“Hiçbir şey 7 Ekim’le başlamadı.” 7 Ekim 2023’ten sonra sıklıkla duyduğumuz bu cümlenin apaçık bir gerçekliğe işaret ettiği artık herkesin mutabık olduğu bir husus. Ve bu gerçeklik meselenin sadece siyasal boyutu için değil ekonomik realite açısından da pekâlâ geçerli. Zira İsrail’in Filistin’e yönelik süregiden işgali, Filistinliler açısından salt siyasal bir olgu olmanın ötesinde oldu. Zira işgal ciddi yıkıcı ekonomik sonuçlar doğurdu ve siyasi bağımsızlığın önündeki en büyük engellerden birini teşkil edegeldi.
İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında uygulamaya koyduğu ekonomi politikalarını iki aşamada incelemek mümkündür. İlki 1967 yılı ile Oslo Anlaşması’nın imzalandığı 1993 yılları arasında; ikincisi ise İsrail’in Oslo Anlaşması’ndan sonra siyasi ve güvenlik gerçekleri nedeniyle politikalarını farklı ve daha yıkıcı şekilde uygulamaya devam ettiği Oslo Anlaşması sonrası dönemdir. İlk aşamayı ele alacağım bu yazıda, İsrail’in işgal altındaki topraklarda yürüttüğü politikalarla Filistin ekonomisini nasıl pranga altına aldığına işaret edeceğim. Böylelikle İsrail işgalinin en başından beri ekonomik bir sömürü olarak da temerküz ettiğini hatırlamış olacağız.
İsrail İşgali ve Filistin’in Ekonomik Esareti
Hatırlanacağı üzere, 7 Haziran 1967’den sonra İsrail Batı Şeria’da ve Gazze’de askeri yönetimler kurdu. Her iki askeri yönetimin içinde biri askerî diğeri sivil olmak üzere iki idare vardı. Dolayısıyla işgal sonrasındaki yeni yapıya göre, İsrail ordusu artık ekonomi, eğitim, sağlık gibi tüm sivil işlerden de sorumluydu. Bu durum ancak 1981’de dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron tarafından İsrail hükümetinin Batı Şeria ve Gazze’deki sivil kolu olarak sivil idarenin kurulmasıyla sona erecekti. 1967’den itibaren İsrail hükümeti, Rabin’in açıklamasıyla[i] örtüşecek şekilde, işgal altındaki Filistin topraklarındaki özel ve kamu yatırımlarını kısıtlayan ve ekonomik faaliyetlerin çeşitliliğini azaltan bir dizi uygulamayı hayata geçirdi. Bu türden uygulamalar Filistin ekonomisini boğdu ve İsrail’e olan bağımlılığını artırdı.
Uzun bir bürokratik süreç gerektiren karmaşık bir izin ve ruhsat sistemi, Filistinlilerin yeni işletmeler açmasını engelledi. Yeni makine ithalatına getirilen kısıtlamaların yanı sıra, ithal edilen ham madde türlerine ve miktarlarına ilişkin sınırlandırmalar, Filistin ekonomisinin büyümesini engelleyen faktörler arasındaydı.
Diğer taraftan Filistin ithalatından alınan dolaylı vergilerin işgal altındaki Filistin topraklarındaki kamu yatırımlarını ve altyapıyı finanse etmek amacıyla kullanılması gerekirken, bu vergilerin neredeyse tamamı İsrail hazinesine aktarıldı. Finansman yetersizliği, Batı Şeria ve Gazze’deki fiziksel altyapıyı bakımsız ve o dönemde benzer gelir düzeyine sahip diğer komşu ülkelerin çok altında bir seviyede bıraktı.
İşgal altındaki Filistin topraklarında muazzam büyüklükteki araziler yasa dışı yerleşimlerin inşası, gelişmiş bir otoyol, yan yol sisteminin inşası, İsrail askeri üsleri ve diğer tesislerin inşası için kamulaştırıldı. 1993 yılı sonunda İsrail yerleşimlerinin sayısı 144’e ulaşmış ve 247 bin yerleşimci işgal altındaki Filistin topraklarında yaşamaya başlamıştı.
Buna ilaveten, Filistinlilerin toprağa erişimi ciddi şekilde kısıtlandı ve başta tarım olmak üzere ekonomik faaliyetler bastırıldı. 1967’den sonra arazilerin müsadere edilmesi ve kapatılması, su temini ve ürün pazarlarındaki kısıtlamalar nedeniyle geniş tarım arazilerinin kaybedilmesi, tarım sektörü üretiminde ciddi bir düşüşe yol açtı. İsrail, aynı zamanda yerleşimcilerin tarım arazilerini ateşe vermek, zeytin ağaçlarını sökmek gibi uzun vadeli ekonomik sonuçları olan saldırganlıklarına da göz yumdu.
