Son haftalarda Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerine yeni boyutlar kazandıracak birtakım gelişmeler yaşandı. Öncelikle Türkiye, Somali ile Etiyopya arasında bu yılın başından beri tansiyonu giderek artan gerilimde arabulucu bir aktör olarak belirdi. Sonrasında ise Sahel bölgesine yönelik bir açılım yapılarak Nijer ile özel ilişkiler kurulacağı ve ikili ilişkilerin yeni boyutlar üzerinden derinleştirileceği sinyali verildi. Bu minvalde içinde Hakan Fidan ve İbrahim Kalın gibi isimlerin bulunduğu kalabalık bir heyet Nijer’i ziyaret etti. Ayrıca uzun zamandır ihmal edilen ve insani krizin her geçen gün derinleştiği Sudan’a yönelik AFAD koordinasyonunda büyük bir yardım gemisi gönderildi. Peki diplomasi, savunma, enerji ve insani gündemleri kapsayan bu gelişmeler, olgunlaşma emareleri göstermeye başlayan Türkiye-Afrika ilişkilerine nasıl bir ivme kazandıracak?
Afrika Boynuzu’nda Arabulucu Türkiye
Bu yılın başında Etiyopya son derece şaibeli bir çıkış yaparak Somaliland ile ikili iş birliği anlaşması imzaladığını ve bu anlaşma gereğince Somaliland’in Aden Körfezi’nde yer alan Barbera sahilinde 20 km’lik bir alanı 50 yıllığına kiralayacağını duyurdu. 1993’de Eritre’nin bağımsızlaşmasıyla büyük kara devletine dönüşen 120 milyon nüfuslu Etiyopya’nın bu yolla denize ulaşımına karşılık ise Somaliland’in Somali’den ayrı bir devlet olarak Etiyopya tarafından ilk kez tanınması gündeme geldi. Elbette bu durum Somali cephesinde tepkiyle karşılandı ve Türkiye’nin de şimdilerde arabulucu olarak yer aldığı Afrika Boynuzu’nda Etiyopya-Somali gerilimi baş gösterdi.
Şimdi bu gelişmeyi Yemen’de cereyan eden son gelişmelerle birlikte okumaya başladığımızda daha hassas bir tablo ortaya çıkıyor. Zira İsrail’in Yemen’in batısında yer alan Hudeyde Limanı’na yaptığı hava saldırısı ile içinde bulunduğu savaş hattını son yıllarda üzerinde jeopolitik rekabetin giderek kızıştığı Kızıldeniz’in güney ucuna kadar genişletmek istediği görülüyor. İngiltere ve ABD’nin de destek verdiği İran aksına yönelik Yemen saldırısı, Kızıldeniz ve Aden Körfezinde yer alan liman ve askeri üslerin önemini daha da arttıracak gelişmelere evrilme sinyali verirken Somali’nin kuzey sahilleri burada jeostratejik bir yer tutuyor.
2010 yılından sonra içinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suud’un da olduğu bir grup ülke, Kızıl Deniz ve Afrika Boynuzu hattında limanların işletilmesi ve askeri üslerin tesis edilmesi için manevralar yapmaya başladı. Yemen’de yürütülen belirsiz savaş, İran’ın bu savaşa dahli, Çin’in Yol ve Kuşak Projelerini ilan etmesi ve 2017’de Cibuti’de askeri üs tesis etmesiyle rekabet giderek artmaya başladı. Aynı yıl Türkiye, Somali’de askeri eğitim kampını açtı. Rusya da Sudan üzerinden Kızıldeniz’de var olma arayışına girdi. Bu gelişmelere paralel olarak Gazze’de başlayan soykırım sonrasında Husilerin Yemen üzerinden İsrail gemilerine saldırıları baş gösterdi. Kızıldeniz hattı ve Aden Körfezi boyunca dar bir çember içinde cereyan eden bu gelişmeler aynı zamanda ister istemez söz konusu hat boyunca küresel, bölgesel ve yerel aktörlerin iç içe geçtiği bir kutuplaşma doğurdu.
Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde yaşanan jeopolitik rekabet, bu hatta işleyen doğu-batı gemi ticaretinin önemli olduğu kadar askeri gelişmelerle de alakalı görünüyor. Yemen’de 10 yıldır devam eden ve Suud-BAE’nin İran’a karşı taraf olduğu bir iç savaş yürürlükte. Gazze soykırımının başlamasından bu yana Yemen’de Husilerin batırdığı İsrail menşeli gemi sayısı 170’i geçti. İsrail ve onu destekleyen güçler savaş hattını daha güneye çekerek Arap Yarımadası’nın en güneyinde yeni bir cephe açma sinyali veriyor ki bu kritik gelişmeler ışığında Yemen’e bakan Somaliland kıyıları fazlasıyla önemli hale geliyor.
Bittabi böylesi kritik bir havada ister istemez Etiyopya’nın Somaliland üzerinden yaptığı salvolar daha anlamlı hale gelirken Türkiye’nin arabulucu bir rol üstlenerek Etiyopya ve Somali dışişleri bakanlarını Ankara’da ağırlaması ve aralarındaki sorunu çözmeye yönelik bir inisiyatif başlatması yaşanan gerilimi azaltmak adına son derece doğru bir adım. Türkiye’nin kıtada arabuluculuk misyonu üstlenmesi Afrika Birliği tarafından da teşvik edilen bir olgu. Bu nedenle zaman zaman bazı anlaşmazlıklarda (Etiyopya-Mısır anlaşmazlığı, Sudan’da çatışan tarafların barıştırılması vs.) Türkiye’nin adı arabulucu olarak gündeme gelebilmekte. Etiyopya ve Somali arasında bu beklentinin fiiliyata geçmiş olması Türkiye’nin kıtada barış-inşasına yönelik imajına olumlu katkı sunacak önemli bir gelişme. Bu arabuluculuğu değerlendirirken bu iki ülkenin Soğuk Savaş yıllarında dış kışkırtmalar eşliğinde birbirleriyle bilfiil savaşa tutuştuğunu ve 1977-78 yıllarında savaştığını da unutmamak lazım!
Sahel’de Değişen Güç Dengesi
Afrika Boynuzu’nda yukarıda zikrettiğimiz kritik gelişmeler olurken Sahel bölgesinde de güçler dengesinde bir değişim kendini hissettirmekte. 2022 yılından sonra yaşanan askeri darbeler sonrasında Fransa ve ABD, Sahel ülkelerinden askeri varlıklarını çekmek gibi bir durumla karşı karşıya kalırken oluşan güç boşluğunu doldurmak için Rusya kolları sıvadı. Yeraltı kaynakları açısından zengin olan bölge başta altın, demir ve uranyum gibi madenlere sahip. Ancak Batı menşeili yaklaşım “bana yar olmayan başkasına da yar olamaz” şeklinde işlediği için Sahel’de artan dış destekli bir terör dalgası da söz konusu.
Sahel aynı zamanda Türkiye’nin de son yıllarda varlık göstermeye başladığı bir bölge olarak biliniyor. Gerek insani ve ticari ilişkiler gerekse de son yıllarda gündeme gelen askeri ilişkiler açısından bölge ülkelerinin iş birliği arayışlarında Türkiye adı sık sık zikredilen bir aktör. Ayrıca son yıllarda Türk savunma sanayisinin ürettiği ürünler Sahel ülkelerinde pazar bulmaya başladı. Elbette Nijer’e yönelik açılımı bir yönüyle Akkuyu minvalinde okumak da mümkün. Zira birkaç yıl sonra devreye girmesi beklenen nükleer santralle birlikte Türkiye artık uranyuma ihtiyaç duyan ülkeler arasına girecek. Ancak NATO üyesi Türkiye’nin önünde ABD, Fransa ve Rusya gibi aktörlerin çekişmelerine rağmen etkin bir siyaset yürütmek gibi çetrefilli bir yol duruyor.
Sahel bölgesinde güç dengelerinin yeni bir kurguya evrildiği aşikâr. Bölge ülkelerinde peş peşe yaşanan askeri darbelerin üzerinden henüz birkaç yıl geçmiş halde. Fransa ve ABD varlığının Sahel bölgesinde zayıflamasının ardından Rusya’nın burada oluşan güç boşluğunu doldurma arayışları kendini fazlasıyla hissettirmekte. Şimdi Türkiye insani-kalkınma yardımları, ticari, eğitim ve sağlık gibi sektörler üzerinden kendine yer bulduğu Sahel’de daha farklı misyonlar üstlenebileceğinin de sinyalini vermekte. Savunma, enerji ve istihbarat gibi gündemler üzerinden gerçekleşecek yeni ilişki türleri Türkiye-Afrika ilişkilerine yeni boyutlar eklemeye aday.
Son olarak Türkiye’nin Sudan’a göndermiş olduğu yardım gemisine değinmek de fayda var. 15 aydır iç çatışma yaşanan Sudan’da derinleşen ve yayılan krizin paralelinde insani yardıma ihtiyaç giderek artmakta. 25 milyondan fazla Sudanlı, insani yardıma ihtiyaç duyarken 10 milyona yakın insan ülke içi ve dışında yerinden edildi. BAE ve Wagner’in at koşturduğu böylesi kaotik bir ortamda Sudan’a yardım gemisi gönderilmesi ekonomik krize rağmen Türkiye’nin hala insani aktör rolünü sürdürme isteğinin açık bir göstergesi.
Türkiye, Sudan meselesini öncelikli olarak insani zeminde ele alırken; Afrika Boynuzu’nda üzerinde tesir ettiği Somali ve Etiyopya’yı çatışmadan uzak tutmaya çalışıyor. Sahel’de ise ilişkilerin diplomasi, istihbarat, savunma ve enerji üzerinden bölgede oluşan güç boşluğunun doldurulmaya çalışılacağının sinyalini veriyor. Hasılı Afrika Boynuzu, Sahel ve Sudan üzerinden yürütülen bu girişimler bize göstermekte ki artık Türkiye, Afrika kıtasında farklı bölgelerde farklı ihtiyaçlara yönelik eş zamanlı bir siyaset çeşitlendirmesine girmiş bulunuyor.
[Dr.Serhat Orakçı Haliç Üniversitesi öğretim üyesidir]