İsrail’in Batı Şeria Saldırıları Sonrası Ürdün

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarıyla birlikte Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik tehdit niteliğindeki eylemleri de devam ediyor. İsrail, diğer ülkelere yönelik eylemlerini istihbarat düzeyinde toplanan bilgilerin kullanımı suretiyle hedefe yönelik hava harekâtı veya suikast şeklinde ilerletiyor. Bu hedef odaklı tercihten dolayı yakın gelecekte bölgedeki diğer ülkelere yönelik doğrudan bir kara harekâtı beklenmiyor. Bununla birlikte Orta Doğu’nun geneli için dolaylı olarak bir tehlikenin varlığı da açık.

Onlarca yıldır bölgede yaşanan krizlerin tam ortasında kalan, bununla birlikte tarafsız kalma politikasına sahip olan Ürdün de bu tehlikeyi dolaylı olarak hissediyor.  Ürdün’ün 7 Ekim sonrasında bir dönüşüm/sancı sürecine girdiği açık. Başkent Amman’ın çok büyük kısmı, ülke genelinin ise yarısından fazlası Filistinli. Ürdünlü yöneticiler 7 Ekim sonrası özellikle Batı Şeria’ya baskının arttığı bir zeminde ortaya çıkan tablodaki krizlere yönelik yeni bir politika geliştirmek zorunda. Bu talepler sokaklarda, medyada ve muhalefet cephesinde yüksek sesle yankılanıyor.

Onlarca yıldır Ürdünlü yöneticiler tarafından başarıyla uygulanan bölgenin genelindeki problemlere yönelik etliye sütlüye karışmama politikası, 7 Ekim sonrasında ülkenin nüfus yapısı dikkate alındığında sürdürülebilir bir yaklaşım olarak gözükmüyor. Ülkede Hamas sempatisinin yeniden alevlenmesi, kamusal alana taşınması ve Batı Şeria’dan kitlesel göç ihtimali Ürdün’de gerçekleşebilecek muhtemel gelişmeler.

Görüldüğü üzere, Orta Doğu’nun geneli için İsrail’in doğrudan veya dolaylı tehdidi devam ediyor. İsrail’in özellikle geçtiğimiz günlerde Batı Şeria’da hissedilen saldırgan tavrının sebep olduğu gelişmelerden dolaylı olarak etkilenebilecek ülkelerin başında Ürdün geliyor.

Ürdün’ün Kurucu Babası Abdullah’ın Mutlu ve Küçük Ülke Hayali

Bugün Ürdün, ekonomik olarak yaşadığı bazı zorluklara, ufak siyasi krizlere rağmen Orta Doğu’nun ve Arap coğrafyasının en güvenli ülkelerinden birisi. Geçtiğimiz yetmiş yıl içinde çevre ülkelerde yaşanan problemlere rağmen, Ürdün istikrarlı bir şekilde varlığını devam ettirmeyi başardı. Siyasi yapı aynı şekilde devam ettiği için ihtilaller, darbeler, iç savaşlar yaşayan diğer Arap ülkelerinin halkları için de Ürdün güvenli bir sığınak haline geldi.

Etliye sütlüye karışmadan, sorunsuz şekilde varlığını devam ettirebilmek Ürdün’ün yazılı olmayan devlet politikası olarak kabul edilmiş olmalı. Lübnanlı bir tarihçi, modern Ürdün’ün tarihi hakkında kaleme aldığı eserinde 1948 öncesi dönem politikalarına atıfla mutlu ve küçük bir ülke ifadesini kullanmakta. Ürdün’ün dış politikasını gayet güzel açıklayan bu ifadeyi herhangi bir zaman dilimiyle sınırlamayıp günümüze dek getirmek mümkün.

Şerif Hüseyin’in ikinci oğlu Abdullah, modern Ürdün’ün kurucusu olarak kabul edilir. Mekke’de doğan Abdullah, küçük yaşlarda ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı ve burada iyi bir eğitim aldı. Gençlik yıllarında politika ile ilgilenen Abdullah, ilerleyen yıllarda Osmanlı parlamentosuna milletvekili olarak girdi. Babası ya da kardeşi Faysal kadar otoriter bir figür olmamasına rağmen, Abdullah da Arap isyan hareketinin öncü isimlerinden kabul edilir.

Dünyanın her yerinde milliyetçilik akımı yavaş yavaş yaygınlaştığından Abdullah da bu yönde fikirler ortaya koymaya başladı. Arap isyancıları ile yürüttüğü hareket, Avrupalı devletlerin desteğiyle başarılı oldu. Nihayetinde Abdullah modern Ürdün devletinin kurucusu oldu. Yaptığı ilk iş; dağınık şekilde yaşayan Arap kabilelerini kendisine bağlaması ve Amman’da bir teşkilat kurmak oldu. Uzun uğraşlar sonucu kurduğu bu siyasi yapı sayesinde Abdullah, Arap diplomasisinin önde gelen tartışmalı isimlerinden birisi oldu.

1920’li yıllarda Orta Doğu’nun sınırları Avrupalı devletler tarafından büyük oranda tayin edilmişti. Ancak bütün Arap halklarını kapsayacak bir Arap devleti kurma hayali entelektüeller arasında hala devam ediyordu. Abdullah’ın arzusu Ürdün’ün ötesinde; Ürdün, Suriye, Filistin topraklarını da kapsayacak Suriye merkezli bir Arap devletinin kurulmasıydı. Fakat ilerleyen yıllarda Abdullah, hayalinin gerçekleşemeyeceğini anladığından daha gerçekçi biçimde mevcut olanı koruma politikasına yöneldi.

Aslında Amman’ı koruma politikasına Abdullah mecburen yönelmişti. İngiliz ve Fransızların işgali altındaki bölgelerden gelen Arap milliyetçilerinin Amman’da toplanmış olması kralı temkinli ve garantici hareket etmeye mecbur kılıyordu. Orası bir sığınak olarak kalmalıydı. Özetle, kısa süreli büyük bir Arap devleti kurma hayalinden sonra Ürdün etliye sütlüye dokunmayan bir ülke olma politikasını tercih etti ve o günden bugüne Ürdün, Filistinliler, Suriyeliler, Iraklılar ve cümle Araplar için bir sığınak olarak varlığını sürdürdü.

Batı Şeria’da Artan Baskı Sonrası Ürdün’de Muhtemel Gelişmeler

7 Ekim sonrası İsrail’in sivillere yönelik saldırılarının ve yaşanan krizin, nüfusunun büyük kısmı Filistinliler’den oluşan Amman sokaklarında hissedilmemesi garip olurdu. Son günlerde ise İsrail Batı Şeria’daki operasyonlarını artırıyor. Ürdün hükümeti geçtiğimiz çarşamba günü, işgal altındaki Batı Şeria’da İsrail’in gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan duyduğu derin endişeyi dile getirerek , bunu barbarlık olarak nitelendirdi. Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi de X’te yaptığı paylaşımda, İsrail’in Batı Şeria’daki eylemlerinin ivedilikle durdurulması gerektiğini söyledi.

İsrail’in saldırılarının Batı Şeria’ya yönelmiş olması ise Ürdün ve Ürdün’ün hamisi rolünü üstlenmek isteyen ABD için farklı riskler oluşturuyor. İlk olarak ifade etmek gerekir ki; geçtiğimiz aylarda ülke içinde Hamas’a yönelik artış gösteren ve kamusal alana taşınan destek, Batı Şeria saldırılarıyla birlikte yeniden tırmanışa geçebilir. Bu durum ise İsrail’in koşulsuz destekçisi olan ve Ürdün’ü diğer Arap ülkelerinin arasında güvenli bir sığınak olarak tutmaya çalışan ABD için kaygı verici. Bir başka tabirle uzun vadede ABD, kendisine koşulsuz bağlı olduğuna inandığı bir diğer Arap ülkesinde halk ve elitler düzeyinde saygınlığını ve etkisini kaybedebilir. Bu durum aynı zamanda Ürdün yönetimi için de çeşitli riskler taşıyor. Burada, bir zamanlar Hamas siyasi bürosunun merkezi olan Amman’da Halid Meşal’e yönelik suikast teşebbüsü sonrası yaşanan uluslararası krizi hatırlamak dahi yeterli olacaktır.

Ayrıca, Batı Şeria’da artış gösteren İsrail’in askeri operasyonları, Batı Şeria’ya komşu olan Ürdün için kendi topraklarına yönelik kitlesel göç endişelerini de artırdı. Ürdün nüfusunun büyük kısmı/yarısından fazlası Filistin kökenlidir. Geçtiğimiz onlarca yıl boyunca ülke tarihsel olarak çok sayıda Filistinli mültecinin göç merkezi olmuştur. Bir yeni dalga hem bir süredir ciddi sıkıntılar yaşayan Ürdün ekonomisi için hem de Ürdün’ün nüfus dengesi için tehlikeli. Artık Ürdün’de siyasi elitler, daha yoğun şekilde nüfusun Ürdünlüler aleyhine bozulması endişesini taşımaktadır.

Netice itibarıyla, son günlerde İsrail’in başta Cenin şehri olmak üzere Batı Şeria saldırılarını artırmış olması Ürdün ve Ürdün-ABD ilişkileri için dolaylı etkiler doğurabilecek bir olaydır. Tarihsel olarak Filistin’den çeşitli zamanlar göç alan Ürdün’e yönelik bir başka kitlesel göç, Ürdün ekonomisi için yıkıcı etkiler doğurabilir. Aynı zamanda bu durum nüfusun Ürdünlüler aleyhine bozulmasına anlamına da gelir. İlerleyen dönemde gerçekleşmesi muhtemel bu gelişmeler Ürdün-ABD ilişkileri açısından da sarsıcı etkiye sahiptir. ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği, Ürdün üzerindeki otoritesinin sarsılmasına sebep olabilir. Ürdün yönetiminin ABD ile iyi ilişkiler yürütme eğiliminde olduğu bilinen bir gerçek. 7 Ekim sonrası tabloda yeni arayışlara yönelmek durumunda kalan Ürdün yönetimi, Batı Şeria’da artan saldırılarla birlikte ilerleyen dönemde yeni bir sınava tabi olacak.

[Av. Dr. Abdullah Musab Şahin Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu