Tengrizm: Kadim Bir İnancın Modern Dünyaya Yansımaları

Tengrizm, tarih boyunca Türk ve Moğol halklarının inanç sistemlerinin merkezinde yer almış olan ve “Gök Tanrısı” Tengri’ye dayanan bir inanış olarak karşımıza çıkmaktadır. Tengrizm’in yeniden canlanması, ulusal kimlik inşası ve milliyetçi ideolojilerle bütünleşen bir seyir olarak önem kazanmaktadır. Günümüzde ise bu inanç sistemi, farklı açılardan yeniden yorumlanarak özellikle Yeni Çağ (New Age) hareketinin Avrasya’daki yansıması olarak görülmektedir.

Tengrizm’in tarihsel kökenlerini ve gelişimini anlamak için başta Orhun Yazıtları ve Oğuz Kağan Destanı gibi birincil kaynaklara bakmak gerekmektedir. Orhun Yazıtları’nda yer alan Gök Tanrı inancı ile ilgili detaylar, bu inancın hem dinsel hem de toplumsal boyutlarını aydınlatırken Oğuz Kağan Destanı’nda Tengri’ye yapılan dualar ve gökyüzünden gelen işaretler, bu inancın mitolojik yapısını açıklamaktadır.

Terim, Kazak etnograf Chokan Valikhanov tarafından eski Türklerin dini sistemini belirtmek için on dokuzuncu yüzyılda Rus diline dahil edilmiştir. Daha sonra Uno Harva tarafından kullanılmıştır. Danimarkalı tarihçi Vilhelm Thomsen, Yukarı Yenisey havzasındaki Orhun Anıtları’nın runik yazısını çözdüğünde bu kavrama yeni bir hayat vermiştir. Ancak bu kavram, Fransız araştırmacı Jean-Paul Roux’nun çalışmalarından sonra, özellikle 1956, 1957, 1962 ve 1984 yıllarında yayımladığı eserlerle yaygın olarak tanınmıştır. Roux, Türk ve Moğol halklarının daha yüksek bir toplumsal örgütlenme düzeyine ulaştıkları dönemde karakteristik olan tek Tanrılı bir dini yeniden inşa ettiklerini öne sürmüştür. Ona göre, “Gök Tanrısı” olan Tengri’ye tapınmaya odaklanan bir tür tek Tanrılı devlet dini söz konusudur. Roux’nun teorisi, özellikle Orhun Yazıtları’nın dini içeriklerinin incelenmesine dayanmaktadır. Orhun Yazıtları, Göktürk dönemine ait tarihi belgeler olup bu belgelerde Gök Tanrı’ya olan inanç, Türklerin siyasi ve toplumsal hayatıyla iç içe geçmiş bir şekilde tanımlanmaktadır. Ancak yazıtların sınırlı içeriği nedeniyle Roux’nun teorisi tartışmaya açıktır. Orhun Yazıtları’nda inanç sistemi veya ritüellerle ilgili detaylı bilgi bulunmadığından Roux, kendi yorumlarıyla bu eksiklikleri tamamlamaya çalışmıştır. Bu durum, Tengrizm’in yapısını anlamayı zorlaştırmaktadır. Orhun Yazıtları ve Oğuz Kağan Destanı gibi kaynaklardan alınan verilere göre Tengrizm, Orta Asya’nın kadim inanç sistemlerinden biridir. Orhun Yazıtları’nda “Üstte mavi gök ve altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış”[1] ifadesi, Tengri inancının temellerini yansıtırken, Oğuz Kağan Destanı’nda gökten gelen bir ışıkla ilişkilendirilen mitolojik unsurlar, bu inancın kökenini ve mitolojik yapısını anlamamıza katkı sağlamaktadır.

Tengrizm, kökeninde tabiat merkezli bir inanç sistemi olup Türk ve Moğol halklarının inançlarında gökyüzü Tanrısı olan Tengri’yi merkeze alır. Gök Tanrı inancı, evrenin yaratılışını ve düzenini Tanrısal bir varlıkla ilişkilendirir. Tengri, en yüce Tanrıdır ve bu inançta doğa unsurları (gök, yer, su, dağlar) kutsal sayılır. Bu anlamda, Tengrizm, şamanizm, animizm ve politeizmin unsurlarını da içeren bir inançsal yapıya sahiptir.

Tengrizm’in dini bir sistem olarak yapılandırılmamasının en büyük sebebi, modern anlamda sistematik ve kurumsallaşmış ritüellere ve doktrinlere sahip olmamasıdır. Klasik dinlerde olduğu gibi kutsal metinler, dogmalar ya da organize din adamları sınıfı bulunmaz.

İbadetler genellikle tabiat unsurlarına yöneliktir ve şamanlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu dinsel yapı, toplulukların ruhani hayatında önemli bir rol oynamıştır. Atalar kültü de Tengrizm’in dini yapısının bir parçasıdır; ataların ruhlarına saygı gösterilir ve onlarla iletişim kurulur.

Kırgızistan’da Tengrizm takipçileri tarafından, bu inancın resmi bir dini grup olarak tanıtılması amacıyla çalışmaların iki katına çıkarılacağı ifade edilmiştir. Ancak bu konuda, hareket içinde bile görüşlerin bölünmüş olduğu görülmektedir; bazıları tarafından Tengrizm bir din, bazıları tarafından ise bir kült veya daha belirsiz bir felsefe olarak değerlendirilmektedir. Tengrizm’i resmileştirme çabaları, Ocak 2012’de aktivist Anarbek Usupbaev tarafından Tengirchilik örgütünün kaydettirilmesi girişimiyle başlatılmıştır. Kırgız-Rus Slav Üniversitesi’nde UNESCO Kültürel Çalışmalar ve Dinler Bölümü’nde kıdemli öğretim görevlisi olan Irina Balashova, Tengrizm’in incelenmesi için toplanan uzmanlar komitesinin bir üyesi olarak görev yapmıştır. Balashova tarafından, Tengrizm’in bir kült olduğu ve devlet komisyonu tarafından uygun bir din olarak kabul edilmediği kararı verilmiştir. Ancak Balashova, daha sonra uzmanların ifadelerini geri çekmeye zorlandığını iddia etmiştir. Tengrizm’in bir din mi yoksa kültürel bir inanç sistemi mi olduğu tartışmalarının, yazılı kaynakların sınırlılığı ve ritüel eksiklikleri nedeniyle devam ettiği belirtilmektedir. Bu bağlamda, Tengrizm’in sadece bir inanç sisteminden ibaret olmadığı, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve kimlik inşasında önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Orta Asya’da Tengrizm’in modern yeniden yorumlanışı, bir yandan geleneksel değerleri koruma çabasını içerirken diğer yandan Sovyet sonrası bağımsızlık süreçlerinde ulusal bir kimlik sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tengrizm ve Yeni Çağ Hareketi

Tengrizm’in modern dünyada gündeme gelmesi, manevi bir anlam arayışının sonucudur. Bu arayış, özellikle 1960’larda ortaya çıkan ve belirli bir doktrini olmayan Yeni Çağ hareketi[2] ile benzerlikler taşımaktadır. Yeni Çağ hareketi, farklı gerçeklik seviyelerinin olduğu fikrine dayanan, çeşitli dini geleneklerden esinlenen eklektik ve bireyselleştirilmiş bir inanç sistemi olarak tanımlanabilir. Yeni Çağ hareketi, yapılandırılmış bir doktrine sahip değildir; aksine, çeşitli dini ilhamların eklektik ve kişiselleştirilmiş bir kombinasyonudur. Bu gevşek dinsel kümelenme genellikle üç ana kutuptan oluşur: Doğu dinleri, ezoterizm, okültizm, astroloji ve UFO araştırmalarıyla ilgilenen alternatif spiritüeller; bütünsel tıp ve refahı savunan alternatif terapiler; ve alternatif politik veya sosyal örgütler.

Günümüzde Tengrizm’in gündeme gelmesi, doğayla ve ataların bilgeliğiyle yeniden bağ kurma arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu durum, özellikle çevre sorunlarının ve ekolojik bilincin artış gösterdiği bir dönemde, Tengrizm’in doğayla olan kutsal bağını tekrar ön plana çıkarmaktadır. Tengrizm’in bu yönü, Yeni Çağ hareketiyle olan benzerliğini pekiştirmektedir; her iki inanç sistemi de tabiatı kutsal bir varlık olarak görür ve insanlığın onunla uyum içinde yaşaması gerektiğini savunur. Tengrizm eklektik yapıyı barındıran çeşitli dini ve kültürel unsurların birleşiminden oluşmuş, tabiat merkezli ve kurumsallaşmamış bir inanç sistemidir. Yeni Çağ hareketlerinde olduğu gibi, Tengrizm’de de belirgin bir kutsal metin, din adamları sınıfı ya da dogmaların bulunmaması, bu inanç sistemini bir din olarak mı yoksa daha çok bir kült ya da manevi bir hareket olarak mı değerlendirmek gerektiği sorusunu gündeme getirir. Tengrizm, ritüellerin eksikliği ve kurumsal bir yapısının olmayışıyla da birçok Yeni Çağ hareketiyle paralellik göstermektedir. İbadetler genellikle şamanlar tarafından gerçekleştirilir ve tabiat unsurlarına (gök, dağlar, su vb.) yöneliktir.

Bu inanç sistemi, kurumsal din yapılarını reddederek bireysel özgürlüğü ve tabiat ile uyumlu bir yaşamı merkeze alır.[3] Tengriciler, tabiatın kutsallığını ve çevreyi korumanın ahlaki bir yükümlülük olduğunu savunurlar.

Sarygulov’un liderlik ettiği Tengir-Ordo hareketi de tabiat ile uyumlu bir yaşam tarzını teşvik ederek küreselleşmenin tehlikelerine karşı bir savunma olarak Tengrizm’i konumlandırmıştır.[4] Çünkü doğayla uyumlu bir yaşam tarzını savunarak modern dünyanın tüketim odaklı kültürüne karşı bir duruş sergilediği düşünülmektedir. Tengrizm’in bu çevreci duruşu, Yeni Çağ hareketlerinde de sıklıkla görülen bir yaklaşımdır; modern toplumların doğaya zarar veren endüstriyel gelişmelerine karşı bir tepki olarak ortaya çıkan bu hareketler, tabiatı ve ekolojik dengeyi kutsal bir değer olarak kabul ederler. Bu fikir muhtemelen Jean-Paul Roux’nun teorilerinden Tengrizm’in evrensel bir düzenin ifadesi olduğunu ve doğanın korunmasının bu inanç sisteminin merkezinde yer aldığını vurgulamasından ileri gelmektedir.[5]

Tengrizm’in Modern Ulusal Kimlik İnşasındaki Rolü

Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Orta Asya’da ulusal kimlik arayışını hızlandırmış ve Tengrizm bu süreçte merkezi bir rol üstlenmiştir. Özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’da Tengrizm, sadece dini bir sistem olarak değil aynı zamanda ulusal bir kimliğin inşasında ideolojik bir araç olarak kullanılmıştır. Tengrizm’in ulusal kimlik inşasındaki bu rolü, milliyetçi hareketlerle de ilişkilendirilmiştir. Kazakistan’da yayınlanan Rukh-Miras dergisi, Tengrici dünya görüşünün Kazak medeniyetinin temel taşı olduğunu savunmuş ve bu bağlamda Tengrizm’i hem manevi hem de kültürel bir sistem olarak ele almıştır.

Kırgızistan’da ise Tengrizm, Dastan Sarygulov’un liderliğini yaptığı Tengir-Ordo Derneği aracılığıyla Kırgız ulusal kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak yeniden yorumlanmıştır.[6] Sarygulov, Tengrizm’in Kırgız kültürel kimliğinin temelinde yer aldığını ve küreselleşmenin getirdiği tehlikelere karşı bir koruma işlevi gördüğünü savunmuştur.

Diğer yandan Jacquesson’ a göre Tengrizm, modern ulusal kimliğin yeniden tanımlanması ve tabiata dayalı bir manevi sistem olarak öne çıkmakta olup, İslam ile rekabet halindedir.[7]

Şintoizm, yüzyıllar boyunca “etnik özelliğini” korumayı başarmış tek din olarak övülmektedir ve bazı ideologlar Tengrizm İle arasında benzerlikler kurmaktadır. Şintoizm’in hayranları arasında, Kazan’da yayımlanan ve Kazakistan ile Kırgızistan’daki Tengrist çevrelerde yaygın olarak dağıtılan “Tengrizm: Türklerin ve Moğolların Dini” kitabının yazarı olan Tatar düşünür Rafael Bezertinov da yer alır. Bezertinov, Şintoizm ile Tengrizm arasındaki varsayılan dini yakınlığı kurar ve bu yakınlığı, Türk halklarının ve Japonların ortak etnik kökenine dayandırır. Ona göre, birkaç yüzyıl önce bir Hun kabilesi Japon Denizi’ni geçerek Japon adalarına yerleşmiştir.[8]

Tengrizm savunucuları, Asyalı toplumların Batı kültürel değerlerini reddetmesine hayranlık duymalarına rağmen kendileri geç Sovyet kültürüyle yetişmişlerdir. Bu nedenle, Vladimir Vernadsky’nin halkların biyoenerjisi hakkındaki teorilerine ve Alexander Dugin’in neo-Avrasyacı ideolojisine düzenli olarak atıfta bulunurlar. Tengrizm, Rus kozmizmi gibi evrenin pan-psişik bir okumasını ve dünya dışı bir geleceğe olan inancı benimseyen bir manevi anlayış tanımlamaya çalışmaktadır. [9]Sovyet deneyimi, insanın doğal dünya üzerindeki hakimiyetinin başarısızlığını doğrulamıştır. Bu bağlamda, endüstriyel modernitenin eleştirisi, Tengrist anlatıların temel unsurlarından biri haline gelir ve maneviyatı maddi olanın üzerinde tutarak insanın doğayla uyum içinde yaşaması gerektiği fikrini savunur. Ulusal geleneklere, etnik inançlara ve ulus-devletlere dönüş çağrısında bulunurlar. Sarygulov’a göre Tengrizm, göçebelerin doğal dinidir; yerleşik halkların aksine, göçebeler maddi refahın kölesi olmamışlardır ve feodalizm, monarşi veya despotizm gibi sistemleri deneyimlememişlerdir. Kırgız devleti, demokratik yapısıyla komşularından farklılaşmıştır; güç her zaman seçime bağlı olmuştur ve hanedanlık yoktur. Bu nedenle ülke, devrim, ayaklanma veya iç savaş yaşamamış ve kurumsallaşmış herhangi bir zorlayıcı güçten uzak kalmıştır. Sarygulov, Kırgızların Araplar, Moğollar, Dzhungarlar, Çinliler veya Ruslar tarafından yapılan istila dalgalarından sağ kalabilmesinin tam olarak “Tengrist dünya görüşünün, halkın ideolojik, manevi ve ahlaki temeli” olmasına bağlı olduğunu belirtmektedir. Tengrizm savunucuları, Tataristan’da siyasi bağımsızlığı kutlayamazlar ve bu nedenle, eski Bozkır halklarının antikliği ve ilk Avrasya devletlerini inşa etmedeki rollerini vurgulamayı tercih ederler. Böylece Tengrizm, pan-Türkist iddialarla bir ittifak kurabilir.

Tengrizm’in savunucuları, insanlar ve ilahiyat arasında doğrudan ve aracısız bir bağ kurmanın önemini vurgular. Tengrizm’in peygamberi, kutsal metni, kurumsallaşmış bir ibadet yeri, din adamı, dogma veya yasakları yoktur. Raphael Bezertinov, Tengrizm’in herhangi bir toplumsal sömürüden, güç ilişkilerinden ve kurumsal gerçeklikten uzak bir din olduğunu belirtir. Ona göre, kurumsal dinler her zaman bir grubun diğerleri üzerinde kültürel egemenlik kurmasını teşvik etmiş ve yabancı güçlerin çıkarlarına hizmet etmiştir.

Tengrizm Bir Din midir?

Çağdaş Tengricilik, gökyüzünün kadim bir kültüyle tarihi bağlantılar iddia etse de yüzyıllar boyunca herhangi bir Tengrici uygulamanın gerçekten sürdürüldüğünü gösterememiştir. Tengrizm’in, soyut kavramlar ve evrensel ilkeler geliştirmemiş olması, onun diğer dinlerden ayrışmasına neden olmaktadır. Bu tür icat edilmiş gelenekler, hem geçmişin mistik ve kültürel unsurlarını modern bir çerçevede kullanarak toplumları yeniden tanımlama arayışının hem de yerel ve ulusal kimliği güçlendirme çabasının bir yansımasıdır. Tengrizm’in dini bir sistem olarak kabul edilip edilmeyeceği ve kurumsal yapıların eksikliği bu inanç sisteminin gelecekte nasıl evrileceği konusunda önemli sorular doğurmaktadır. Gelecekte Tengrizm’in nasıl evrileceği, hem dini hem de sosyo-politik açıdan önemli bir araştırma alanı olarak karşımızda durmaktadır. Tengrizm’in ritüelistik yapıdan yoksun oluşu ve karmaşık bir teolojisinin olmaması, onu daha çok kültürel bir kimlik unsuru olarak tanımlamayı desteklemektedir.

Zaten, Orhun Yazıtları ve Oğuz Kağan Destanı gibi kaynakların içeriklerine bakıldığında, bu inanç sisteminin dinî bir yapıdan ziyade toplumsal bir düzeni temsil ettiği görülmektedir. Oğuz Kağan’ın göğe dua ederek eşini gökyüzünden alması veya Orhun Yazıtları’ndaki dualar ve Tanrısal referanslar, bu inanç sisteminin kutsallık anlayışına dayalı bir yaşam biçimi sunduğunu göstermektedir. Bu nedenlerle, Tengrizm’in dinî bir yapı olarak değerlendirilmesi tartışmalı olup daha çok kültürel bir kimliği ve tarihsel bir yaşam felsefesini temsil ettiği görüşü daha yaygındır.

[Doç. Dr. Gülenay Pınarbaşı, İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.]

[1] Talât Tekin, Orhon Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2014.

[2] Yeniçağ inançları ve uygulamaları.

[3] Marlene Laruelle, “Reborn Nation, Born-Again Religion?: The Case of Tengrism”, Central Peripheries: Nationhood in Central Asia, UCL Press, 2021.

[4] Svetlana Jacquesson, “‘New History’ as a Translocal Field”, Mobilities, Boundaries, and Travelling Ideas: Rethinking Translocality Beyond Central Asia and the Caucasus, der. M. Stephan-Emmrich ve P. Schröder, Cambridge: Open Book Publishers, 2018.

[5]  J. P. Roux, “Tángri. Essai sur le Ciel-Dieu des Peuples Altaiques”, Revue de l’Histoire des Religions, 149/1-2, (1956).

[6] Svetlana Jacquesson, “‘New History’ as a Translocal Field”, Mobilities, Boundaries, and Travelling Ideas: Rethinking Translocality Beyond Central Asia and the Caucasus, der. M. Stephan-Emmrich ve P. Schröder, Cambridge: Open Book Publishers, 2018.

[7] Svetlana Jacquesson, “‘New History’ as a Translocal Field”, Mobilities, Boundaries, and Travelling Ideas: Rethinking Translocality Beyond Central Asia and the Caucasus, der. M. Stephan-Emmrich ve P. Schröder, Cambridge: Open Book Publishers, 2018.

[8] Marlene Laruelle, “Reborn Nation, Born-Again Religion?: The Case of Tengrism”, Central Peripheries: Nationhood in Central Asia, UCL Press, 2021.

[9] Marlene Laruelle, “Reborn Nation, Born-Again Religion?: The Case of Tengrism”, Central Peripheries: Nationhood in Central Asia, UCL Press, 2021.

Başa dön tuşu