Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekim ayının ortasında gerçekleştirdiği Balkanlar turu büyük bir önem arz ediyor. Türk basınında bu tur çok dillendirilmese de Balkan ülkeleri arasında Türkiye’nin attığı adımlar yakından takip ediliyor ve gözler her zamankinden daha fazla Ankara’ya çevrilmiş durumda. Türkiye açısından bakıldığında ise Yugoslavya’nın dağılmasının akabinde atılan tohumlar artık filizlenmeye başladı. Bu yazıda, Türkiye’nin Balkanlar’da attığı ezber bozucu hamleleri “Türkiye Yüzyılı” vizyonu çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağım.
Unutulan Mirasın Yeniden Sahiplenilmesi
Balkan coğrafyasını Türkiye’nin yitik mirası olarak değerlendirmemiz çok da abes olmasa gerek. Daha yüz yıl önce beraber yaşayan topluluklar, Batı’nın sınır temelli ulus neşteriyle birbirlerinden ayrıştırılmıştı. Avrupa başkentlerinin bu ayrışmayı sevinçle karşılayıp nüfuz mücadelesine girişmesi sonrasında coğrafyada keder ve gözyaşı eksik olmadı. Tarihin boynuna yüklediği borcu her daim sahiplenen Türkiye, 1923’te yeni Cumhuriyet’in kurumlarını kurar kurmaz bu coğrafyaya yeniden uzandı. 1934’te kurulan Balkan Antantı da bu niyetin tezahürüydü. Ancak uluslararası konjonktürün getirdiği zorlamalar ve dayatmalarla bu girişim uzun soluklu olmadı. II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, bu sefer de Balkan Paktı adımıyla bölgede huzur ve refahı amaçladı ancak hedefe yine ulaşılamadı. Balkan mirası ders kitaplarında yer alsa bile Soğuk Savaş’ın kamp ideolojisi, Türkiye’nin arzularına hep ket vurdu; ta ki Soğuk Savaş sona erip Türkiye’ye büyük bir fırsat penceresi açana kadar. Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) eliyle bölgeye giriş yapan Türkiye; Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Makedonya ile dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmaları imzaladı. Ancak, 1992 – 1995 arasında patlak veren Bosna Savaşı, Türkiye’nin yürütmeye çalıştığı siyaseti akamete uğrattı. Savunmacı reflekslerini kıramayan Türk dış politikası bu dönemde Bosna’da askeri ve insani yardımlarda bulunsa da Balkan ülkeleriyle ilişkilerde sürdürülebilirlik ve kalıcılık sağlanamadı. Bu mirasın sahiplenilip ihya edilmesi ancak 21. yüzyılda mümkün olabildi.
Avrupa’ya Açılan Kapıdan Bölgesel Sahiplenmeye
Batı dünyası, Lübnan sonrası yeni oyun alanını “Balkanlar” olarak belirledi ve uluslararası ilişkiler literatürüne “Balkanlaşma” tabiri Yugoslavya’nın dağılmasıyla girdi. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük trajedilerden biri olan Srebrenitsa Katliamı ve Müslümanların soykırıma uğraması, Batı için “parçalara bölme” ve “nüfuz mücadelesi” bağlamında üstünkörü geçiştirilen bir konu haline geldi. “İnsaniyet” ve “ahlak” o dönemde de Türk dış politikasının şiarıydı ve aynı zamanda tarihin Türkiye’nin omuzlarına yüklediği kaçınılamaz bir sorumluluktu. O dönem kaleme alınan yazılarda Balkan coğrafyasına “Avrupa’ya açılan kapı” tabiri atfedilip dururken 2002’de değişen dış politika anlayışı bugünkü durumun ortaya çıkışına zemin hazırladı. Artık Türkiye için Balkanlar bir kapı değil aksine benliğinin bir parçası.
Grafik 1: Türkiye’nin Balkanlar’a Doğrudan Yatırım Miktarı, (Milyon Dolar, 2009 – 2022)
Kaynak: IMF Uyumlulaştırılmış Doğrudan Yatırım Araştırması, 2022.
Grafik 1’deki verilere göre 2009’da 873 milyon ABD doları olan Türk yatırımları, bugün 26,6 kat artışla 2022’de 23,2 milyar seviyesini aşmış durumda. Artık Balkanlar sadece bir kapı değil; Türkiye’nin bir üretim üssü olduğu gerçeğinin en net yansıması. Aşağıdaki dağılım da Türkiye’nin izlediği yatırım stratejisinin sahadaki tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.
Grafik 2: Ülkelere Göre Dağılım, (Milyon Dolar, 2009 – 2022)
Kaynak: IMF Uyumlulaştırılmış Doğrudan Yatırım Araştırması, 2022.
Yatırımların yoğunlaştığı ülkelere bakıldığında Türkiye’nin izlediği özgün strateji ortaya çıkıyor. Çatışma alanlarına daha fazla yatırım yapan Türk firmaları, bu ülkelerdeki refahı destekleyerek çatışmaların çözüm süreçlerine katkıda bulunuyor. Ekonomi politikalarıyla izlenen bu stratejinin meyveleri ise diplomasi alanında kendini gösteriyor. Örneğin, Ocak 2022’de Tiran’da TİKA tarafından restore edilen Ethem Bey Camii’nin açılış merasiminde Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Abi” diye hitap etmesinin arkasında yatan en büyük motivasyon, Türkiye’nin Balkanlar’daki yapıcı adımları.
“Türkiye Yüzyılı” Vizyonu ve Balkanlar
Türkiye artık ne 1990’lardaki gibi savunmacı reflekslere sahip ne de orta büyüklükte bir devlet olarak nitelendirilebilecek konumda. Türkiye, kendi grand stratejisini ortaya koyabilen ve bu strateji doğrultusunda sahada ve masada sonuç olan bir ülke konumuna yükseldi. Türkiye’nin grand stratejisinin en büyük yansıması ise dünya siyasetinde yeniden dağıtılan rol paylaşımını iyi okuyabilmesinde yatıyor. Son yıllarda gündemdeki en sıcak konu “ticaret yolları” ve “bağlantısallık”. Bu kapsamda Balkanlar, Türkiye için hayati öneme sahip. Süleyman Demirel’e atfedilen meşhur “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” deyişi artık küresel ticaretin en çok tartışılan konusunun merkezinde yer alıyor.
Harita 1: Türkiye Üzerinden Geçen Ticaret Yolları
Kaynak: T.C. Ticaret Bakanlığı – Google Earth.
Harita 1’de açıkça görüldüğü üzere Türkiye Yüzyılı’nda Türkiye, ticaret yollarının kavşak noktasında yer alıyor. Basında dikkatler Orta Doğu’ya, özellikle de Suriye ve Irak’taki güvenlik operasyonlarına çevrilmiş olsa da bu yolların Türkiye’ye ulaştığı coğrafyalar Kafkaslar ve Orta Doğu iken bu yolların nihai varış noktası olan Avrupa ülkelerine gidiş rotası Balkanlar üzerinden geçiyor. Türkiye açısından Orta Doğu’daki istikrar ne kadar önemliyse Balkanlar’daki istikrar da bir o kadar önemli. Son yıllarda Balkanlar’da yaşanan gelişmeleri yakinen takip etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin Balkanlar’da katkı sunduğu huzur ve barış ikliminden bazıları rahatsız olmuş görünüyor. 2023’te Kosova’nın kuzeyinde Arnavut kökenlilerin başlattığı isyan ve 2024’te Bosna’daki Sırp kökenlilerin Sırbistan’ın yeniden parçası olma taleplerini dile getirdikleri silahlı gösteriler, bazı aktörlerin bölgede kurulan iş birlikleri ve ortaklıklardan rahatsız olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Eylül’de Bosna Hersek Devlet Konseyi Başkanı Beciroviç ile görüşmesi ve 10-11 Ekim 2024’te düzenlediği Balkanlar turu oldukça kıymetli. Türkiye bölgede yükselen gerilimi düşürmek için elindeki tüm diplomatik araçları kullanıyor çünkü Balkanlar demek aynı zamanda Türkiye de demek.
Türkiye’nin Balkanlar’daki varlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ziyaretleriyle birlikte yeni bir ivme kazanıyor. Tarihi mirasın sahiplenilmesi ve ekonomik yatırımların artması, Türkiye’nin Balkanlar’da sadece bir kapı değil bölgenin bir parçası olarak hareket ettiğini gösteriyor. Türkiye, “Türkiye Yüzyılı” vizyonu doğrultusunda bölgeye istikrar ve refah getirerek Balkanlar’daki barış sürecine katkıda bulunuyor. Özellikle 2024’teki gelişmeler, Türkiye’nin bölgede aktif diplomasiyle gerilimi azaltma çabalarını vurgularken bu strateji dünya siyasetinde ezberleri bozma potansiyeli taşıyor.
[Salih Kaya, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü doktora adayıdır.]