını kazanmasına rağmen George W. Bush’un seçici kurul oylarıyla başkan seçilmesiyle yaşanmıştır. Bu gibi durumlar, seçici kurul sisteminin meşruiyeti ve demokratik katılım üzerindeki etkileri hakkında uzun süreli tartışmalara yol açmıştır. Seçim sonuçlarını belirleyen birkaç eyaletin, ulusal iradeyi tam olarak yansıtmayabileceği ve bu sistemin halkın çoğunluk iradesini göz ardı edebileceği eleştirileri sıkça gündeme gelmektedir.
Pensilvanya, özellikle son birkaç seçimde kilit bir rol oynamıştır. Bu eyaletin seçimlerde belirleyici bir faktör olmasının nedeni; demografik yapısı ve seçmen profilidir. Hem kentsel hem de kırsal seçmenlerin yoğun olduğu bu eyalet, aynı zamanda ekonomik olarak farklı sınıflara mensup seçmenlerin bulunduğu bir yerdir. Bu çeşitlilik, Pensilvanya’yı öngörülemez bir seçim bölgesi haline getirir ve bu da başkanlık seçimlerinde kritik rol oynamasına neden olur. Ancak, Pensilvanya’nın ya da diğer salıncak eyaletlerin bu kadar belirleyici olması, Amerikan seçim sistemine yönelik “kast sistemi” benzetmesini de beraberinde getiriyor.
Kast Sistemi Benzetmesi
Amerikan seçim sisteminde bazı eyaletlerin oyları diğerlerinden daha fazla değer taşıyor gibi görünmektedir. Bu durum, eleştirmenler tarafından adaletsiz olarak nitelendirilmekte ve bir nevi kast sistemine benzetilmektedir. Bu benzetmenin temelinde, bazı eyaletlerin seçim sonuçlarına neredeyse hiç etki etmemesi, diğerlerinin ise seçimlerin kaderini belirleyecek kadar kritik olması yatmaktadır. Örneğin, Kaliforniya gibi büyük bir eyalette oy veren seçmenlerin genellikle Demokratların kazandığı bir eyalette oy kullanıyor olmaları nedeniyle, seçim sonucunu değiştirme potansiyelleri oldukça düşüktür. Buna karşın, Pensilvanya gibi bir eyalette oy kullanan seçmenlerin her biri seçim sonucunu doğrudan etkileyebilir.
Siyaset bilimciler, bu durumu Amerikan demokrasisinin bir açmazı olarak nitelendirmektedir. Örneğin, ünlü siyaset bilimci Robert Dahl, Amerikan seçim sisteminin “çoğunluğun tiranlığı” riskini artırdığını, bu nedenle demokratik temsilin sağlanamadığını belirtir.[1] Buna ek olarak, Larry Sabato gibi akademisyenler, seçici kurulun 21. yüzyılda gereksiz ve adaletsiz olduğunu savunarak sistemin köklü bir reforma ihtiyaç duyduğunu dile getirmektedirler.
Temsilde Adalet ve Seçici Kurul Eleştirisi
Amerikan seçim sistemi, bir tür “temsilde adalet” sorununa yol açmaktadır. Halkın oyunun tam anlamıyla karşılık bulmaması ve belirli eyaletlerin aşırı önemi, bu sorunun temelini oluşturur. Bu bağlamda, siyaset bilimciler, seçici kurulun günümüz demokrasi anlayışıyla örtüşmediği görüşünde birleşmektedirler. Seçici kurulun kurucu babalar tarafından kurulduğu dönemde, Amerika’nın geniş toprakları ve iletişim eksiklikleri nedeniyle gerekli olduğu savunulsa da modern dünyada bu sistemin demokratik katılımı kısıtladığı iddia edilmektedir.
Larry Sabato’nun “An Electoral College Time Capsule” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, bu sistem adeta demokratik katılımı boğmakta ve seçim sürecinin adil bir şekilde işlemesini engellemektedir. Sabato’ya göre, ulusal çapta çoğunluğun tercih ettiği adayın başkan olamaması, Amerikan demokrasisinin en büyük açmazlarından biridir. Ayrıca, seçici kurulun varlığı, eyaletler arasında adil olmayan bir güç dengesine de yol açmaktadır.
Reform Tartışmaları
Seçici kurulun kaldırılması ya da reform edilmesi gerektiği uzun süredir tartışılan bir konudur. Birçok siyaset bilimci ve demokratik reform savunucusu, halkın oylarının doğrudan sayıldığı bir sistemin, Amerikan demokrasisinin temel ilkelerine daha uygun olacağını savunmaktadır. Bununla birlikte, seçici kurulun kaldırılması için anayasa değişikliği gerekmektedir ve bu süreç oldukça zorlu ve karmaşık bir yol izlemektedir. Özellikle küçük eyaletlerin bu sisteme karşı çıkması ve siyasi dengeleri değiştirmek istememesi, reform sürecini engelleyen başlıca etkenlerdir. Öte yandan, siyaset bilimci Alexander Keyssar, Amerikan seçim sistemi reformunun, sadece demokratik temsili iyileştirmekle kalmayıp aynı zamanda seçmenlerin seçimlere olan güvenini de artıracağını savunur. Keyssar’a göre, adaletin sağlanması için halk oylarının doğrudan sayıldığı bir başkanlık seçim sistemi, demokratik meşruiyeti de pekiştirecektir.[2]
Sonuç olarak, Amerikan seçim sistemi hem tarihsel kökleri hem de mevcut işleyişi itibarıyla birçok tartışmanın merkezinde yer almaktadır. Kritik eyaletlerin orantısız etkisi, halk oylarının sonuçlara tam anlamıyla yansımaması ve seçici kurulun adaletsiz yapısı, bu sistemin demokratik değerlerle ne kadar uyumlu olduğu konusunda soru işaretleri yaratmaktadır. Pensilvanya gibi eyaletlerin belirleyici rolü ve bazı eyaletlerin kader tayin edici konumu, Amerikan seçim sisteminin demokratik katılım açısından ciddi reformlara ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
[Sibel Bülbül Pehlivan, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]
[1] Robert A. Dahl, How Democratic is the American Constitution?, Yale University Press, 2001, s. 15.
[2] Alexander Keyssar, Why Do We Still Have the Electoral College?, Harvard University Press, 2020, s. 365.