İsrail Savaş Suçları Açısından Yargılanabilir mi?

İsrail’in bir devlet olarak uluslararası alanda belirginleşmesi 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlar. Deklarasyon öncesinde 1897 Birinci Siyonist Kongresi’nin başını çeken Avustralyalı gazeteci Theodor Herlz’in (Binyamin Ze’ev) bir Yahudi devleti kurma çabaları ise deklarasyon ile vücut bulmuştur. Herlz, 1896’da yazdığı Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli bir kitapta siyonizmin kuruluşunu anlatmıştır. Herlz’in çalışmalarıyla dünya çapında toplanan iki yüz delegenin katıldığı ve 1897’de I. Siyonist Kongre’nin sonunda Dünya Siyonist Teşkilâtı kurulmuştur1. Kongrenin en önemli çıktısı; 1897’ye kadar Yahudilerin, Filistin’de toplanması ve Yahudi devleti kurulması fikrinin artık bir hedef hâline gelmesidir. Süreç, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması çabalarının Birleşmiş Milletlerin Filistin topraklarını bölme kararı ile devam etmiştir. Büyük Britanya’nın desteğiyle Herlz tarafından bir fon kuruldu ve Filistinli Arapların topraklarının Yahudiler için satın alınmasında etkili bir rol oynayan fonun faaliyetleri ilk başlarda cılız tepkilerle karşılandı. Devam eden süreçte ise 1947-1949 Arap-İsrail Savaşı’nın ilk çatışması yaşandı. Çatışmalar bölgesel çıkarlar haricinde, insan onurunu zedeleyen ve 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri2 olarak düzenlenen silahlı çatışma hukukunun kaidelerini oluşturan insancıl hukuk kurallarının alt üst edildiği bir hâle dönüştü. İsrail, silahlı çatışma kurallarının ihlal edildiği olayların hiçbirinde hukuk açısından sorumlu tutulmadı. Bu ihlallerin uluslararası toplumun gündeminde olsun ya da olmasın hukukça bir karşılığı muhakkak ki vardır. Bugüne gelinceye kadar hukuk kaidelerinin ihlali nedeniyle bir yaptırım yaşamadığı bilinen İsrail en nihayetinde Binyamin Netanyahu’nun “uluslararası hukuku dürbünle göremiyorum” ifadeleriyle hukuk tanımazlığını tescilledi.

Dolayısıyla tüm bu kural tanımaz siyasetin bir yaptırımla karşı karşıya gelebilmesi mevcut durumda daha sorgulanır hâl aldı. İsrail, devlet olarak bu sorumluluğu üstlenebilir durumda mıdır ya da siyasi karar alıcı mekanizma içindeki bireyler ihlallerden sorumlu tutulup yargılanabilir durumda mıdır? Gerek devletlerin iç hukuku gerek uluslararası ceza hukuku açısından yaptırım uygulama erki düzenlenmiş ve ilgili kurumlara bu yetki verilmiştir. Öyleyse neden hâlen konuya dair sorumlular tespit edilememekte ve cezalandırılmaları söz konusu bile olamamaktadır. Analiz yazımızda bu soruların izahı hukukça anlatılacaktır.

Uluslararası İnsancıl Hukuk Kaideleri ve Uygulanabilirliği

Şüphesiz ki tarih, savaşlarda gerçekleştirilen sayısız çatışma suçlarıyla doludur. İnsan haklarının doğrudan ihlal edildiği özellikle silahlı çatışmadaki sivillere gereksiz ızdırap veren eylemlerin varlığı, silahlı çatışmanın kurallarının düzenlenmesini elzem kılmıştır. Silahlı çatışmada uyulması gereken kurallar aslında tarihsel süreç içinde bölgesel çatışmalarda uygulanagelmiştir. Bu uygulamalar ise dönem içerisinde derlenerek en nihayetinde 12 Ağustos 1949 Cenevre Sözleşmeleri olarak düzenlenmiştir. Savaş suçlarının devletlerin egemen erklerinin bütünlüğüne müdahale edilmeden cezalandırılabilmesini sağlamak için evvela bu sözleşmeye her devletin uyması, iç hukukunda düzenleme yapması beklenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük çaplı bir silahlı çatışmanın yaşanmaması bu beklentiyi tek başına devletlerin karşılayabileceği algısını oluşturmuştur. İnsan onurunun hem sosyal hayatta hem devlet nezdinde hem de hukuk alanında öncelikli hâl aldığı düşünülen yakın tarihte birkaç büyük olayın yaşanması ise yeni adımlar atılmasını gerektirmiştir. Uluslararası Ceza Hukukunun konusunu oluşturan bu olaylar alan kapsamında incelenirken Uluslararası Ceza Mahkemesinden önce kurulmuş olan “ad hoc” mahkemelerden bağımsız olarak tartışılmamalıdır ancak mevcut durumda tek bir ülkenin uygulamaları söz konusu olduğu ve sınırlama gerekliliği de göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluşu, “tamamlayıcı yargı statüsünde” olmasına rağmen bugün caydırıcı ve cezalandırıcı etkisi yadsınmadan öncelenmelidir.

Bu olaylar içinde tarihin karanlık sayfalarında yerini alan en önemlileri eski Yugoslavya’nın yıkılması ile Müslüman Boşnaklara karşı ve aynı dönemde Karabağ’da Hocalı, Hankendi, Laçin gibi Türk coğrafyasında Türklere, Ruanda’da gerçekleşen iç savaş neticesinde Ruanda halkına karşı uygulanan soykırım suçu olmuştur.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasına neden olan olaylardan önce 4.12.1989 tarih ve A/Res. 44/39 sayılı kararıyla insanlığın güvenliğine ve barışa karşı işlenen suçlar kapsamında bir mahkeme konusunun incelenmesini Uluslararası Hukuk Komisyonu’ndan istemiştir. Uluslararası Hukuk Komisyonu yaptığı çalışmaları derhal neticelendirmiştir. Roma’da 15 Haziran- 17 Temmuz 1998 tarihleri arasında “Tam Yetkili Temsilcilerin” bir araya gelmesiyle BM Diplomatik Konferansı yapılmış, konferansta tasarı ve değişiklik önerileri gündeme alınmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü 120 devletin olumlu, 7 devletin olumsuz ve 21 devletin de çekimser oyu ile kabul edilerek 18 Temmuz 1998 tarihinde tüm devletlerin imzasına açılmıştır. Mahkeme Statüsü 66 devlet tarafından kabul görmüş ve 11 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir3.

Belirtildiği gibi statüyü onaylayan devlet sayısı beklenenden azdır ve İsrail bu devletler içinde yer almamaktadır. Bu şartlar altında haklı olarak uluslararası kamu şu soruyu sormaktadır: “İsrail işlemiş olduğu suçların sorumluluğunu alacak mı ve yaptırımla karşı karşıya kalacak mı?”

İsrail, Roma Statüsü’ne imzacı olmadığı halde Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında 20 Mayıs 2024’te bir yakalama kararı başvurusu yaptı. Başta Blinken olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’nden kararın başlatılmak istenen ateşkese bir darbe vuracağı gerekçesi ile eleştirildi ve akabinde Amerika Birleşik Devletleri bu karara itiraz etti. İtiraza yönelik bir gerekçe sunulması hukuken bir önem arz etse de bu gerekçenin geçerliliği de tartışmalıdır. Netice itibarı ile silahlı çatışma sürerken Netanyahu’nun barış ya da ateşkese yönelik herhangi bir girişimi olmadığı gibi 1949 Cenevre Sözleşmelerinde hüküm altına alınmış olan yasakları bilinçli olarak uygulamıştır. Diğer yandan Başsavcı benzer şekilde Hamas’ın Gazze Şeridi’nde faaliyet gösteren Lideri Yahya Sinvar için de bir tutuklama kararı isteminde bulundu. Başsavcı Karim Khan’ın tutuklama isteminin her iki figür için de ayrı ayrı tartışılması gereken bir karar olduğunu belirtmek gerekir. Başsavcı 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren insanlığa karşı işlenmiş suçlar ve savaş suçları olmak üzere bu figürlerin cezai sorumlulukları olduğunu bu iddiaya kanıt olarak makul gerekçeler olduğunu belirtti4. Gerçekten suçun oluştuğuna dair “makul gerekçe ya da makul şüphenin” varlığı en azından suçun araştırılması ve maddi gerçeğin açığa çıkarılması açısından geçerli bir gerekçedir. İsrail 1947’den itibaren işgal altında tutmuş olduğu Gazze Şeridi de dahil olmak üzere savaş suçu işlemiş, haricinde işgal hukukunun kurallarını da tanımamıştır.

Bilinmelidir ki işgalin hukuki anlamda hangi eylemleri karşıladığı 1907 La Haye Anlaşması’nın 42. maddesinde belirtilmiştir. Madde hükmüne göre işgal “ülkenin fiili olarak düşman tarafın otoritesi altına girmiş olması” şeklinde tanımlanır5. Gazze Şeridi başta olmak üzere Filistin toprakları söz konusu olduğunda “işgal” kavramı yoruma açık bir hâl almaktadır. Nitekim “bir düşman ordusu otoritesinin altında olmak” durumu Filistin’in hangi toprağı için tam anlamıyla gerçekleşmiş durumdadır tespiti gerçekten zordur. Bu anlamda işgalin başlaması için ilk önce bir istilanın gerçekleşmesi ve otoritenin kurulabilmesi için de belirli bir süre içinde etkin kontrolün sağlanmış olması gerekmektedir.

Bu şartlar altında Gazze Şeridi’nde İsrail’in tam kontrol sağladığı söylenemez. Kontrolün sağlandığı alanlarda ise işgal hukuku çerçevesinde hareket etmesi gerekir ki işgalci statüsüne geçebilsin. Neden tam kontrolden bahsetmek doğru görünmemektedir? Wilhelm List ve Diğerleri davasında Nürnberg Askeri Mahkemesi de “işgal ve istila” konusuna dair şu ifadeyi kullanmıştır: “İşgal, kurulu hükümeti devre dışı bırakarak idari otoriteyi uygulamayı gösterirken istila terimi bir askeri operasyonu kastetmektedir6.” Gazze’de ve diğer Filistin topraklarında Hamas başta olmak üzere Birleşmiş Milletler’de Filistin adına bir siyasi yapının (devlet olarak tanınmasa da) varlık gösterdiği de düşünülürse bu topraklarda sağlanan bir etkin kontrolden bahsetmek karmaşık bir hâl almaktadır.

Filistin’in siyasi temsilini üstlenen Hamas, sadece uluslararası alanda bir temsil yapmayan seçmen kitlesi olan siyasi bir yapı olarak iktidara gelmiş, iktidar erkini mevcut topraklarda kullanan bir yapıdır. Diğer taraftan bir işgal söz konusu olması için iç hukuktan ayrı olarak “terra nullius” (sahipsiz toprak)7 niteliğinde olan toprağın varlığı gereklidir ki bu durum sadece Filistin toprakları açısından değil dünyada herhangi bir toprak parçası için de geçerli görünmemektedir.

Bütün olarak bakıldığında işgal hukuku kaideleri ve uluslararası ceza hukuku kuralları kapsamında İsrail’in eylemlerinde suç oluşturan birçok uygulama söz konusudur ve aslında bu uygulamalara yönelik bir yaptırım muhakkak ki uygulanabilir düzeydedir. Anlaşıldığı üzere bir işgalden bahsetmek için bir ülkenin ordusunun diğer ülke üzerinde tam ve etkin kontrolünün olması gerekmektedir8. Bu durumda Filistin’in durumu da ne yazık ki “devletlerin tanınması” konusunda çelişkili hâl almaktadır. Devletin tanınması konusu tamamen başka bir hukuki yorum gerektirse de burada Filistin’in halkının 1947’den itibaren mevcut topraklarda hatta çok daha geçmişten itibaren varlık gösterdiği bilinmektedir. Bölgenin dönem dönem diğer devlet ve imparatorlukların egemenliğinde olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Devletin tanınması ise tamamen devletlerin kendi egemenlik haklarının ve tercihlerinin sonucudur. Bu bağlamda Filistin’in hem tarihsel süreç etkisi hem de kurmuş olduğu ekonomik, siyasi ilişkiler açısından “de jure” olarak birçok devlet tarafından tanındığı da unutulmamalıdır.

Bu yorumların ötesinde yine uluslararası insancıl hukukun kurallarının bütün hâlinde kodifiye edildiği metin olan Cenevre 1949 Sözleşmelerinin 2. ortak maddesi ve 3. ortak maddesi9 gereğince velev ki bir devletten bahsetmiyor olalım hem işgal hukukunun hem de ceza hukukunun kurallarının ihlal edildiği uygulamalara maruz kalmayacağı ya da bu durumlara açık bir alan olarak kabul edilmeyeceği gerçektir.

İsrail’in Cezai Sorumluluk Gerektiren Eylemleri ve Sonuç

İsrail, Roma Statüsü’nü tanımıyor olsa da Filistin topraklarında uyguladığı birçok eylem geçmişten bugüne kadar incelendiğinde savaş suçu olarak kabul edilebilir. Savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım, saldırı suçları Roma Statüsü ile cezalandırılabilir suçlar içinde anılmıştır. Roma Statüsü (Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü) 1 dibace, 13 bölüm ve 128 maddeden oluşmaktadır.  Mahkeme sürekli bir mahkeme olup uluslararası en ağır suçları yargılama yetkisi ile donatılmıştır. Mahkemenin tamamlayıcı yargı niteliği harekete geçmesi konusunda ağır ilerlemesine neden olsa da uluslararası ağır suçlar olarak tanımlamış olduğu suçların tamamı insanlık onuruna yönelik saldırılar olarak kabul ettiği için mahkeme bu anlamda insanlık onurunu korumakla da yükümlülük içindedir. Neticede mahkemenin yargı alanına giren konular genel itibarı ile siyasi veya askeri kimlikleri olsa da bireylerin işlemiş olduğu diğer ifade ile bireysel suçlar olarak kabul edilmektedir. Bu suçların devletin kendi iradesi ile işlenebilirliği ne yazık ki ispat açısından karmaşa yaratan zorlu bir süreç olacağı için bugüne kadar mahkemeye sunulan ya da tartışma konusu olan nadir örneklerden birisi “Sırbistan ve Milosevic” davasıdır ve soykırım suçu devlete yüklenememiştir. Bir diğer örnek Holokost örneğidir. Burada da devlet kendi sorumluluğunu kabul etmiş ve Hurtship Fonuna tazminat ödemeyi kabul etmiştir.

Diğer taraftan statünün 5. maddesinde belirtildiği üzere mahkemenin görev alanı, uluslararası toplumun “tamamını ilgilendiren, en ağır” cürümlerdir. Bu suçlar “soykırım suçu, insanlığa karşı işlenen cürümler, savaş suçları ve barışa karşı işlenen suç olarak da saldırı suçudur”. İsrail bahsi geçen suçların hepsini işlemekle kalmamış bu suçları işlerken dünya kamuoyunun tamamının gözleri önüne sermiştir. İsrail eylemlerini aynı zamanda devlet otoritesini kullanarak bir politika hâlinde uygulamıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları İzleme Örgütü de 2012’de İsrail’in, Batı Şeria ve Gazze bölgesinde yaşayan Filistinli sivil halka yönelik politikalarının “insanlığa karşı suç” teşkil ettiğine dair suçlamalarda bulunan “A Threshold Crossed” adlı raporunda bu politikalarına yer verdi10. Diğer bir rapor olan “İsrail’in Filistinlilere Karşı Uyguladığı Apartheid: Zalim Tahakküm Sistemi ve İnsanlığa Karşı Suç” da Uluslararası Af Örgütü tarafından 1 Şubat 2022 tarihinde yayımlandı11. Uluslararası hukukun gelişmesine birçok hukukçusuyla destek veren İsrail ne yazık ki bugün bu hukukçulardan olan ve uluslararası hukukta soykırım suçunun suç olarak tanımlanmasında en etkili figür olduğu bilinen Raphael Lemkin’in tanımlamış olduğu soykırım suçunun da tüm maddi ve manevi unsurlarını Filistin üzerinde yaratmaktadır. İsrail’in eylemlerinin her birinin tek tek sayılması bir yana sivil alanları hava bombardımanı ile vurması, yaşam alanlarının yok edilmesi ve etnik temizlik amaçlı kişilerin yerlerinden sürülmesi de zaten 1949 Cenevre Sözleşmeleri hükümleriyle birlikte Ek. 1 ve 2 No’lu Protokol’ünde tüm hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir12. Elbette mahkemenin başsavcısı daha önce belirtildiği üzere re’sen harekete geçebilir ve kişilerin yargılanması için gerekli tutuklama kararlarını verebilir. Bu bağlamda başsavcı gerekli kararı da çıkarmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin itirazına rağmen çıkabilecek bu tutuklama kararının uygulanabilirliği için ise ilgili şahısların kendi devletlerinin sınırına çıkması gerekmektedir. Bu anlamda yaşanacak bir diplomatik seyahatte ise karşılayan devletin diplomatik koruma güvencesini vermemesi ya da bu güvenceye riayet etmemesi gerekecektir. Karşılayan devlet için bu durum ne ahlaki olacaktır ne de diplomasi hukuku kurallarına uyacaktır. Dolayısıyla mevcut durumda uluslararası ceza hukuku uygulanabilir olsa da (her ne kadar İsrail Roma Statüsü’nü tanımıyor olsa bile bu mümkündür) gerek diplomasi hukuku gerek devletlerin politik eğilimleri ve çıkarları nedeniyle Netanyahu başta olmak üzere sorumluların siyasi korumalarının ortadan kalkması neticesinde bir sonuç alınabilecektir.

[Dr. Zeynep Deniz Altınsoy, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.]

SON NOT:

  1. TAYLOR, A. R. (2019). İsrail’in doğuşu, 1897–1947 Siyonist diplomasinin analizi. Pınar Yayınları, S.38-42.
  2. 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolü, Galatasaray Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayınları, No:42, İstanbul.
  3. ICC Legal Tools Database. https://www.legal-tools.org/doc/32547a/ Erişim Tarihi: 17.09.2024
  4. ICC, Trying Individuals for Genocide, War Crimes, Crimes Against Humanity, and Aggression, https://www.icc-cpi.int/news/statement-icc-prosecutor-karim-aa-khan-kc-applications-arrest-warrants-situation-state, Erişim Tarihi: 17.09.2024.
  5. Convention Respecting Laws and Customs of War on Land (Hague IV); October 18, 1907, https://avalon.law.yale.edu/20th_century/hague04.asp, Erişim Tarihi: 17.09.2024.
  6. Trial of Wilhelm List and Others, United States Military Tribunal, Nuremberg (1948), Law Reports of Trials of War Criminals, Vol VIII, London, 1949, s. 55.
  7. PAZARCI Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Gözden Geçirilmiş 6. Bası, Turhan Kitabevi, 2008, Ankara, S. 140-148.
  8. OPPENHEIM, Lassa, International Law: A Treatise, Vol. II: War and Neutrality, Third Edition, Longmans Green and Co., London, 1921, s. 233.
  9. 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolü, Galatasaray Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayınları, No:42, İstanbul.
  10. https://www.theguardian.com/world/2021/apr/27/israel-committing-crime-apartheid-human-rights-watch, Erişim Tarihi: 17.09.2024.
  11. Israel’s Apartheid Against Palestinians: Cruel System of Domination and Crime Against Humanity (PDF). Amnesty International. Ocak 2022, https://www.amnesty.org/en/documents/mde15/5141/2022/en/ Erişim tarihi: 17.09.2024.
  12. ALTINSOY Z. Deniz, Uluslararası Hukukta İnsan Ticareti Suçunun Silahlı Çatışmalarda Çocuklar Açısından Değerlendirilmesi, Yetkin Yayınları, Ankara, 2023, S.234.

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu