İsrail’in “Yeni Düzeni”

Hizbullah ve İran’ın Direniş Ekseni

İsrail’in Beyrut’ta gerçekleştirdiği, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın ve beraberinde pek çok kritik ismin ölümüyle sonuçlanan hava harekâtı, bölgede yaklaşık bir yıldan beri yükselen gerilimi ve çatışma ortamını farklı bir noktaya taşıdı. İsrail’in, “yeni düzen” adını verdiği söz konusu harekât, Hizbullah’ın önemli figürlerine; yönetici ve komutanlarına yönelik hedef odaklı operasyonların en üst aşaması oldu.  Uzun süredir İsrail’in operasyonları sonucunda örgütsel yapısına büyük darbeler alan Hizbullah’ın içinde bulunduğu durum aynı zamanda İran’ın direnişi ekseni stratejisinde de ciddi kırılmalara işaret ediyor.

“Yeni Düzen” ve Hizbullah

İsrail’in Hizbullah’a yönelik operasyonları ve imhaya yönelik stratejisinin mahiyeti, son operasyona verilen “yeni düzen” ismiyle somutlaştırıldı. Bu ismin taşıdığı sembolik anlam esasen İsrail’in 7 Ekim sonrası süreçte uygulamaya koyduğu saldırı, işgal ve soykırım uygulamalarının paradigmasını ifade ediyor. Buna göre İsrail, kendi çıkar ve güvenlik tanımlamaları uyarınca bölgede yeni bir düzen inşa etmeye çalışıyor. Elbette bu düzende Hamas’ın yok edilmesi, Gazze’nin soykırım yoluyla insansızlaştırılması ve gasp edilmesi ana hedefler olarak benimseniyor.

Bununla birlikte, Hizbullah için bu yeni düzen bağlamında özel bir yaklaşım geliştirildi. Hizbullah, hem İsrail’e yönelik daimî ve yakın tehdit niteliğine sahip oluşu hem de İran’ın direniş ekseni stratejisinin kült aktörü olması sebebiyle İsrail’in yeni düzen projesine en önemli engellerden bir tanesi konumunda. Bu nedenle, İsrail’in yeni düzeninde yeri olmayan Hizbullah’ı örgütsel olarak etkisiz kılmak ve hatta imhaya sürüklemek ana odak haline geldi. Bu süreçte, Hizbullah’ın beyin takımı büyük ölçüde ortadan kaldırılırken Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ise bu stratejinin pratikte ulaştığı en üst noktayı gösterdi. Hizbullah’ın beyin takımının ve karizmatik lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi gerçekten de bir devrin sona erdiğine ve gerek örgütsel gerek bölgesel anlamda yeni bir düzene geçişe işaret ediyor. Elbette İsrail, uyguladığı bu strateji ile birlikte Hizbullah’a ve İran’a doğrudan bir meydan okuma sergilerken Lübnan başta olmak üzere bölgenin diğer aktörlerine de dolaylı bir mesaj iletmiş oldu. Bu mesaj, İsrail’in yeni düzen projesi doğrultusunda uyguladığı stratejideki ısrarının ikrarı ve bu stratejiye yönelik olası karşı tedbirlerin caydırılması anlamını taşıyor.

 Örgütsel Güvenliğin İflası

Hizbullah’ın yaklaşık bir yıl içerisinde örgütsel yapısına yönelik olarak aldığı ağır darbeler, sıklıkla bölgedeki tansiyonu ve çatışmayı derinleştirici etkenler ve süreçler olarak değerlendirildi. Özellikle Hizbullah’ın kritik figürlerine ve beyin takımında yer alan isimlere yönelik hedef odaklı operasyonların ardından Hizbullah’ın intikam saldırıları ve çatışmanın bölgeselleşme riski temelinde yaşanan endişeler ön plana çıktı. Buna karşın, Hizbullah üst kadrosunda yer alan bu denli önemli isimlerin art arda nasıl sistematik şekilde hedef alınabildiği, bu bağlamda kendisini gösteren güvenlik açığı ve istihbarat başarısızlıklarının sebepleri ise büyük ölçüde geri planda kaldı. Oysa bu durum, yeni düzen projesinin dinamiklerini anlayabilmek açısından da önem taşıyor.

Tüm örgütsel yapılarda olduğu gibi Hizbullah’ın temel motivasyonlarından biri örgütsel varlığını korumak ve hayatta kalmak. Bunun yolu ise örgütsel yapı içerisinde belirli aktif ve pasif tedbirlerin uygulanması, istihbarata karşı koyma tedbirlerinin geliştirilmesinden geçiyor. Bu yolla örgüt içine sızmaların önlenmesi, bilgi güvenliğinin sağlanması ve kritik figürlerin korunması amaçlanıyor. Fakat gelinen noktada Hizbullah’ın örgütsel güvenlik adına ciddi bir iflasla karşı karşıya olduğu görülüyor.

Fuad Şükür suikastından başlayarak Hizbullah’ın üst düzey isimlerinin art arda ve sistematik şekilde hedef alınabilmesi, sızma ve istihbarat zafiyeti olasılığını güçlü biçimde akla getiriyor. Söz konusu operasyonların her birinin nokta ve gerçek zamanlı istihbarat bilgisi gerektiren operasyonlar olması, ciddi bir güvenlik açığının olmaması halinde böylesi bir operasyon dizisinin gerçekleştirilemeyeceğine işaret ediyor. Buna ek olarak, çağrı cihazları vasıtasıyla 3000 Hizbullah mensubunun hedef alınabilmesi ve nihai olarak Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi bu değerlendirmeyi pekiştiriyor. Bu noktada Hizbullah ve İran arasında istihbarat başarısızlığı bağlamında bir simbiyozdan ve aktarımdan söz etmek mümkün. Öyle ki Hizbullah’ın örgütsel olarak yaşadığı istihbarat başarısızlıkları ve güvenlik açıkları hem kendi örgütsel güvenliğine hem de Suriye ve Irak’taki İran ve İran DMO varlığına zarar veriyor. Diğer yandan, İran’ın devlet olarak yaşadığı istihbarat başarısızlıkları ise ülke güvenliğine zarar verdiği kadar vekil aktörlerinin güvenliğini ve dolayısıyla Hizbullah’ın örgütsel güvenliğini tehdit ediyor. Bu bağlamda, İran ve Hizbullah’ın istihbarat başarısızlıkları noktasında birbirini etkilemesi bütünsel olarak değerlendirildiğinde güvenlik iflasını açıkça gösteriyor.

Direniş Ekseninin Geleceği

Hizbullah’ın en üst düzeyde yaşadığı kayıp, kendi örgütsel geleceği, Lübnan’ın güvenlik ve istikrarı bağlamında etkiler ve sonuçlar yaratma potansiyeline sahipken aynı zamanda direniş ekseni stratejisine de doğrudan etki edecek bir gelişme oldu. 30 yıllık süreçte, karar alıcı A takımı ve karizmatik lideri ile klasikleşen bir imaj yaratan Hizbullah, örgütsel yapısı itibariyle artık yok. Bu durum, A noktası İran olan direniş ekseninin B noktasını; bu eksenin ileri cephesini ve karakolunun da alışılagelmiş biçimiyle artık mevcut olmadığı anlamına geliyor. Peki bu durum, direniş ekseni stratejisinde nasıl bir etki yaratabilir?

Her şeyden önce Hizbullah, İran’ın direniş ekseni stratejisinde hem örgütsel hem de ideolojik bir prototip niteliğinde. Bu nitelik, Hizbullah’ın bir fenomen olarak diğer coğrafyalarda İran’a müzahir vekil güçler yaratma hedefi doğrultusunda ilham kaynağı olarak sunulabilmesini sağladı. Bu nedenle Hizbullah’ın konvansiyonel bir çatışma veya bir kara harekâtı süreci yerine, örtülü operasyonlar, hedef odaklı operasyonlar ve elektronik harp/siber harp yöntemleri ile A takımını ve liderini yitirmesi, bir fenomenin sonunun geldiğini; Hizbullah’ın geçmişe dair bir fenomene dönüştüğünü gösteriyor. Bu durum, diğer coğrafyalardaki vekil güçleri ve bunların toplumsal tabanlarını da olumsuz etkiliyor. Bunun yarattığı psikolojik yıkım ise direniş ekseni stratejisine ciddi bir zarar veriyor.

Diğer yandan, bu sürecin direniş ekseni stratejine yönelik olumsuz bir etki yaratmasının temelinde İsrail’in, eksenin her iki ucunu da hedef alabiliyor olması yer alıyor. İsrail, yakın döneme kadar özellikle Suriye’de, direniş ekseninin “orta hattını” hedef alıyordu. Bu durum hattın yeniden onarılabilmesini ve ikame edilebilmesini sağlıyordu. Fakat İsrail, eksenin iki ucu olan Hizbullah ve İran’ı, farklı suikast ve sabotajlarla hedef alarak eksen uçlarının etkisizleştirilmesi ve eksenin tamamen işlevsiz kılınması adına hamleler yaptı. Son olarak, İran’ın direniş ekseni stratejisini, İsrail’in yeni düzen projesine uyumlaştırma arayışında olduğuna dair iddia ve yorumlara da değinmek gerekiyor. Buna göre İran, İsrail’in agresif tutumu karşısında kendi güvenliğini sağlayabilmek adına, Hizbullah başta olmak üzere vekil güçlerin, İsrail’in yeni düzeniyle daha uyumlu; daha etkisiz bir konuma getirilmesini kabul etti. Hizbullah örneğinde olduğu gibi yaşanan örgütsel güvenlik açığı ve istihbarat zafiyetinin arkasında da bu vardı. Hatta Nasrallah’ın ölümünden kısa bir süre önce Arap İslam Konseyi Sekreteri Muhammed Ali El-Hüseyni’nin Al Arabiya’ya verdiği demeçte, Nasrallah’a hitaben yaptığı “Vasiyetini yaz. İran seni, grubunu sattı. Başına karşılık İran’ın ne anlaşma yaptığını bilsen her şey tersine döner. Sana Kudüs’ü gösterenler seni sattı. Umarım çok geçmeden olanları görürsün.” açıklaması bu görüşü destekler nitelikteydi. İran’ın içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve toplumsal krizleri aşma ve tıkanmış durumda olan sistemini reforme edebilme arayışı, Pezeşkiyan’ın uluslararası topluma yönelik olumlu tutumu ile birlikte değerlendirildiğinde bu iddianın göz ardı edilmemesi gerekiyor. Fakat, farklı iddia ve değerlendirmelerden bağımsız olarak, İsrail’in yeni düzen arayışının direniş ekseni stratejisini de yenileyeceği ve dönüştüreceğini söylemek mümkün.

[Dr. Çağatay Balcı, uluslarası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu