ABD’nin İsrail Hâmiliğine Teolojik Bir Yaklaşım

Bu yazıda Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-İsrail ilişkisi teolojik bağlamda analiz edilecektir. ABD’nin İsrail’e her koşulda sahip çıkması, ABD’deki siyonist lobinin, ABD dış politikasındaki etki alanının genişliği hemen herkesin zihninde, “Neden ABD, İsrail’e her koşulda arka çıkıyor? Süper güç ABD, İsrail’e mahkûm mu?” sorularının meydana gelmesine neden olmaktadır. Söz konusu ilişkiyi tahlil etmeden evvel, ABD’nin esasında dini inançları idarenin merkezine yerleştirmiş bir yönetim anlayışını benimsediği ifade edilmelidir. Bu düşünce, ABD vatandaşlarının dini kuruluşlar inşa etme, dini inançlarını yaşama ve yayma hususları göz önünde bulundurulduğunda hatalı bir yaklaşım gibi görünmektedir. Bu bağlamda ABD pekâlâ laik bir devlettir. Fakat Evanjelist inanca sahip çok sayıda ABD başkanı ve kurmayının mevcudiyeti, ABD’nin bilhassa dış politikasını dini temellere yasladığına dair birçok işaret taşımaktadır. Evanjelik siyasal etiğin ayırt edici özelliklerinden olan sınırlandırılmış devlet otoritesinin gerekliliği, bu savı yine doğrulamıyorsa da Evanjelizmin ve tamamlayıcısı niteliğinde olan Dispensasyonalizmin temel öğretilerine ve ABD yönetiminin özellikle İsrail ile olan ilişkilerinde takip ettiği izleğe bakıldığında ABD’yi neredeyse “bir din devleti” olarak tanımlamak muhtemel hâle gelecektir[1].

Evanjelizmin ve Dispensasyonalizmin İlkeleri

ABD yönetimi, özellikle son asırda o denli inanç temelli bir yönetim anlayışı benimsemektedir ki Evanjelizmin ve Dispensasyonalizmin dünya görüşü hakkında malumat sahibi olmadan ABD’nin politikalarını analiz etmek mümkün olmayacaktır. Bugün yaklaşık her dört ABD vatandaşından birisi Hıristiyan Protestanlığının bir kolu olan ve Hıristiyan Siyonizmi olarak da nitelenen Evanjelizm mezhebinin müntesibidir. Evanjelist, Yunanca “evangelical” kelimesinden gelmekte olup “iyi haberleri paylaşan kimse” anlamı taşımaktadır. Evanjelik inançla iç içe olan Dispensasyonalizm ise dünya tarihini dönemlere (dispensasyonlar) ayırmaktadır. Bu inanca göre dünya, her birinde Tanrı-insan ilişkisinin farklı şekilde kurulmuş olduğu yedi döneme ayrılmaktadır. Dönemlerin her birinde insanoğlu karşılaşmış olduğu sınavda başarısızlığa uğramış ve Tanrı, insanoğlu üzerindeki tasarrufunda değişikliğe gitmiştir. John Darby ve Cyrus Scofield tarafından popüler hâle getirilmiş olan Dispensasyonalizmin ilkeleri esasında, Scofield’ın Referans İncili’ne (1909) dayanmaktadır. Burada Kitabı Mukaddes’in fütürist bir yorumu söz konusudur. Kitabı Mukaddes’te belirtilen hadiselerin gelecekte yaşanacağına inanılmaktadır. Hz. İsa’nın (as) yeryüzüne ikinci kez geleceğine ilişkin alametler kutsal kitapta belirtilmiş olup bu alametler uluslararası olaylarla ilişkilendirilmiştir. Buna göre dünya devamlı kötüye gitmektedir ve Tanrı, insanın barış için çalışmasını istememektedir. Yeryüzü gezegenini yok edecek bir nükleer savaşın başlatılması Tanrı’nın arzusudur. Tam da bu noktada Yahudiler ve bir Yahudi devleti olan İsrail önem kazanmaktadır. Hz. İsa’nın (as) Kudüs’e tekrar dönebilmesi için Yahudilerin yeniden kurulmuş bir İsrail’de yaşamaları gerekmektedir. Böylelikle yeryüzünde Mesih hakimiyetinde bin yıllık bir süreç (millennium) yaşanacaktır. Mesih, Tanrı krallığı ile Yahudilerden müteşekkil bir devleti yönetecektir. Hıristiyanların yeryüzü hükümranlığında nasipleri yoktur. Görüldüğü üzere söz konusu inanç, Yahudilere dünyevi vaatler, Hıristiyanlara ise uhrevi vaatler içermektedir. Evanjelik Hıristiyanların kurtuluşa erebilmeleri ve göğe yükselebilmeleri (rapture) için Yahudilerin dünyevi görevleri gerçekleştirmeleri gerekmektedir. “İsrail vatanı” kültü bu bağlamda önem taşımaktadır ve Yahudiler, Yahudi oldukları için değil Hıristiyan kurtuluşunda rolleri olduğu için “aziz dost” kabul edilmektedir. Bu, bir dinin başka bir dinin varlığını, kendi öngörülerinin hakikate ulaşması için bir ön koşul olarak değerlendirmesi açısından belki de eşsiz bir örnektir2. Peki varlığını başka bir dinin varlığına borçlu olan bu inanış nasıl bu denli benimsenip taraftar bulmaktadır? Bu soru, insanların kehanete/bilinmeze ilişkin taşıdıkları yüksek merak duygusuyla ve geleceğe dair haberleri önceden duyuyor olmanın, oyunun içerisinde yer almanın insan ruhunu tatmin edişiyle açıklanmaktadır.3

ABD’nin İsrail’e Arka Çıkışına İlişkin Birtakım Örnekler

ABD’nin İsrail’e ilişkin tutumu, devletin öz çıkarları açısından değerlendirildiğinde hiç de rasyonel görünmemektedir. ABD’nin, Yahudi mültecilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri için 135 milyar dolarlık yardım sağlamasının ve ABD vergi mükelleflerinin yüzlerce milyon dolarının yasa dışı Yahudi yerleşim yerlerinin inşa ve altyapı harcamalarında kullanılmasının 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerinde makul bir yere oturmadığı açıktır. Yine, 1967’de 34 Amerikan mürettebatının ölümüyle sonuçlanan olayda, bir ABD casus gemisi olan USS Liberty’nin İsrail tarafından bombalanmasına ABD’nin sessiz kalmış olması, beklenenden oldukça farklı bir tutuma işaret etmektedir.

Söz konusu “şaşırtıcı tutum”un nedeni, ABD’nin Evanjelizm mezhebine mensup yönetiminin sıkı sıkıya bağlı oldukları inançlarıdır. Bu yazıda konu edinilen Evanjelist politikalar bilhassa Ronald Reagan’ın ABD Başkanı olmasının (1981) ardından hız kazanmıştır. İsrail ve ABD arasındaki güvenlik iş birliği Reagan döneminde istikrarlı bir şekilde artmıştır. Reagan kendisini Dispensasyonalist öğretinin doğruluğuna o denli kaptırmıştır ki “İsa kapıda” olduğu için iç meselelerle uğraşmak, onun için ciddiye alınmayacak kadar kıymetsizdir ve Tanrı dünyayı pek yakında geri alacaksa devlet borçları için kaygı duymak yersizdir.

ABD’de bugün TV ve radyodaki vaizlerin önemli çoğunluğu, Dispensasyonalizmin önderlerinden olan Scofield doktrinlerinin, Scofield’in Referans İncili’nin derslerini işlemektedir. Bu yayınlar, dersleri apaçık bir kamusal propaganda hâline getirmektedir. Bu inanca göre İsrail’i eleştirmek Tanrı’yı eleştirmek gibi olduğundan bundan şiddetle sakınılır. Ötesinde, “İsrail ne yaparsa Tanrı onu onaylar ve ABD de İsrail’in faaliyetlerini onaylamakla yükümlüdür.” inancı kabul görmüştür. Hz. İsa’nın (as) yeryüzüne inişi, İsrail’in vaat edilen topraklardaki hakimiyetine bağlı olduğundan bu uğurda gayret sarf etmekten imtina eden Hıristiyanlar da Tanrı katında mesuliyetten kurtulamayacaklardır. Bu bağlamda ABD’nin önde gelen Evanjelist vaizlerinden Jerry Falwell, her ABD vatandaşını ABD’nin İsrail’e olan desteğini garanti altına almak için elinden gelen tüm baskıyı ABD yetkililerine uygulamaya davet etmiştir. Aynı şahıs, İsrail’in uluslararası hukuka uyma zorunluluğu taşımadığını da belirtmiştir. ABD’nin Evanjelist yönetimi de taşımakta olduğu sorumluluğun farkında görünmektedir. Öyle ki Irak işgali tamamladığında, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “İsrail’in bir başka düşmanı daha ortadan kaldırılmış oldu.” ifadesini kullanarak Irak’ın işgalinin İsrail açısından ne kadar büyük bir önem taşıdığını vurgulamış ve ABD’nin, İsrail’in güvenliğini sağlamada kendisini sorumlu gördüğünü açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir. ABD, İsrail’i koruma yükümlülüğüne o denli inanmıştır ki Orta Doğu’da arabuluculuk rolü üstlendiği dönemde, İsrail-Filistin görüşmeleri sürerken ABD’nin İsrail’e toprak tavizinde bulunmasını teklif etmesi nedeniyle Tanrı’nın ABD’yi doğal afetlerle cezalandırdığını düşünmektedir.

Evanjelist ABD yönetiminin bir başka gayri rasyonel uygulaması da ABD Yahudilerinin özel izinle İsrail ordusunda görev yapabiliyor oluşudur. Örneğin 1982 Lübnan işgalinde çok sayıda ABD vatandaşı İsrail ordusunda savaşmıştır. Fakat bu durum İsrail sansürüyle gizlenmiş olup ABD tarafından da açığa vurulmamıştır. Bu misal 1967 Orta Doğu savaşını takip eden yıllarda Evanjelistlerin ABD siyasi gündemini ve dış politikasını belirleme noktasındaki tesirini açığa çıkarmaktadır.

ABD İsrail’e, bir anlamda kendisinin dizayn etmiş olduğu “uluslararası nizamı” ve “uluslararası hukuku” hiçe sayarak kayıtsız şartsız destek sunmaktadır. Bir başka örnek olarak 12 Temmuz-13 Ağustos 2006 tarihleri arasındaki İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının tüm dünyada tepki çekerken ABD tarafından desteklenmiş olması gösterilebilir. Ayrıca Evanjelistlerin 2017’de Trump ile ABD yönetimindeki güçlerini tazeledikleri bilinmektedir. Trump yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi Andrew Craig Brunson’un tahliyesi için en üst düzeyde baskı uygulayarak Rahibin Beyaz Saray’da bizzat başkan tarafından ağırlanması çarpıcı örneklerden bazılarıdır.

Söz konusu kayıtsız destek hâlihazırda da devam etmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı, İsrail’in Filistin’e yönelik 7 Ekim 2023 tarihinden bugüne, çocuk-yaşlı-kadın-hasta-engelli fark etmeksizin on binlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan ve hâlen devam etmekte olan saldırılarının baş aktörleri olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında 20 Mayıs 2024’te yakalama kararı çıkarılmasına ilişkin başvuru yapmıştır. Başta ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken olmak üzere ABD yönetimi, söz konusu kararı başlatılmak istenen ateşkese bir darbe vuracağı gerekçesi ile eleştirmiş ve itirazda bulunmuştur. Başkan Biden da 1 Ekim 2024 tarihli tweetinde “Bu sabah Başkan Yardımcısı Harris ve ben, İran’ın İsrail’e karşı yakın zamanda gerçekleştirmeyi planladığı füze saldırısını görüşmek üzere ulusal güvenlik ekibimizi topladık. İsrail’in bu saldırılara karşı kendisini savunmasına ve bölgedeki Amerikan personelinin korunmasına, ABD’nin nasıl yardımcı olabileceğini konuştuk.” ifadelerini kullanarak İsrail’in korunmasının ABD’nin önceliği olduğunu gözler önüne sermektedir.

Hasılı, ABD’nin Orta Doğu’da Amerikan ulusal çıkarlarından ziyade İsrail’in çıkarlarını önemsiyor olmasının nedeni ülke yönetimini elinde bulunduran Evanjelist lobidir. ABD’deki Evanjelistler, bir başka ifadeyle Hıristiyan Siyonistler, birçok Yahudi topluluğundan daha sağlam bir şekilde İsrail yanlısı ve daha güçlü siyonisttirler. Bu inançtaki ABD’li politikacılar, Filistinlilere karşı İsrail hükümetinden daha sert ve daha katı pozisyonlar almışlar, ABD fonlarının Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) gitmesine İsrail’den daha fazla direnç göstermişler ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımaya daha istekli görünmüşlerdir. Bu bağlamda Harry S. Truman’ın, yönetiminin dışişleri ve savunma bakanlıkları başta olmak üzere neredeyse tamamının muhalefetine rağmen İsrail’i bir devlet olarak tanıması dikkat çekicidir. Biyografi yazarı Michael T. Benson, Truman’ın İsrail yanlısı duruşunun “esas olarak insani, ahlaki ve duygusal nedenlere dayandığını ve bunların çoğunun başkanın dini yetiştirilmesinden ve İncil’e olan aşinalığından kaynaklandığını” belirtirken esasında, yazının başında belirtilmiş olan ABD idaresinin dini boyutunu da açıklığa kavuşturmaktadır.

Göz ardı edilmemesi gereken bir husus da ABD’nin Samilere topyekûn bir hamilik peşinde olmadığı, bilhassa siyonizmi koruyup kolladığıdır. Evanjelist inancın temelini oluşturan kehanetin gerçekleşmesi ve Hz. İsa’nın (as) yeryüzüne inip Tanrı krallığını kurabilmesi için siyonizmin hakim olması gerekmektedir. Sonrasında ise onlara da ihtiyaç kalmayacaktır. Türbülasyon olarak adlandırılan yedi yıllık bir felaket dönemi yaşanacak ve Tanrı bu dönemde Hz. İsa’ya (as) inanmadıkları için Yahudileri de cezalandıracaktır. Görünen o ki Siyonistler, Evanjelistlerin son kertedeki kehaneti gerçekleşene dek (!) onları kullanarak dünyayı kirletmeye devam edecektir. Birileri dur demedikçe.

Sonuç Yerine

İsrail, siyonist bir işgal devletidir. Kuruluş aşamasından bugüne dek siyonist ilkeler çerçevesinde, “vaat edilmiş topraklar” (arz-ı mev’ud) üzerinde hükümranlığı ele geçirme gayesiyle hareket etmektedir. Bu hedefe erişmek için her yolu mübah saymakta, kendisini uluslararası hukuk prensiplerinden müstağni görmektedir. Bu umursamaz tavrı kazanabilmek için de süper güç ABD’yi kendisine sarsılmaz bir destekçi edinmiştir. Bu bağlamda ABD’deki Yahudi lobisinin yanı sıra Evanjelikler (Hıristiyan Siyonistler) aktif görev üstlenmektedir. Söz konusu din temelli ittifak, ABD dış ilişkilerinin İsrail’in çıkarları doğrultusunda şekillenmesini temel gaye edinmiştir. Bugün gelinen noktada işgalci İsrail’in başına buyruk, sınır tanımaz tavırlarının dayandığı temelin yukarıda özetlendiği şekliyle Dispensasyonalizmin kıyamet senaryosunda İsrail’in varlığı ve hakimiyetinin vazgeçilemezliği olduğu bilinmektedir.

Son Söz: Bu yazı vesilesi ile işgalci İsrail’e sözde vaat edilmiş olan topraklar içerisinde Tunceli, Elâzığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman ve Gaziantep başta olmak üzere pek çok Türkiye şehrinin dahil olduğunu belirtmekte fayda vardır.

Kaynakça

Çoban-Oran, Filiz. “Amerikan Kimliği ve Dış Politikasında Evanjelizmin İzleri: Sosyal-İnşacı Perspektiften ABD-İsrail İlişkileri”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 6/3 (2017): 2019-2037.

Elmas, Büşra. “Dispensasyonalizm: Tarihi, Öğretileri ve Etkileri”, Oksident, 6/1 (2024): 1-17.

Halsell, Grace. Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak – ABD-İsrail İttifakının Dinî Temelleri. Ankara: Serbest Kitaplar, 2021.

Dipnotlar:

[1] ABD Başkanlarının özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası, “şer-hayır”, “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” nitelemeleri üzerinden söylem ürettikleri örnekler için bakınız: Filiz Çoban-Oran, “Amerikan Kimliği ve Dış Politikasında Evanjelizmin İzleri: Sosyal-İnşacı Perspektiften ABD-İsrail İlişkileri”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 6/3 (2017): 2026-2027.

Dr. Enes YALÇIN, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu