Türkiye, son dönemde enerji diplomasisi açısından oldukça etkili adımlar atmaktadır. Bu doğrultuda, Ankara-Pekin arasında enerji alanında giderek yoğunlaşan temaslar son yıllarda atılan en etkili adımlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye-Çin arasındaki temasların giderek yoğunlaşmasını enerji diplomasisi açısından en etkili adımlardan birisi hâline getiren başlıca faktör ise enerji dönüşümüdür. Nitekim son yıllarda küresel ölçekte bir enerji dönüşümü söz konusudur. Türkiye-Çin arasında enerji alanındaki temasların yoğunlaşmasının kritik rolü bu noktada ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar ışığında bu yazıda Türkiye-Çin arasındaki yoğunlaşan enerji temasları değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin Enerji Alanındaki Hızlı Gelişimi ve Sonuçları
Türkiye, enerji alanında son yıllarda önemli adımlar atarak enerji üretimi ve tüketiminde büyük bir dönüşüm sürecine girmiştir. Ülkenin artan nüfusu ve hızla büyüyen ekonomisi, enerji talebinde önemli bir artışa neden olmuştur. Bu talebi karşılamak ve enerji güvenliğini sağlamak amacıyla Türkiye hem yerli kaynaklarını kullanma hem de yenilenebilir enerji alanında yatırımlar yapma yönünde stratejik adımlar atmaktadır.
Türkiye’nin enerji üretiminde en büyük yeniliklerden biri, yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımların artmasıdır. Güneş, rüzgâr, hidroelektrik ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynakları, Türkiye’nin enerji portföyünde önemli bir yer edinmiştir. Özellikle güneş enerjisinin yüksek potansiyele sahip olduğu Türkiye, bu alanda hızlı bir gelişim göstermiştir. 2023 itibarıyla Türkiye’nin elektrik üretiminin yaklaşık %40’ı yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmaktadır. Bu, Türkiye’nin hem karbon salınımlarını azaltma hem de enerji bağımsızlığını artırma hedeflerine katkıda bulunmuştur.
Enerji ithalatına bağımlı olan Türkiye, aynı zamanda doğal gaz ve petrol arz güvenliğini sağlama konusunda çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. TANAP (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı) gibi uluslararası projeler, enerji arzının güvence altına alınmasına yönelik stratejik hamleler arasında yer alır. Ayrıca Türkiye, Karadeniz’de keşfettiği doğal gaz rezervleriyle enerji arzını çeşitlendirme çabalarına hız kazandırmıştır. Bunun yanı sıra, nükleer enerji Türkiye’nin enerji stratejisinde önemli bir yer tutmaktadır. Mersin’de inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali, Türkiye’nin nükleer enerji alanındaki ilk büyük projesi olarak dikkat çekmektedir. Nükleer enerji, Türkiye’nin enerji çeşitliliğini artırma ve enerji arzını güvence altına alma hedefleri doğrultusunda önemli bir bileşen olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye, enerji alanındaki gelişimiyle hem yerli kaynakların kullanımını artırmakta hem de enerji güvenliği ve sürdürülebilirliği sağlama yönünde kararlı adımlar atmaktadır. Bu doğrultuda günümüze kadar geçen zaman diliminde Türkiye açısından enerji alanında iki önemli dönüm noktası olmuştur. Bunlardan ilki 6 Nisan 2017 tarihinde dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından açıklanan Milli Enerji ve Maden Politikasının ulusal ve uluslararası kamuoyu ile paylaşılmasıyken bir diğeri Sayın Alparslan Bayraktar’ın göreve gelmesiyle birlikte “Türkiye’nin enerji diplomasisi aşamasına geçtiğini beyan etmesi” çerçevesindeki yapmış olduğu ilk açıklamalarıdır. Söz konusu dönüm noktalarının her biri Türkiye’nin enerji alanında bir üst aşamaya geçmesi açısından son derece önemlidir. Öyle ki Milli Enerji ve Maden Politikasının hayata geçirilmesiyle karşımıza çıkan ilk aşama kapsamında, Türkiye enerji alanında her geçen dakika ardı arkası kesilmeyen başarılara imza atmaya başlamıştır. Karadeniz’deki doğal gaz keşifleri, Gabar gibi adı terörle anılan yerlerde petrol sahalarının faaliyete geçirilmesi ve buralardaki üretiminin her geçen gün artması, enerji faaliyetlerinde kullanılan teknolojilerde yerlilik ve milliliğin artmasıyla eş zamanlı olarak enerji sektörünün hızla gelişmesi, nükleer enerji alanındaki atılımlar ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji tüketim sepetindeki payının giderek artmasını bu kapsamda ele almak mümkündür. Türkiye’nin enerji alanındaki bu başarıları bir üst seviyeye geçişe zemin hazırlaması bakımından son derece önemlidir. Zira Milli Enerji ve Maden Politikasının kısa bir süreden itibaren son derece başarılı sonuçlar vermesiyle birlikte Türkiye bir üst aşamaya geçmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin geçmiş olduğu bir üst aşama enerji diplomasisidir. Bununla birlikte Türkiye’nin enerji alanında elde etmiş olduğu başarıların enerji diplomasisi alanına doğrudan etkileri olması bakımından son derece önemlidir.
Türkiye’nin, özellikle son yıllarda, enerji diplomasisi kapsamında çok başarılı girişimlerde bulunduğuna tanıklık edilmektedir. Söz konusu girişimlerinin başarılı olarak nitelendirilmesi tamamen Türkiye’nin enerji stratejilerinde benimsemiş olduğu proaktif bir yaklaşımla ilişkilidir. Öyle ki Türkiye’nin bilhassa son yıllarda enerji alanında atmış olduğu adımların tamamen Ankara’nın bu anlayışı temelinde gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin çağın dinamikleri ve konjonktürel gelişmelerin farkındalığında hareket ettiğini söyleyebiliriz. Zira Çin ile temasların giderek yoğunlaşması da buna işaret etmektedir. Öyle ki Türkiye-Çin arasındaki enerji ilişkilerinin yoğunlaşması tamamen geleceğe yönelik atılmış olan son derece kritik bir adımdır. Dolayısıyla yaşanan bu gelişmeleri Türkiye’nin enerji dönüşüm sürecine tam anlamıyla uyum sağlaması gerekliliğinin farkında hareket ettiği şeklinde yorumlayabiliriz.
Enerji Dönüşümü ve Potansiyel Enerji Güvenliği Sorunları
Enerji dönüşümünün yaşanmasının başlıca nedeni ise neredeyse tamamının fosil enerji kaynakları temelli olan enerji güvenliği kapsamındaki sorunların dünya genelinde geri dönülemez hasarlara yol açmaya başlamasıdır. Bu noktada yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi ifade eden bir süreç olan enerji dönüşümü, tüm dünya için en rasyonel seçenek hâline gelmiştir. Ancak günümüz enerji güvenliği sorunlarına karşı en rasyonel seçenek olsa da enerji dönüşümüyle bunların tamamını ortadan kaldırmak yine de mümkün değildir. Çünkü enerji dönüşümüyle birlikte önümüzdeki yıllarda birtakım unsurların enerji güvenliği açısından potansiyel tehdit hâline dönüşmesi olasıdır. Örneğin, yenilenebilir enerji sistemlerinin işleyebilir hâle gelmesi için en hayati bileşenlerden birisi olarak gösterilen kritik minerallerin, önümüzdeki yıllarda enerji güvenliği açısından potansiyel tehdit hâline dönüşme olasılığını bu kapsamda ele almak mümkündür. Hâlihazırdaki şartlar bu yöndeki endişelerin gerçeğe dönüşme olasılığını giderek güçlendirmektedir. Türkiye-Çin arasında giderek yoğunlaşan temasların kritikliği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Öyle ki Çin ile yakınlaşma, Türkiye’ye enerji dönüşümüyle birlikte ortaya çıkması son derece muhtemel ve ciddi enerji güvenliği sorunlarının bertaraf edilmesi imkânı tanıyacaktır.
Enerji dönüşümü, fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi ifade etse de asıl gerçek olan bunun çok daha ötesindedir. Dolayısıyla enerji dönüşümünü salt bir enerji düzeninden diğerine geçiş olarak nitelendirmemek gerekir. Zira enerji dönüşümü özünde çok komplike bir süreçtir. Öyle ki en başta bu süreçte hem fırsatlar hem de potansiyel yeni enerji güvenliği sorunları ortaya çıkabilir. Bu doğrultuda günümüz enerji güvenliği sorunlarının bertaraf edilmesi noktasında en rasyonel seçenek gibi görünmesine karşın enerji dönüşümünün içerisinde enerji güvenliği açısından birçok sorun alanını barındırdığını söyleyebiliriz. Bu sorunları birkaç başlık altında inceleyebiliriz. Bunlardan ilki, enerji kaynaklarının jeopolitik dağılımıdır. Zira fosil yakıtlar, belirli bölgelerde yoğunlaşmış olsa da güneş, rüzgâr ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları da coğrafi faktörlerden etkilenir. Örneğin, bu kaynakların dengesiz dağılımı, yeni enerji güvenliği sorunlarına neden olabilir. Bu kapsamda ülkeler, bu yeni enerji altyapısını oluşturmak için gerekli olan teknoloji ve hammaddeye (örneğin, lityum, kobalt gibi nadir elementler) erişimde zorluklarla karşılaşabilir. Bu noktada kritik hammadde bağımlılığı ikinci bir potansiyel tehdit ortaya çıkmaktadır. Zira yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, genellikle kritik minerallerin kullanımını gerektirir. Buna karşın, bu maddelerin sınırlı sayıda ülkede çıkarılması ve işlenmesi, yeni bir bağımlılık yapısı oluşturabilir. Örneğin, lityum ve kobalt gibi malzemeler, batarya üretimi için kritik öneme sahiptir. Bu hammaddelere erişimde yaşanabilecek kısıtlamalar, enerji güvenliğini tehdit edebilir. Üçüncü bir potansiyel sorun ise altyapı ve teknoloji bağımlılığıdır. Öyle ki yenilenebilir enerji sistemleri için gerekli teknolojilerin geliştirilmesi, bazı ülkelerin diğerlerine göre daha ileri seviyede olmasına yol açabilir. Bu da enerji altyapısına sahip olmayan ülkelerin dışa bağımlılığını artırabilir. Gelişen ülkeler, enerji depolama ve iletim teknolojilerinde daha az gelişmiş olabilir, bu da enerji arzının sürdürülebilirliğini tehlikeye sokabilir. Diğer bir potansiyel sorun ise enerji dönüşümü için gerekli olan yatırımlardır. Zira enerji dönüşümü için 2030 yılına kadar dünya genelinde 50-60 trilyon dolar, 2050 yılına kadar ise 110 trilyon dolar yatırım yapılması gerekmektedir. Türkiye’nin bu yatırımlarda payına düşen tutar ise yaklaşık 135 milyar dolardır. Şüphesiz bu süreçte yapılması gerekli olan yatırımlar çok az ülkenin tek başına karşılayabileceği düzeydedir. Bu doğrultuda devletlerin genel olarak birbirinin tamamlayıcısı olan iki yol izlediğine tanıklık edilmektedir. Söz konusu yollardan ilki, uluslararası ölçekte iş birliğiyken bir diğeri ikili ve çok taraflı ilişkiler kapsamında oluşturulan iş birliği mekanizmalarıdır.
Enerji dönüşümüyle birlikte ortaya çıkması muhtemel olan bu yeni sorunlar, enerji dönüşümünün hızlanmasıyla birlikte daha fazla dikkat edilmesi gereken konular hâline gelmiştir. Bu doğrultuda enerji güvenliği, sadece fiziksel kaynaklara erişimi değil aynı zamanda yatırım, dijital altyapı ve kritik hammaddelere olan bağımlılığı da kapsayan bir kavram hâline gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye-Çin arasında yoğunlaşan temasları bu perspektiften değerlendirmek gerekmektedir. Bu doğrultuda Çin’in enerji dönüşümü süreci açısından sahip olduğu öneme değinmek gerekmektedir.
Enerji Dönüşümü ve Çin’in Önemi
Enerji dönüşüm süreci, bilhassa son yıllarda geri dönülemeyen hasarlara neden olmaya devam eden enerji güvenliği sorunlarıyla mücadelede en önemli stratejilerden biridir ve bu süreçte Çin’in rolü giderek daha belirgin hâle gelmektedir. Bu doğrultuda dünyanın en büyük enerji tüketicisi ve karbon emisyonu kaynağı olan Çin hem ekonomik gücü hem de enerji politikalarındaki hızlı değişimi sayesinde enerji dönüşümünün merkezinde yer almaya başlamıştır. Bu süreçte özellikle son yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarına yapmış olduğu devasa yatırımlar Çin’i bu alanda lider konumuna getirmiştir. Çin’in lider konumunu birtakım verilerle desteklemek mümkündür. İlk olarak 2020 yılından itibaren Çin, küresel güneş ve rüzgâr enerjisi kurulumlarının yaklaşık %30’undan fazlasını gerçekleştirmektedir. Bununla birlikte dünyanın en büyük güneş paneli ve rüzgâr türbini üreticisidir. Öyle ki bilhassa güneş paneli üretiminde Çinli şirketler dünya pazarının %60’ını kontrol etmektedir. Bir diğer husus ise Çin’in enerji depolama ve elektrikli araçlar alanlarındaki pozisyonudur. Zira Çin sadece yenilenebilir enerji üretiminde değil enerji depolama ve elektrikli araç teknolojilerinde de dünya lideri hâline gelebilecek bir ilerleme kaydetmektedir. Hatta hâlihazırda lityum-iyon batarya üretiminde dünya lideri konumundadır. Bununla birlikte son yıllarda dünya çapında satılan elektrikli araçların yarısına yakını Çin tarafından üretilmektedir. Ancak Çin’in enerji dönüşümü sürecindeki önemini artıran asıl husus kritik minerallerdir. Öyle ki Çin kritik mineraller alanında küresel ölçekte çok önemli bir konuma sahiptir. Bilindiği üzere yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve elektrikli araçlar gibi sektörlerde kullanılan kritik mineraller, bu sürecin merkezinde yer almaktadır. Bu doğrultuda lityum, kobalt, nadir toprak elementleri ve nikel gibi mineraller, batarya üretiminde ve diğer ileri teknoloji cihazlarında kritik rol oynamaktadır. Bu noktada Çin, değişen küresel enerji düzeninin en önemli aktörlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki Çin söz konusu kritik minerallerin birçoğunun en büyük üreticisi ve işleyicisidir. Örneğin Çin, küresel nadir toprak elementleri üretiminin yaklaşık %80’inden fazlasını gerçekleştirmekte ve bu alandaki tedarik zincirinin büyük bir bölümünü kontrol etmektedir. Çin’in önemini artıran bir başka kritik unsur ise enerji dönüşümü kapsamında yurt içi ve yurt dışı yatırımlardır. Öyle ki Çin bu alanda dünyanın lideri konumundadır. Bu kapsamda Çin günümüzde yeşil enerji projelerinde yüzden fazla ülkeyle iş birliği yapmakta ve önemli yatırımlara imza atmaktadır. Zira önümüzdeki yıllarda bu yatırımların 676 milyar dolar yatırım bedeline ulaşacağı öngörülmektedir.
Sonuç Yerine
Türkiye-Çin arasında 21 Mayıs 2024 tarihinde imzalanan “Enerji Dönüşümü Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı” Ankara için enerji alanında son derece tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu durum 3 Eylül 2024 tarihinde Bakan Bayraktar ve Energy China yetkililerinin bir araya gelmesiyle ayrı bir önem kazanmıştır. Zira söz konusu gelişme, enerji alanındaki ikili ilişkiler kapsamındaki beyanların somutlaşmaya başladığının göstergelerindendir. Bu doğrultuda taraflar arasında imzalanan mutabakat zaptı kapsamında fikir birliğine varılmış olan potansiyel projelerin hayata geçirilmeye başlaması söz konusudur. Dolayısıyla somut adımların atılmasıyla birlikte Türkiye’nin de önemli kazanımlar elde etmesinin önünün açıldığını söyleyebiliriz. Söz konusu kazanımları iki başlıkta ele almak mümkündür. Bunlardan ilki, Türkiye’nin yurt içi kapsamındaki kazanımlarıdır. Öyle ki Türkiye, Çin ile varılan anlaşma kapsamında ülkeye önemli yatırımlar çekmekle birlikte kritik mineraller başta olmak üzere yenilenebilir enerji sistemlerinin en hayati bileşenlerinden olan hammadde tedariki ve teknoloji transferi gibi kritik konularda çok önemli kazanımlar elde etme fırsatı yakalamıştır. Bununla birlikte bir diğer kazanım alanı ise uluslararası siyaset ile ilişkilidir. Zira son yıllarda ABD, AB ve Kanada gibi daha birçok ülkenin Çin’e karşı bir blok oluşturma çabasına giriştikleri görülmektedir. Bu çabaların altında yatan temel motivasyon ise şüphesiz Çin’in enerji dönüşümüyle birlikte enerji güvenliği açısından tehdit olarak algılanmaya başlamasıdır. Bu doğrultuda küresel kritik mineraller pazarındaki konumu ve ekonomik gücünün söz konusu Çin’in ülkeler nezdinde güvenlik tehdidi hâline gelmesine neden olmaktadır. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin tüm dünyanın tehdit olarak algılamaya başladığı bir aktör hâline gelen Çin ile yakınlaşması enerji güvenliği açısından önemli bir sorunlar dizisinin bir nevi bertaraf edilmesi anlamına gelmektedir. Tüm bunlar ışığında Ankara-Pekin arasındaki enerji ilişkilerinin her geçen gün yoğunlaşmasını Türkiye’nin enerji diplomasisi tarihindeki en kritik gelişmelerden birisi olarak nitelendirmek mümkündür.
[Doç. Dr. Anıl Çağlar Erkan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde öğretim görevlisidir.]