Fransız siyaseti ülkedeki krizlere bir türlü çözüm üretemiyor. 2017’de cumhurbaşkanı olan Macron, büyük hayallerle göreve gelse de ne hayal ettiği neoliberal Fransa’yı inşa edebildi ne de Fransa’da kamu harcamaları ve bütçe açığı gibi kronik sorunların üstesinden gelebildi. 2018’de “sarı yelekliler” ve 2023’te “emeklilik reformu” isyanlarıyla yüzleşen Macron, AB’nin Maastricht kriterlerine ulaşmak bir yana yakınına dahi erişememiş durumda. Bu durumun ortaya çıkmasında siyasi elitlerin toplumu anlamaması ve Fransız kültürüne aykırı reformlarla “halkı terbiye etme” hayalleri oldukça etkili. Macron’un inandığı reformları uygulamak bir yana ülkedeki mevcut durumu muhafaza etmek dahi imkansıza yakın hale geldi. 7 Temmuz’da sandıktan çıkan iradeye saygı göstermeyen Macron, seçimlerden birinci parti olarak çıkan Yeni Halk Cephesi’nin adayı Lucie Castets’ye başbakanlık görevini tevdi etmek yerine seçimlerde sadece %6 oy alan Cumhuriyetçi Partiden Michel Barnier’yi başbakan olarak atadı. İki aydan uzun bir süredir kafasını kuma gömen Macron’un Michel Barnier gibi bir isme yönelmesi, Macron’a yönelik eleştirileri artırdı. Bu yazıda Macron’un neden böyle bir karar aldığı ve bu kararın Fransız siyasetini ne yönde etkileyeceği konusunu irdeleyeceğim.
Michel Barnier: Fransa’nın Sessiz Gücü
4 Eylül’ü 5 Eylül’e bağlayan gece Michel Barnier ismi Fransız siyasetine bomba gibi düştü. Beklenen adaylar arasında bırakın adının geçmesi, 2022 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhuriyetçi Partinin ön aday turlarında dahi mağlup olmuş bir ismin Fransa’da başbakan olması hiç beklenmiyordu. Bu şaşkınlık, Fransız siyaseti dahil olmak üzere uluslararası kamuoyunda Barneir isminin yeniden hatırlanması ihtiyacını beraberinde getirdi.
Sağcı bir siyasetçi olan Barnier, hem sağ hem de sol tarafından saygı gören bir isim olarak karşımıza çıkıyor. 1993’te Édouard Balladour hükümetinde (Sarkozy’nin miras aldığı siyasi hareket) Çevre Bakanı olarak görev alarak, çevre politikaları konusunda önemli adımlar atan Barnier, 1995’te de Jacques Chirac’ın cumhurbaşkanlığı zaferi sonrası Alain Juppé hükümetinde Avrupa Birliği Bakanı olarak görev aldı.
Barnier’nin Fransız siyasetinde daha da yükselmesini engelleyense Macron’un yaşadığı durumun bir benzerinin 1997 yılında da yaşanması oldu. 1998 genel seçimlerine bir yıl erken gitme kararı alan Jacques Chirac (Fransız sağının son büyük lideri), Fransız siyasetini bir kaosa sürükledi. Gerçekleştirilen seçimler sonucunda, De Gaulle geleneğinden gelen Cumhuriyetçiler seçimi kaybetti ve sosyalist Lionel Jospin (başta vergi sistemi olmak üzere eğitim ve sağlık alanında en çok reform yapan Fransız siyasetçi) yeni başbakan oldu.
Michel Barnier’yi Fransız siyasetinde saygın bir noktaya taşıyan dönem ise hükümette De Gaulle destekçisi partinin olmadığı bu geçiş dönemi oldu. Cumhuriyet için Birlik (Rassemblement pour la République[i]) Partisi’nde iç siyasetten ziyade rotayı Avrupa entegrasyonuna kıran Barnier, 1999’da AB Bölgesel Politikaları Komisyoneri olarak Avrupa Komisyonu’nda çalışmaya başladı. Başta Maastricht Sözleşmesi’nin uygulanması olmak üzere AB genişlemesi döneminde önemli karar alıcılar arasında yer aldı.
2004’te sağın tekrar iktidara gelmesi sonrası AB Bakanı olarak atanan Barnier, 2007’de Sarkozy’nin kazandığı seçimlerde Fransız hükümetinin en önemli iki görevinden biri olan Balıkçılık ve Tarım Bakanı olarak atandı. Lizbon Sözleşmesi müzakere sürecinde Fransa’nın AB düzeyindeki en önemli politikası olan Ortak Tarım Politikası’nı (Politique Agricole Commune – PAC) savunan ve Fransa’nın talep ettiği sübvansiyon oranları ve AB bütçesinden PAC’a ayrılan payın artırılması hedefini gerçekleştiren Barnier için zaman Fransa’nın çıkarlarını yeniden AB nezdinde savunmaktı.
2009’da yeniden Brüksel’e dönen Barnier, AB Komisyonundaki temel pozisyonlardan olan İç Piyasa ve Hizmetler’den sorumlu AB Komisyoneri olarak görev aldı ve 2008 ekonomik krizinin aşılması sürecinde önde gelen siyasi figürlerden birisi olarak rol oynadı. Fransız siyasetindeki itibarı ve AB siyasetindeki etkisini kullanarak 2014’te Jean-Claude Juncker’in karşısına çıkan Barnier, Almanya’nın desteğini alamaması sonrası AB Komisyon Başkanı olarak seçilemese de 2016’da patlak veren Brexit sürecinde AB müzakerecisi olarak kilit bir pozisyona atandı. Brexit süreci boyunca AB’nin çıkarlarını güçlü bir şekilde savunarak, kaotik bir dönemde AB’yi sakin limanlara taşımayı başardı. Brexit’in karmaşık yapısına rağmen, AB’nin pozisyonunu net bir şekilde koruyarak, karşı taraftan övgü alan bir müzakereci oldu.
Brexit müzakerelerindeki başarısı Michel Barnier’yi Fransa’da daha da güçlü bir siyasi figür haline getirdi. 2021’de Fransa’da sağ partilerde cumhurbaşkanlığı adaylığı için yarışan Barnier, ülkenin siyasi liderliği için ciddi bir alternatif olarak öne çıktı. Ancak parti içindeki bölünmeler ve genç liderlerin yükselişi nedeniyle seçimi kazanamasa da bugün Fransız halkı ve siyasi çevreler tarafından “Fransa’nın kurtarıcısı” olarak arz-ı endam etti.
Macron’un Barnier İsmini Tercih Etmesinin Altında Yatan Sebepler
4 Eylül günü Macron ve Matignon’un[ii] olası yeni sakini için oldukça hareketli bir gün oldu. Aynı gün içerisinde Yeni Halk Cenahı (NFP), Lucie Castets önderliğinde Elize Sarayı’nı (Palais de l’Élysée) ziyaret etti. Ziyarette emeklilik, göç yasası ve iş kanunu üzerinde uzlaşı çıkmayınca ibre Le Pen’e döndü. Le Pen (Fransız aşırı sağının lideri) ile bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Macron, Xavier Bertrand ve Bernard Cazeneuve için girişimlerde bulunsa da göç yasası ve iki ismin Ulusal Birlik için daha önce sarf ettikleri sözler sebebiyle bu isimlere Le Pen’den kırmızı kart çıktı. Barnier ismiyse 4 Eylül’ün gece yarısına kadar hiç duyulmadı.
5 Eylül sabahına uyandığımızda Michel Barnier ismi tabiri caizse gökten zembille indi. O gece ne yaşandığı tam olarak bilinmiyor ancak Fransız medyasında gerçekleştirilen açık oturumlardan sızan bilgilere göre Michel Barnier ismini ön plana çıkaran isim Élysée Basın Sözcüsü Bruno Roger-Petit. Macron’u 7 Temmuz’a giden sürece yönlendiren isim olan Roger-Petit, uzun yıllar France Inter ile Le Monde’da köşe yazıları kaleme almış; başta Sarkozy ve Hollande olmak üzere çoğu hükümeti yönlendirmiş bir karakter. Roger-Petit’nin tavsiyesi Macron için oldukça önemli olsa da Macron’u Barnier ismine iten sadece bu öneri olmadı zira Fransız siyasetinde aktörler 2027’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmiş durumda.
3 Eylül akşamı eski başbakan Édouard Philippe’in[iii] 2027 seçimlerine adaylığını açıklaması sonrası, Le Pen ve ekibi de 2027’ye değin Fransa’yı uçuruma itecek politikaların yapılamaması için çalışacaklarını belirtti. Soldaysa seçim sarhoşluğu devam ediyor. Meclis marifetiyle refahı artırıcı politikalar izleyerek iktidara yürüme hedefi olan Jean-Luc Mélenchon (Fransız aşırı sol hareketinin lideri ve Boyun Eğmeyen Fransa partisi Başkanı), 2027’ye kadar imajını düzeltme gayreti içerisinde.
Macron’sa iki ay boyunca diğer aktörlerin pozisyonlarını sakince gözlemlemiş gözüküyor ki aday olarak hiç beklenmedik bir ismi öne sürdü. İlk bakışta Lucie Castets, Macron için biçilmiş kaftan olarak öne çıksa da Macron’un Castets’ye görevi tevdi etmemesinin en büyük sebebi Castets’yi kendi halefi olarak değerlendirmesinde yatıyor zira Castets ile Macron’un siyasi geçmişleri birbirine oldukça benziyor. Macron’un korktuğu bir diğer faktörse kendi hareketinin parçalanma ihtimali. Macron’un partisiz ve sonradan oluşturulmuş suni bir ideolojiye dayandırdığı Ensemble (Birlikte) hareketinin fertlerine baktığımızda çoğu Sosyalist Parti kökenli. Ayrıca 8 Temmuz günü Élisabeth Borne ve sözde müttefik Édouard Philippe, Yeni Halk Cephesi ile köprü olma vazifesi bir yana Ensemble (Birlikte) hareketinin altını oymaya başlamış gözüküyorlar. Élisabeth Borne kendisinden beklenen köprü vazifesini icra etmek bir yana dursun France Info ve TF1 kanallarına yeni meclisin Fransız halkının iradesini yansıttığını ve bu meclis yapısının Fransa’da büyük reformların yapılacağı bu dönemde mecliste çok sesliliğin öngörülen reformların isabetli olmasına katkı sağlayacağını ifade etti.
Bu sebeplerden ötürü Macron, Sosyalist Parti’den gelen aday önerilerine kapıyı kapattı. Bu süreçte Macron’un Xavier Bertrand ve Bernard Cazeneuve isimlerini dillendirmesinin altında yatan sebep de Castets gibi kültürel ve sosyal politikalarda sözde ilerici (!) bir ismin 2027’de ortaya çıkaracağı olumsuz etkileri bertaraf etmekti.
Siyasi rekabet Macron’un Lucie Castets’yi aday olarak göstermemesinin en önemli sebeplerden birisi olarak gözükse de siyasi sebeplerin yanı sıra ekonomik sebepler de Macron açısından Castets isminin doğru aday olmadığını göstermiş olmalı. Castets’nin ekonomi programına bakıldığında 2027 yılına kadar bütçede 150 milyar avroluk bir artış öngörülürken bu artış vergilerle karşılanacak ve vergilendirmede büyük yükü en yüksek gelir grubuna sahip sınıf ve büyük şirketler sırtlanacaktı. Asgari ücretin 1389,69 avrodan 1600 avroya yükseltilmesi ve Fransız halkında büyük tepki uyandıran emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltmesi kanunun kaldırılarak emeklilik yaşının kademeli olarak 60’a indirilmesi, Castets’nin refah artırıcı önlemleri olarak karşımıza çıkıyor. İlaveten, kamu hizmetleri olarak adlandırılan eğitim, sağlık ve ulaşım alanlarında kamu personeli sayısının artırılarak kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi teklifleri de Castets’nin sosyal devlet politikalarına işaret ediyor. Bu politika önerileri, Macron’un hedeflediği değişimi büyük oranda engelleyecek ve zaten düşük seviyede olan ekonomi yönetimine olan inancı daha da zedeleyeceği için 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Macron’un olası bir yeniden seçiminin önünde en büyük engel olacaktı.
Açık kaynaklardan bu bilgilere erişebildiği halde Macron ve partisi Ensemble’ın daha detaylı bilgilere sahip olmadığını iddia etmek abesle iştigal olacaktır. Bu verileri çok dikkatli okuyan Macron, kendi siyasi ikbalini hayra alamet yorumlamıyordur ki kendisine rakip olacak bir aday yerine düzeltme umudu içerisinde olduğu siyasi ve ekonomik imajını toparlamasına yardımcı bir adayı tercih etme hissine kapılmış olmalı. Nitekim IFOP’un temmuzdan günümüze yaptığı araştırmalarda Barnier isminin bir kez dahi zikredilmemesi Macron’un kendisine güvenli bir liman arayışını işaret ediyor. Son olarak seçimlerde Eric Ciotti’nin Cumhuriyetçileri Ulusal Birlik’e çekme gayretine Michel Barnier gibi etkin bir ismi başbakan olarak gösteren Macron, 2027 seçimlerinde olası bir Ulusal Birlik – Cumhuriyetçiler ittifakının da önüne geçmek istiyor.
Şimdi Fransa’yı Ne Bekliyor?
Michel Barnier ismi telaffuz edilir edilmez siyasi geleceğine ilişkin en güzel manşeti Le Figaro gazetesi atmış gibi: Uçurumun kenarındaki sağcı başbakan. Sağ partiler Barnier’den göç politikalarına ilişkin somut adımlar beklerken başta Sosyalist Parti olmak üzere sol partilerse emeklilik ve sosyal haklar konusunda iyileştirmelerin yapılmasını arzuluyor. İçeride bu kargaşa devam ederken Macron ise Barnier’den hem iç politikada dengeleri korumasını hem de AB nezdinde daha etkin bir Fransa imajının çizmesini umut ediyor. Barnier’nin bu talepleri nasıl karşılayacağı merak konusuyken Barnier Matingnon’a adımını dahi atmadan Yeni Halk Cephesi, pazar günü halkı “kendi iradesini savunmaya” davet etti. 6 Eylül sabahı BMFTV’nin konuğu olan Yeni Halk Cephesi sözcüsü Manuel Bompard da Macron’u “padişah” olarak nitelendirdi. Bunun yanı sıra, Macron’un seçim sonuçlarını göz ardı etme tercihine rağmen meclis çatısı altındaki adaylarının Lucie Castets olmaya devam edeceğini kalın harflerle vurguladı. Bompard, halk iradesine karşı konulması halinde önümüzdeki günlerde Fransa’yı bekleyen kaosa da işaret etti.
Ortada büyük bir sorun var ki bütün siyasetçiler büyük vaatler vermelerine rağmen hiçbiri sözlerini yerine getiremiyorlar. Üstüne üstlük 7 Temmuz’dan bugüne değin Macron’un “monarkvari” davranışları, belirsizlikle endişelenen Fransız halkında büyük bir öfkenin doğuşunu tetikliyor. Demokrasinin beşiği (!) olduğunu iddia eden Fransa’da, Macron’un “milli iradeyi gasp etme” hamlesine Fransız halkının cevabı çok sert olabilir. Unutulmamalı ki Robespierre ve 3. Napolyon gibi figürler bile halkın iradesini görmezden gelerek umumun faydasına olacaklarına zannettikleri politikalarda ısrar etmeleri sonrası iktidarlarından oldular. Beşinci Cumhuriyet’in kurucu babası olarak görülen De Gaulle’ü De Gaulle yapansa halkın sesini iktidara taşıması olmuştur. Macron ise De Gaulle’den çok uzakta, Robespierre’e fazlasıyla yakın bir siyaset izleyerek kendi siyasi ikbalini ve Fransa’nın geleceğini tehlikeye atıyor.
[Salih Kaya, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü doktora adayıdır.][i] 2002 yılında Cumhuriyet için Birlik partisi dağılarak daha yakından tanıdığımız Cumhuriyetçi Hareket Birliği (l’Union pour le Mouvement Républicaine – UMP) adını almıştır. Bu parti Sarkozy önderliğinde skandallarla adı sıkça anılmış olup Sarkozy sonrası dönemde imaj yenileme adına ismini değiştirerek Cumhuriyetçiler – Les Républicaines adını almıştır. Siyasi görüş olarak liberal muhafazakarlık ile De Gaulle değerlerini savunmaktadır.
[ii] Fransız siyasetinde Başbakanlık makamı Matignon Oteli – Hôtel Matignon olarak adlandırılır ve İngiliz siyasetindeki No:10 tabiriyle eş değer anlamdadır.
[iii] Édouard Philippe 2017-2020 yılları arasında Macron’un başbakanı olmuş sosyalist bir figürdür. 2020’de Édouard Philippe yerine Jean Castex’nin başbakan olarak atanması, Macron’un sosyalist mirasa ihaneti olarak değerlendirilmektedir.