İsrail-İran Mücadelesi ve Türkiye

İsrail’in, Gazze merkezli olmak üzere, Lübnan ve Suriye’ye doğru genişleyen işgal, saldırı ve soykırım uygulamaları bölgesel düzeyde güvenlik ve istikrarı derinden etkilemeye devam ediyor. Gazze’de yaşanan soykırım, Lübnan’da Beyrut özelinde yoğunlaşan saldırılar ve Suriye’de Şam başta olmak üzere pek çok farklı alana yönelik olarak gerçekleştirilen hava saldırıları, bu bölgelerde insani kriz koşullarının ortaya çıkmasına, göç hareketlerine ve nihai olarak bölgedeki kaotik durumun ivme kazanmasına yol açıyor. Bu süreçte İsrail bir yandan bölgede uyguladığı saldırgan strateji ile farklı bölgelerde olumsuz koşulların ortaya çıkmasına sebebiyet verirken diğer yandan İran ile yaşadığı gerilim bağlamında da bölgenin bir şiddet sarmalıyla karşı karşıya kalma potansiyelini artırıyor. Bu durum ise en yoğun şekilde Türkiye’nin güvenliğine, istikrarına ve çıkarlarına yönelik riskleri ve tehditleri ortaya çıkarıyor. İsrail ve İran arasındaki gerilim ve çatışmalar doğrudan ve dolaylı şekilde Türkiye’yi etkiliyor.

Hesaplaşma ve Rekabet Alanı Olarak Türkiye

İsrail ve İran arasındaki gerilimin yakın dönemde ivme kazanmaya başladığı tarih olarak 2020 yılını işaret etmek mümkündür. 2020 yılına Kasım Süleymani’nin kaybıyla başlayan İran, bu kaybın akabinde, bölgedeki vekil güçlerinin eylemlilik durumunu yükselten bir strateji izlemeye başladı. İsrail, Yemen’den Irak’a ve Lübnan’a kadar geniş bir coğrafyada artan vekil aktör saldırılarına karşı 2020 yılının yaz aylarında uyguladığı “zincir sabotajlar” ile cevap verdi. Bu süreçte, İran’ın farklı bölgelerinde yer alan, aralarında nükleer tesislerin de bulunduğu kritik altyapı tesislerine yönelik bir dizi saldırı düzenlendi. Diğer yandan, 2020 yılı Kasım ayında, İran nükleer programının başar figürlerinden olan Muhsin Fahrizade’ye yönelik suikast ise İsrail-İran gerilimini bir üst aşamaya taşıdı.

Bu dönemin ardından, 2021 yılı itibarıyla her iki ülke de yeni bir hesaplaşma ve rekabet alanı olarak Türkiye’ye yönelim gösterdi. Bu yönelimin arka planında, iki ülkenin birbirlerine yönelik örtülü operasyon sahası olarak Türkiye’yi bir seçenek olarak algılamaları yer aldı. Bu algılama doğrultusunda her iki ülke Türkiye içinde, istihbarat elemanları aracılığıyla örtülü operasyon hazırlıklarında ve girişimlerinde bulundular. 2021-2023 yılları arasında, MİT ve emniyet tarafından İsrail ve İran istihbarat ağlarına yönelik olarak düzenlenen operasyonlarda pek çok casus ele geçirildi ve ilgili ağlar çökertildi.

7 Ekim ise İsrail-İran rekabetinin Türkiye’ye taşınması girişimlerine yeni bir boyut kazandırdı. 7 Ekim sonrasında İsrail, Gazze’ye yönelik olarak uygulamaya koyduğu soykırım stratejisinin meşrulaştırılmasını, stratejik iletişim faaliyetlerinin odağı olarak belirledi. Bu faaliyetler, uluslararası kamuoyunun, İsrail’in, geçmişten miras aldığı ve daha çok “meşrulaştırma” ile bağdaştırılan “Hasbara” konseptiyle Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımı “gereklilik, öz savunma, meşruluk” göstergeleri ve imgeleri doğrultusunda algılaması arayışını yansıttı. Elbette bu arayışın en önemli hedeflerinden ve merkezlerinden bir tanesi de Türkiye ve iç kamuoyu olarak belirlendi.

Bu süreçte İsrail’in Türkiye iç kamuoyuna yönelik olarak uygulamaya koyduğu taktik psikolojik harekat, Türkiye’de başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Gazze’deki soykırıma karşı çıkan siyasi aktörlerin itibarsızlaştırılmasını, halk-devlet, halk-hükümet bağının zayıflatılmasını ve bu bağlamda algısal bir ihtilaf yaratılmasını esas aldı. Bu süreçte, İsrailli yetkililerin yaptıkları açıklamalarda ve sosyal medya paylaşımlarında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alırken Türk halkına yönelik olumlu mesajlarda bulunmaları, Atatürk ilkelerine ve değerlerine özel bir vurgu kazandırmaları dikkat çekti. Buna karşılık İran ise 7 Ekim’in ardından Türkiye’nin bu süreçte pasif kaldığına; Gazze’ye yönelik yeterli desteğin sunulmadığına dair algı inşası hedefiyle taktik psikolojik harekat yürüttü. Bu noktada, İran’ın konsolide etmeye çalıştığı “Filistin’in direnişinin tek temsilcisi” imajını Türkiye’nin kazanmasının yarattığı “risk” ana motivasyonlardan bir tanesi oldu.

Mücadele Çeperlerinin Merkezi Olarak Türkiye

İsrail ve İran arasındaki mücadele, doğrudan olduğu kadar dolaylı biçimde de Türkiye’nin güvenliğini ve çıkarlarını etkileyen bir faktör niteliğine sahip. Her iki ülkenin Türkiye’nin bir merkez alan olarak, çeper alanlarında ortaya koydukları mücadele bu açıdan dikkat çekiyor. Bu bağlamda, Azerbaycan, Irak, Suriye’de süren bu rekabet, hâlihazırda olumsuzluklar yarattığı gibi aynı zamanda yakın vadede de belirli riskler taşıyor.  Tüm bu alanlarda, farklı bağlam ve boyutlarda gelişen İsrail-İran rekabeti, Türkiye’nin çıkarları ve hedefleri ile çelişkili durumlar yaratıyor.

Bu durum, 2020 yılından beri Azerbaycan özelinde net biçimde kendisini gösteriyor. Azerbaycan’da İsrail ve İran’ın etki yaratma çabası, Azerbaycan’ın güvenlik ve istikrarını tehdit altına soktuğu kadar Türkiye’nin ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin de olumsuz etkilenebileceği bir iklim yaratıyor. İsrail’in Türkiye ile mevcut karşıtlık durumuna rağmen Azerbaycan’da etki kazanmaya çalışması, İran’ın ise buna karşın Azerbaycan’ı tehdide varan tutumu Türkiye’nin bölgesel etkisi üzerinde olumsuz bir etki yaratıyor. Diğer yandan, Irak’ta da benzer bir durum kendisini gösteriyor. Türkiye, Irak’ta PKK varlığının sonlandırılması ve Kalkınma Yolu Projesi’nin hayata geçirilmesi yönünde adımlar atarken İran ve İsrail, PKK-KYB-KDP denkleminde konumlarını güçlendirmeyi hedefliyor. İran, KYB-PKK ikilisi üzerinde kontrol ve denetimini pekiştirmek isterken İsrail, bu denklemdeki aktörleri İran etkisinden çıkarma arayışıyla hareket ediyor. Bu durum Türkiye’nin terörle mücadele hedeflerine ve Kalkınma Yolu Projesi’nin gerçekleştirilmesi açısından olumsuz görünüyor.

Benzer bir durum Suriye örneğinde de kendisini gösteriyor. Türkiye, Suriye ile normalleşme yönünde hamleler gerçekleştirirken hem İsrail hem de İran bu adımları kendi nüfuzlarına tehdit olarak algılayarak bu sürece karşıt bir tutum sergiliyor. Bununla birlikte, Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG terör örgütünün varlığı da İsrail-İran rekabet alanlarından bir tanesine işaret ediyor. Her iki ülke de PKK/YPG üzerinde etkiye sahip olarak Suriye-Irak hattını kendi çıkarları açısından teminat altına almayı, bölgedeki kaynaklar üzerinde denetim sahibi olmayı ve nihayet etki alanlarını genişletmeyi hedefliyor. Söz konusu bu arayışlar ise Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarlarına aykırılık teşkil ediyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin sınırları içinde istikrarını ve birliğini koruyarak sınırları ötesinde güvenliğini ve çıkarlarını teminat altına almanın bir zorunluluk olduğu açık bir biçimde kendisini gösteriyor.

[Dr. Çağatay Balcı, uluslarası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu