Son birkaç ayda, Avrupa’da yükselen aşırı sağ, İslamofobi ve göçmenlere karşı tırmanan şiddet eylemlerinde birbiriyle doğru orantılı bir artış görmekteyiz. Bunun yanında, artık geleneksel medya araçlarından çok daha fazla haber alma aracı olarak kullanılan sosyal medya platformları ve yapay zekanın faydalarının yanında tehlikeli yanları da son birkaç ayda özellikle İrlanda ve İngiltere’de yaşanan ayaklanmalarda daha iyi anlaşılmaya başlandı. Sosyal medyada büyük bir hızla yayılan dezenformasyon ve yalan haberlerin, gerçek dünyada insanlara büyük tehlikeler oluşturduğunu, devletleri tehdit edecek düzeyde olaylara sebep olduğunu tüm dünya en çok geçtiğimiz iki haftada İngiltere’de yaşanan şiddet olaylarında gördü.
Bu yazıda, İngiltere’de son iki haftadır yaşanan şiddet olayları ve ayaklanmalarda sosyal medyadaki dezenformasyonun önemli etkisini, buna karşılık İngiliz Hükümetinin dezenformasyona karşı aldığı tedbirler ve buna karşı tepkileri ele alacağım. Bu son şiddet olaylarıyla benzerlik gösteren yakın tarihli olayları ve 1880-1920 yılları arasında 20 milyona yakın göçmen alan ABD’de, Türkler de dâhil olmak üzere daha önce farklı dini ve etnik gruplara mensup göçmenlerin karşılaştıkları ırkçılık ve medyanın bu şiddet olaylarındaki rolünü tartışacağım.
Southport Olayları ve Şiddet Eylemlerinin İngiltere’de Başka Bölgelere Sıçraması
29 Temmuz’da, Kuzeybatı İngiltere’de bulunan Southport kasabasında üç küçük kızın ölümüne ve birkaç çocuğun daha yaralanmasına neden olan bıçaklı saldırıdan birkaç saat sonra, sözde şüphelinin sahte ismi sosyal medyada dolaşmaya başladı. Bundan saatler sonra, şiddet yanlısı protestocular Southport Camii’ne saldırı gerçekleştirdi. İlk saldırı sonrasında şiddeti giderek artan saldırıların en şiddetlisi 30 Temmuz’da gerçekleşirken, molotof kokteylleri, tuğlalar ve çeşitli cisimlerin atılması sonucu caminin bazı pencereleri kırıldı. Cami cemaati kapılarını kilitleyerek uzun süre içeride kaldı, maddi zarar meydana geldi ve polis eskortuyla saatler sonra dışarı çıkarılabildiler. Sonraki günlerde İngiltere geneline yayılan şiddetli protesto ve ayaklanmalar, Müslüman mezar taşlarının tahrip edilmesine kadar giden saldırılar, cami saldırısıyla başlamış oldu.
Protestocuların ilk olarak camiyi hedef almalarının nedeni, saldırıyı gerçekleştiren 17 yaşındaki kişinin ülkeye geçen yıl sığınmacı olarak gelmiş bir Müslüman olduğu üzerine sosyal medyada hızla yayılan dezenformasyondu. Saldırganın aslında İngiltere’de doğmuş ve büyümüş bir İngiliz vatandaşı, Axel Rudakubana olduğu gerçeği ortaya çıkana kadar, sosyal medyada yer alan yalan haberler hızla yayılmıştı bile.
Yalan haberin yayıldığı sosyal medya platformu ilk olarak X (önceki adıyla Twitter) oldu. Haberin yayımlandığı “Channel 3 Now” isimli site aslında az sayıda takipçisi olan, sosyal medyadan topladığı bilgileri yapay zeka ile haber olarak yayımlayan bir sahte haber sitesiydi. Haberde yer alan sahte isim Ali Al-Shakati’yi ilk olarak aşırı sağcı hesaplar paylaşmıştı. Bu paylaşımlara göre Ali Al-Shakati, geçen yıl İngiltere’ye mülteci botuyla gelmiş, İngiliz istihbarat servisi MI6’nın listesinde olan bir sığınmacıydı. Bu sahte haber sitesinin haberini kanıt gibi kullanan aşırı sağcı sosyal medya hesapları, dezenformasyonun hızla yayılmasını sağladı.
Dezenformasyon ve yalan haberlerin sosyal medyada yayılması organik bir şekilde gerçekleşse de, başlayan yangına benzin dökenler X’te milyonlarca takipçisi olan sosyal medya fenomeni Andrew Tate gibi isimler oldu. Tate, saldırganın “yasa dışı göçmen” olduğunu paylaştı. Bunun yanında, eski bir boksör olan Anthony Fowler da saldırganın Suriyeli birisi olduğunu söyleyen bir video yayımladı. Europe Invasion adlı, göçmen karşıtı, aşırı sağcı paylaşımlarıyla bilinen X hesabı ise şüphelinin “Müslüman bir göçmen” olduğunu söyledi. Sadece bu üç paylaşım bile milyonlarca kez görüntülendi ve hiçbiri kaldırılmadı.
Saldırıyı gerçekleştiren şüphelinin 18 yaşından küçük olması nedeniyle ilk başta kimliğinin paylaşılması konusunda tereddütler olsa da yalan haberlerin büyümesiyle İngiliz polisi saldırganın ismini paylaştı. Ancak söylentiler çoktan yayılmıştı; aşırı sağcı sosyal medya hesapları suçu göçmenlere ve Müslümanlara yüklemişti bile.
Bıçaklı saldırıdan sonra İngiltere’de kısa sürede alevlenen şiddet olaylarının aslında arka planında yıllardır İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde, özellikle 11 Eylül terörist saldırılarından sonra büyük bir artış gösteren İslamofobi vardı. 2010’da yapılan bir ankette, İngiltere halkının üçte birinden fazlası, İslâm’ın İngiliz tarzı hayata tehdit olduğunu ifade etmişti. Bir bakıma, yıllarca ortalığa dökülen bir İslamofobi benzini halihazırda bulunurken, sosyal medyada dakikalar içerisinde yayılan yalan haberler bu benzini tutuşturacak kibrit görevi gördü.
Gösteri gibi başlayan, sonra caminin hedef alınması gibi giderek şiddetini artıran olaylarda araçlar yakıldı, dükkanlar yağmalandı ve Rotherdam’da sığınmacıların kaldığı Holiday Inn Express Otelinin ateşe verilmesine kadar varan şiddet olayları gerçekleşti. Tüm bunlar olurken, X’te 200 milyona yakın takipçisiyle en fazla takip edilen, X platformunun sahibi Elon Musk’ın, İngiltere’de meydana gelen şiddet olaylarının nedeninin göç olduğuna dair bir paylaşıma “İç savaş kaçınılmaz” yorumu, İngiliz Hükümeti ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’dan gelen tepkilere neden oldu.
İngiltere’de sosyal medyadaki yalan haberlerin de etkisiyle yıllardır görülmemiş ölçüde şiddet olayları meydana geldi. İngiltere Başbakanı, göreve başladığı ilk ayda, olayların yaşandığı hafta içerisinde yaklaşık 400 kişinin tutuklanmasını sağladı. Başbakan Starmer, ayaklanmalara katılan bir çiftin hızlı bir yargılanma süreciyle 3 yıl hapsine hükmedildiğini duyurdu. Ayrıca Starmer, bu hüküm kararının olayları tetikleyen provokatörlere güçlü bir mesaj olduğunu söyledi.
Sosyal Medyada Irkçılığı Körükleyenler Terör Suçuyla Yargılanacak
Olaylardan sonraki hafta, İngiltere ve Galler Savcılığı Direktörü Stephen Parkinson, sosyal medyada ırkçılığı ve şiddet olaylarını körükleyenlerin, paylaşanların ve hatta bunları RT(Retweet)’leyerek yayılmasına katkı sağlayanların da cezalandırılacağını ve tutuklanacağını duyurdu. Ayaklanmaları yurt dışından körükleyen sosyal medya fenomenlerinin de yargılamadan kurtulamayacağını, terörizm suçlamasıyla onların da suçluların iadesi kapsamında İngiltere’ye getirileceğini, bu suçluların kendilerini güvende sanmamasını, saklanacak delikleri olmadığını belirtti.
Hem Başbakan Starmer’ın, hem de Savcı Parkinson’ın, şiddet olaylarına asla geçit vermeyeceklerini gösteren açıklamaları, paylaşımlar için sosyal medyayı tarayan ve ardından tutuklamaları takip eden özel polis memurları olduğunu söylemesi, Elon Musk gibi sosyal medyada güçlü isimlerin de bunun ifade özgürlüğü kısıtlaması olduğuna dair eleştirilerine, İngiltere için Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore benzetmelerine neden oldu. İfade özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiği konusu da uzun zamandır tartışılan bir konu.
Sosyal Medyada Körüklenen Göçmen Karşıtı Benzer Şiddet Olayları ve Ayaklanmalar
İngiltere’de meydana gelen olaylara çok benzeyen, aynı şekilde sosyal medyadan körüklenen, polis araçlarının, halk otobüslerinin yakıldığı, yağma olaylarının yaşandığı yine göçmenlerin kaldığı Holiday Inn Express Otelinin ateşe verildiği olayları geçtiğimiz kasım ayında İrlanda’da görmüştük. Dublin tarihinde görülmedik şiddet olaylarının yaşandığı protestolar, Dublin’de bir okul yakınında 3 küçük çocuk ve bir kadının ciddi şekilde yaralanmasına neden olan bıçaklı saldırıda saldırganın bir göçmen olduğuna dair aşırı sağcıların paylaşımlarıyla başlamıştı. Paylaşımlarda, İrlanda Hükümeti ve polisi için göçmenleri korudukları, “vatan haini” oldukları gibi ateşi körükleyen söylemler mevcuttu.
Daha sonra, saldırıyı gerçekleştirenin 20 yıl önce Cezayir’den İrlanda’ya göç etmiş bir İrlanda vatandaşı olduğu ortaya çıksa da yalan haberler, saldırının üzerinden daha 1 saat geçmeden hızla sosyal medyada yayılmış, ırkçı söylemlerle şiddete dönüşmüştü. Çevre şehirlerden yağmaya gelenlerle kontrolden çıkan olaylarda 30’dan fazla insan tutuklandı. Olayların kontrol altına alınmasından sonra saldırganı görüp etkisiz hale getirenlerden birinin Caio Benicio isimli, İrlanda’da çalışarak Brezilya’daki ailesine bakmak için gelmiş bir göçmen moto kurye olduğu ortaya çıktı.
Sosyal Medyadaki Dezenformasyon, Mezenformasyon ve Yabancı Düşmanlığının Şiddete Dönüşmesi
İngiltere ve İrlanda’da meydana gelen ayaklanmalara, şiddet olaylarına benzer bir durum, bu yıl en son temmuz ayında olmak üzere Türkiye’de de zaman zaman yaşandı. Kayseri’de başlayıp, farklı şehirlere de yayılan bu olaylar, İrlanda ve İngiltere’dekine benzer bir gelişim gösterdi.
30 Haziran 2024’te Kayseri’de Suriye uyruklu bir kişinin çocuk istismarı suçlamasıyla yakalanması ve tutuklanmasının ardından olay duyulmuş, Kayseri’de pek çok kişi sokağa çıkarak Suriyelilere ait ev ve işyerlerine saldırmış, olaylar araçların ateşe verildiği şiddet eylemlerine dönüşmüştü. 474 kişi gözaltına alınırken, sosyal medyada olaylara ilişkin çok sayıda görüntü paylaşılmış, güncel olmayan, farklı ülkelerden videolar da dolaşıma girmişti.
Gaziantep, Hatay, Adana gibi şehirlere de sıçrayan şiddet olayları emniyet güçlerinin müdahalesiyle İngiltere ve İrlanda’dakiler kadar büyümeden durdurulsa da bu son olayların Türkiye’deki göçmenler üzerindeki etkisi tamamen geçmiş değil.
Göçmenlere Karşı Şiddet Olaylarında Medyanın Etkisine Tarihsel Bir Bakış
Sosyal medyanın varlığından önce de aslında göçmen karşıtı olayların şiddete dönüşümünün medyada yer alan haberlerle gerçekleştiğini söylemek mümkün. Örneğin, bundan yaklaşık 150 yıl önce milyonlarca insanın göç ettiği ABD’de, bugün göçmenlerin ve Müslümanların karşı karşıya kaldığı şiddet olaylarını Türk, İtalyan ve İrlandalı göçmenler de ABD’de yaşamıştı.
Katolik İrlandalı ve İtalyanlar, Protestan nüfusun çoğunluk olduğu ABD’de uzun yıllar ayırımcılığa maruz kaldı. Basın onların şiddet dolu, alkolik, suça eğilimli, mafya vs oldukları yönünde imaj yarattı; bu yayımlanan yalan haberler ve ırkçı karikatürler nedeniyle uzun yıllar ayırımcılık ve ırkçılıkla karşı karşıya kaldılar. ABD’ye Osmanlı İmparatorluğu’ndan göç eden Türkler de bu ayırımcılıktan, ülkedeki ilk Müslüman grup olarak “suça ve şiddete eğilimli, kavgacı, Amerikan halkıyla uyumsuz, dinleri ve kültürleri ABD’ye ait değil” gibi haksız suçlamalar ve oluşturulan imajla nasibini aldı. Amerikan gazetelerinde “Türk istilası”, “Türkler bu ülkeye ait değil” gibi başlıklarla yayımlanan haberler o dönem sık sık yer aldı.
ABD’de İtalyan Göçmenlerin Linç Edilerek Öldürülmesinde Medyanın Rolü
Bugün aşırı sağ grupların ideolojilerinin temelinde olan “nativizm”, ırkçılık ve göçmen karşıtı söylemlerin ve dezenformasyonun hangi boyutlara kadar gidebileceğini 1891’de 11 İtalyan göçmenin ABD’de linç edilerek öldürülmesi gösteriyor. O dönem neredeyse 300 bin İtalyan göçmenin yaşadığı, çoğunun işinde gücünde, dindar insanların olduğu New Orleans şehrinde polis şefi bir gece sokakta vurularak öldürüldüğünde, belediye başkanı Sicilyalıları suçladı. Suikast suçlaması, New Orleans’taki mevcut İtalyan karşıtı duyguların alevlerini körükledi. Polis, saldırıyla ilgisi yokmuş gibi görünenler de dâhil olmak üzere yüzlerce İtalyan’ı topladı. Yerel gazeteler, adalet talep ederek ve cinayetle bağlantısı olduğu şüphesiyle tutuklanan dokuz adamı yargılanmadan önce suçlu ilan ederek yangını körükledi!
Sonunda bu göçmenlerden 19’u yargılandı ve ülkenin İtalyan Amerikalıları davayı gergin bir şekilde izlerken, yargılananlar delil yetersizliğinden suçsuz bulundular. Bu haber yayıldığında, şehir çılgına döndü. Mafyanın bir şekilde jüriyi etkilediğini veya davayı yönlendirdiğini ve adaletin yerini bulmadığını söylediler. Daily States gazetesi, “Ayağa kalk, New Orleans halkı! Suikastçıların yabancı elleri, övülen medeniyetinizin üzerine bir şehidin kanının lekesini sürdü” diye yazdı. Mesaj açıktı: New Orleans adalet sistemi İtalyanları cezalandıramıyorsa, New Orleans halkı cezalandıracaktı.
New Orleans’ın ileri gelen vatandaşlarının birçoğu da dahil olmak üzere 10.000 kişilik bir kalabalık hapishaneye girdi. 11 Sicilyalıyı hücrelerinden çıkarıp sürüklediler ve linç ederek öldürdüler. Bunların arasında başka suçlardan hapse atılmış iki adam da vardı. Bundan sadece 5 yıl önce, 2019 yılında New Orleans Belediye Başkanı linç edilerek öldürülen İtalyan göçmenler için açık özür yayınladı.
Sonuç
133 yıl önce meydana gelen, ırkçılık ve medyanın körüklediği bu korkunç hadisenin bugün de halen çok benzerlerini son birkaç ayda görmüş olmak, kontrol altına alınmazsa şiddet eylemlerinin hangi boyutlara gidebileceğinin açık bir göstergesi oldu. Bir yandan Batı’da yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobi artış gösterirken, bir yandan da dünyadaki savaşlar ve iklim kriziyle yaşanan nüfus hareketliliği-göç önümüzdeki yıllarda da devam edecek.
Bugün özellikle Müslüman göçmenlere karşı Batı ülkelerindeki ayırımcı söylemle savaşmak için hem politika yapıcılara önemli görevler düşüyor hem de devletlerin bu gibi şiddet olaylarının önüne geçmek için dezenformasyona karşı daha sıkı önlemler alması ve sosyal medya kontrollerini çok daha fazla artırması gerekiyor.