İsrail’in Emek Sömürüsü
1967 işgalinden sonra İsrail, artık toprağını genişletmişti ve artık insan gücünü de (elbette kendi çıkarları doğrultusunda ve işine geldiği ölçüde) istiyordu. Dolayısıyla 1967-90 yılları arasında İsrail ile işgal altındaki topraklar arasındaki sınırlar açık tutuldu. Böylelikle işgalin ardından Batı Şeria ve Gazze, hem İsrail malları için birer pazar hem de İsrail ekonomisi için çoğunlukla vasıfsız iş gücü kaynağı halini aldı. Filistinli işgücünün üçte birinden fazlası İsrail’de istihdam edildi.[ii] Zira gerek işgal altındaki Filistin topraklarında bilinçli olarak yatırım yapılmaması ve İsrailli iş adamlarının fabrika kurmalarına izin verilmemesi gerek İsrail ekonomisindeki patlamanın özellikle inşaat ve tarım gibi sektörlerde acil iş gücü ihtiyacı yaratması nedeniyle birçok Filistinli coğrafi yakınlıktan faydalanarak İsrail’de çalışmayı tercih etmek zorunda kalmıştı. Bu durum İsrail’deki Filistinli iş gücünü Filistinlilerle ekonomik ilişkilerin ayrılmaz bir parçası haline getirdi. Öte yandan bu durum Filistinliler arasındaki gelir eşitsizliğini de pekiştirdi. Edward Said’in “Filistinlilerin Versay”ı olarak nitelendirdiği Oslo Anlaşması sonrası süreçte ise İsrail’in Gazze’ye yönelik tecrit politikası sonucu Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerin işsizlik oranı neredeyse on kat artacaktı.[iii]
İsrail’in Su Üzerindeki Tahakkümü
Bütün bunlara ilaveten, İsrail’in su yönetimindeki kısıtlayıcı politikalarının da bölgedeki durumu daha da çıkmaza soktuğunu hatırlamak lâzım. 1967’den beri İsrail’in su kullanımındaki artışın neredeyse tamamı Batı Şeria ve Yukarı Ürdün Nehri sularından kaynaklandı. 1967 ve 1993 yılları arasında işgal altındaki Filistin topraklarındaki Filistinlilerin sayısı ikiye katlanarak 2 milyonun üzerine çıkarken su kullanımı ise sadece % 10 oranında arttı (ki bu oranın İsrail’in yasa dışı yerleşimlerinde kişi başına düşen su kullanımının epeyce altında olduğunu belirtelim).[iv] 1993 sonrasındaki durum ise esasında Oslo’da öngörülen iyimser ifadelerin tam tersi şekilde sonuçlanacaktı. Batı Şeria’nın geniş alanlarına daha fazla İsrail yerleşimini veya hatta yeni toprak ele geçirmelerini bile engellemeyen Oslo I Anlaşması, suyun kontrolü gibi temel konularda, yalnızca “her iki taraftan uzmanlar” tarafından belirlenecek bir şekilde “iş birliği” ve “eşit kullanımdan” bahsediyordu. Ancak, Chomsky’nin konu ile ilgili ifade ettiği gibi “bir fil ile bir sinek arasındaki iş birliğinin sonucunu tahmin etmek zor değildi”. Nitekim İsrail yönetiminin askeri emirleri çerçevesinde tahsis edilen kotalar ve izin sistemi nedeniyle, Filistinlilerin su kaynaklarına erişimi ve bu kaynakların geliştirilmesi kısıtlandı. Suyun büyük kısmı İsrailli yerleşimcilere ve İsrail’e aktarıldı. Suya erişimdeki kısıtlamalar tarıma yeterince su tahsis edilmemesine de yol açtı.
Nihayetinde 1967 işgaliyle süregelen Filistin üzerindeki ekonomik sömürü, Oslo Anlaşmaları ve taraflar arasında ekonomik ilişkileri düzenleyen 1994 tarihli Paris Protokolü ile birlikte âdeta resmileştirildi. Böylelikle söz konusu anlaşmalar serisi, işgal altındaki Filistin ekonomisi üzerindeki İsrail’in tahakkümünü daha da arttırmasına neden olacak ve Roy’un ifadesiyle Filistin’e bir “kalkınmasızlık” (de-development)[v] süreci dayatılacaktı.
[Doç. Dr. Fatma Sarıaslan, İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesidir.][i] 1985 Nisan’ında dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Rabin şu açıklamayı yapmaktan geri durmamıştı: “İsrail hükümeti tarafından [işgal altındaki topraklarda] hiçbir gelişme başlatılmayacak ve İsrail Devleti ile rekabet edebilecek tarım veya sanayinin genişletilmesi için hiçbir izin verilmeyecektir.” Bkz. Jeffrey D. Dillman, “Water Rights in the Occupied Territories”, Journal of Palestine Studies, 19/1, (1989): 64.
[ii] 1973’te İsrail’de çalışan Filistinli işçi sayısı 60 bin dolayındayken, bu sayı 1970’lerin sonunda 90 bin dolayına çıkarak toplam işgücünün % 7’sinden fazlasına eşit düzeye ulaşmıştı. Bkz. Roger Owen-Şevket Pamuk, 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2002, s.241.
[iii] Sara Roy, “Gerileme ve Çöküş: Oslo’dan Sonra Filistin Ekonomisinin Durumu”, Roana Carey (ed.), Yeni İntifada: İsrail’in Apartheid Politikasına Direnmek, İstanbul: Everest Yayınları, 2002, s.163.
[iv] Sharif S. Elmusa, Water Conflict: Economics, Politics, Law and Palestinian-Israeli Water Resources, Institute for Palestine Studies, Washington DC, 1997, s. 82.
[v] Sara Roy, The Gaza Strip: The Political Economy of De-development, Washington, DC: Institute for Palestine Studies, 1995; Sara Roy, “De-development Revisited: Palestinian Economy and Society Since Oslo”, Journal of Palestine Studies, 28/3, (1999): 64- 82.