İsrail’in Hizbullah’a karşı yürüttüğü silahlı çatışmanın Lübnan topraklarına ve BM Barış Gücüne yönelmesi hukuken savaş suçu oluşturur mu? Şayet bu suç oluşmuş ise hukukça hangi uluslararası düzenlemede karşılık bulmaktadır?
İsrail 2023 yılının 7 Ekim’inde “Aksa Tufanı” saldırısıyla Gazze ve Batı Şeria Bölgesinde yürütmüş olduğu “soykırım” uygulamalarının şiddetini bugüne kadar arttırdı. Yakın zamanda son hedefi Birleşmiş Milletler tarafından, 2006 yılı saldırılarından sonra alınan ateşkes kararı ile bölgeye yerleştirilen UNIFIL Barış Gücü oldu. UNIFIL saldırısı ile dünyanın gözü nihayet ve cılızda olsa tepkilerle İsrail’in fütursuzluğuna dönebildi. Saldırının UNIFIL’a yönelmiş olması dahi yıllarca uygulanan soykırım suçunu yine gündeme getirmedi, aslında getirmesi de beklenemezdi. Saldırının ardından birçok soru da akıllarda belirdi. Örneğin UNIFIL saldırısının uluslararası hukukta karşılığı nedir? Bir diğer soru; İsrail Hizbullah’a yönelik “savunma” saldırısını Lübnan topraklarında gerçekleştirebilir mi, hukuk buna ne kadar cevaz verir?
İsrail Lübnan’a Saldırarak Yeni Bir Savaş mı Başlatıyor?
Evvela bilinmesi gereken o dur ki; saldırı suçu kime yönelirse yönelsin hukuki bir eylemdir ve sonuçları olması beklenmelidir. İsrail’in bölgede yürütmüş olduğu teopolitik temelli eylemlerinin sonuçlarının da elbette hukuki bir karşılığının olması beklenmektedir. 10 Ekim 2024 tarihinde İsrail, Beyrut başta olmak üzere Lübnan topraklarına 2006’da ki aynı gerekçelerle saldırılar gerçekleştirdi. Bu tarih itibarı ile sadece Dahya (Dahiye) bölgesine saldırılar düzenlediğini belirten İsrail burada konuşlandığı düşünülen Hizbullah üyelerini etkisiz hale getirdiğini ifade etti. Bilindiği kadarıyla Dahya bölgesi aslında bir yerleşim yeri ve tamamıyla Hizbullah üyelerinin varlığından mütevellit bir bölge de değil.
Elbette burada ifade edilmeye çalışılan ve dikkat çekilmek istenen konu bölgedeki sivil varlığıdır ancak, Gazze ve diğer Filistin topraklarında yaşananlar göz önünde tutulursa İsrail’in Lübnan saldırılarında da sivil ve askeri hedefleri ayırma ihtimali çok düşüktür.
O halde asıl konu Lübnan bir devlet iken ve bu devlet içinde varlık gösterdiği bilinen Hizbullah’ın İsrail saldırıları varken İsrail Lübnan’a saldırı düzenlemekle hukuki bir zemin kazanmış mıdır? Aslında İsrail Hizbullah saldırılarına bir karşılık verdiği için bu saldırıları hukuki olarak kabul edilebilir ancak, Hizbullah’ın konumu ve yerleşimi söz konusu olduğunda bu hedeflerin sivil hedeflerden ayrılması ya da ayrılabilmesi mümkün değildir. Lübnan saldırıları için sivil hedeflerin askeri hedeflerden ayrılmadığı ya da ayrılamayacağı silahlı çatışma ortamında öne sürülebilir. Ancak taraflar bu zaiyatı en aza indirmek amacıyla gereken iltizamı ve özeni göstermek zorundadırlar. İsrail’in saldırı yapacağı bölgeye dair sivil halkın boşaltılması için yaptığı duyurular ise gerçek dışı unsurlar içeren ve aslında samimi olmadığı bilinen duyurulardır. Halkın alanı boşaltması için gerekli sürenin verilmediği her saldırı ile öldürülen tüm siviller için savaş suçunun işlenmiş olduğu kabul edilir. Savaş suçlarının işlendiğinin tespiti ve cezalandırılması ise evvela ilgili tarafların kendi iç hukuklarınca şayet bu tarafların görevli mahkemeleri konuya ilgisiz ya da yeteneğini kaybetmiş durumda ise uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından tespit ve yargısı yapılarak uygulanacaktır.
Uluslararası Hukukça kabul görmüş olan ve “silahlı çatışmanın nasıl yürütülmesi gerektiği” konusunu hüküm altına alan “Savaş Hukuku” ya da “Uluslararası İnsancıl Hukuk” olarak tanımlanan 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri çatışmanın taraflarına birtakım yükümlülükler getirir. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen taraflar “savaş suçu” işlemiş olur.
Dört Sözleşmeden oluşan Silahlı Çatışma Hukukunun ilk sözleşmesinin Ortak 3. Maddesi başta olmak üzere Sözleşmenin ilgili diğer maddeleri silahlı çatışma esnasında “ızdırap verici” silahların kullanılmamasını öngörür ve bu bağlamda da savaşın taraflarının sınırsız silah kullanımı hakkına sahip olmadığına işaret eder. İsrail’in bu anlamda Lübnan Hizbullah’ını çatışmanın tarafı olarak görmesine rağmen özellikle “çağrı cihazlarını patlatarak” günlük kullanımda olan bir aracı “yeni silah” şeklinde araçsallaştırması da hukuk açısından sorunlu hale gelecektir.
UNIFIL Saldırıları Savaş Suçu Sayılacak mı?
Diğer taraftan yine Sözleşmeye Ek 1 No’lu Protokol’ün 5.maddesi 1-7 paragrafları[1], “koruyucu güçler ve vekillerin tayini” konusuyla taraflara bir başka sorumluluk yüklemiş ve bu güçlerden kasıt bölgedeki UNIFIL ve diğer uluslararası sağlık kurumları (Kızılhaç, Kızılay vb.) olacak şekilde değerlendirilmelidir. Bu durumda İsrail 2006 yılında alınan ateşkes kararı ve öncesindeki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 Sayılı kararı uyarınca bölgeye yerleştirilmiş olan BM Barış Gücüne yapmış olduğu saldırı ve tehditlerden sorumludur. Bu sorumluluk İsrail’e, yukarıda ifade ettiğimiz Cenevre Sözleşmelerinin ilgili maddeleri haricinde, Uluslararası Hukukça “uluslararası suçlar”[2] olarak tanımlanan ve toplamda yirmi sekiz başlık olduğu konusunda uzlaşı sağlandığı bilinen suçlardan birinin de işlendiği gerekçesiyle yüklenebilir durumdadır. Uluslararası Suçlar içinde sayılan “Birleşmiş Milletler Görevlilerine Yönelik Saldırılar” olarak tanımlanan bu saldırı İsrail’in Lübnan’da konuşlanmış olan UNIFIL’e yöneltilmiş ve bu eylemler ne yazık ki bugüne mahsus olarak yaşanmamıştır. BM tarafından yapılan açıklama üzere askerlerin saldırılardan korunmak üzere gaz maskesi kullanma ihtiyaçlarının ortaya çıkması İsrail’in silahlı çatışma esnasında yasaklı olan savaş araçlarından kimyasal silah ve misket bombası kullanımının da gerçekleştirildiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Tüm bu bilgilerin ışığında ne yazık ki “uluslararası barışı” korumakla yükümlü olan BM Gazze’de, Beyrut’ta, Batı Şeria’da ve daha birçok Orta Doğu sahasında uygulanan savaş suçlarını engellemek üzere bir girişimde bulunmazken, sorumluluğunda olan Barış Gücüne yapılan saldırıları da görmezden gelme eğilimini alışkanlık haline getirmiştir. Görülen o ki; BM günün şartlarına ayak uyduramayan ve barışı koruyamayan bir ulus üstü hezimet olarak varlığına devam edecektir.
Sonuç
İsrail, Lübnan saldırılarını sürdürürken Filistin topraklarında uygulamış olduğu bir diğer savaş suçu olan “etnik temizlik” suçunu da bölgede devam ettirmektedir. Silahlı çatışma hukukunun savaş suçu olarak tanımladığı tüm eylemlerin uygulanmaya konulduğu bölgede Lübnan ya da Gazze olarak ayırmaksızın, ilgili suçların tespitinin derhal yapılması gerekmektedir. Aksi halde birçok suç teşkil eden eylemlerin kanıtları ortadan kalkacaktır çünkü silahlı çatışmanın ortamı bu duruma elverişlidir. Daha önce belirttiğimiz üzere bu suçların yargısı evvela tarafların sorumluluğundadır ancak İsrail savaş suçlarını yargılamak bir kenara bu eylemleri teopolitik bir zeminde “haklı savaş” eylemleri olarak kabul etmektedir. Bu durumda Uluslararası Ceza Mahkemesinin suçları tespit etmek için harekete geçmesi gerekmektedir. Bölgedeki çatışma suçları o denli bölgeye münhasır hale gelmiştir ki belki bu durumda bir Ad Hoc mahkemenin kurulması ve suçların tespitinin, yargısının yapılması kolaylaştırılmalıdır. Tüm bu bahsi geçen yargısal hareket ancak BM’nin suçların önlenmesinde ve cezalandırılmasında gönüllü ve istekli davranmasına bağlıdır. Yargı kararının ve suçların tespitinin yapılmasında BM ne yazık ki bu istekle hareket etmemektedir.
[1] 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolü, Galatasaray Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayınları, No: 42, İstanbul.
[2] Lassa Oppenheim, International Law: A Treatise Vol. II: War and Neutrality, Third Edition, London: Longmans Green and Co., 1921, s. 233.
[Dr. Zeynep Deniz Altınsoy, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.]