Psikolojik Savaş ve Malpraktis

İsrail’in Gazze Sendromu

Stratejik seçimlerin sonuçları, çatışma süreçleri ile ilişkilendirilirken, bu süreçlerin en önemli dinamiklerinden bir tanesi olan psikolojik savaş bağlamında ise çoğu zaman gölgede kalır. Öyle ki, psikolojik savaş çerçevesinde tercih edilen stratejilerin sonuçları saha gerçekliğine yönelik somut etkiler üretebilme potansiyeline sahip olmasına karşın, askeri stratejilerin sonuçlarına kıyasla daha düşük bir ilgiye muhatap olur. Oysa psikolojik savaş stratejileri bir askeri harekât sürecinde tamamlayıcı bir unsur olmanın ötesine geçer. Psikolojik savaş, Sun Tzu’nun ifadesiyle “savaşmadan kazanma” bağlamında belirleyici bir işleve sahiptir. Bununla birlikte, psikolojik savaş stratejilerinin belirleniminde ortaya çıkan yanılgılar, bütünsel olarak çatışma sürecinin geneli üzerinde olumsuz bir etki yaratır.

Bu durumu, tıbbi terminolojide kullanılan malpraktis veya iatrojenik kavramlarıyla açıklamak mümkün. Bu kavramlar, tıbbi anlamda, herhangi bir soruna ilişkin yanlış tanı ve tedavi uygulamalarının yol açtığı olumsuz sonuçları; hasar ve kayıpları ifade eder. Amaç, mevcut sorunu ortadan kaldırmak ve iyileşme sağlamak olarak belirlenmişken, tanı veya tedavideki hata sürecin daha olumsuz bir noktaya sürüklenmesini beraberinde getirir. Psikolojik savaş bağlamında yaşanan malpraktis de benzer şekilde strateji belirlenimindeki hataların yol açtığı olumsuz sonuçları ifade eder. Bu durum Gazze’de yaşanan soykırım sürecinde, Netanyahu yönetimi tarafından belirlenen psikolojik savaş stratejisinde kendisini gösterdi. Bu çerçevede belirli teknikler ön plana çıktı. Bu süreç ise nihai olarak İsrail açısından “Gazze sendromu” olarak adlandırılabilecek olan bir başarısızlık şeklinde tarihe geçti.

İsrail Soykırım Sürecinde Hangi Psikolojik Savaş Tekniklerini Uyguladı?

Netanyahu yönetiminin 7 Ekim sonrasında Gazze’ye yönelik olarak başlattığı soykırım harekâtı, güçlü bir psikolojik savaş zeminine dair ihtiyacı doğurdu. Bu süreçte uygulanacak olan psikolojik savaş stratejisinin odağı, bu soykırıma geniş bir çerçevede meşruiyet zemini oluşturmak oldu. Esas alınan bu stratejiye göre, İsrail devletinin 7 Ekim saldırısının mağduru olarak “meşru savunma” hakkını doğal biçimde elinde bulunduran aktör olarak algılanması amaçlandı.  Bununla birlikte, uygulanacak olan soykırımın ise kitlelere “terörle mücadele” olarak sunulması öngörüldü. Elbette bu ölçüde geniş bir zemin arayışı doğrultusunda birbiri ile eşgüdüm içindeki bazı spesifik teknikler uygulanmaya çalışıldı.

Bu süreçte, İsrail tarafından uygulanan spesifik psikolojik tekniklerinin başında ön yargı ve günah keçisi teknikleri yer aldı. İsrail bu süreçte Filistinlilere yönelik ön yargının artması ve güçlenmesi adına yoğun bir çaba ortaya koydu. Böylelikle Gazze’de uygulanan soykırıma yönelik tepki oluşumunun sınırlandırılması öngörüldü. Diğer yandan Gazze’nin, İsrail’in refahı, güvenliği ve iç siyasi istikrarına dönük endişelerin kaynağı olarak konumlandırılması ise günah keçisi tekniğine işaret etti. Bu durumu psikolojide savunma türlerinden bir tanesi olan yer değiştirme ile açıklamak da mümkün. Buna göre Gazze, İsrail’in yaşadığı iç sorunların çözümsüzlüğüne yönelik tepkilerin yönlendirildiği bir alan niteliğinde.

İkinci olarak soykırım zemini inşa stratejisiyle yürütülen psikolojik savaşta geştaltyen imaj yaratımı ve genelleme teknikleri de yoğun şekilde uygulanmaya çalışıldı. Almanca “şekil-form” anlamını ifade eden geştalt aynı zamanda psikolojide bir ekol olarak, algılama prensiplerine ilişkin temel açılımlar sunar. Buna göre her insan, çevresini yakınlık, ilişki, benzerlik gibi ölçütler çerçevesinde algılar. Bireyler, en yakın, en benzer, en ilişkili unsurları bir arada algılama eğilimini yansıtır. Elbette bu eğilim algı yönetimi bağlamında da elverişli bir zemine işaret eder. Herhangi bir topluluğa yönelik olarak planlanan belirli bir imaj yaratımında bu teknikten yararlanılabilir. Bu amaçla belirli sıfat ve nitelikler söz konusu toplulukla bir arada yansıtılır.

Bunun sonucunda kitlelerin, hedef objeyi, amaçlanan imaj doğrultusunda; belirli sıfat ve niteliklerle birlikte algılaması sağlanır. Bu durum kendisini Gazze’de Filistinlilerin “terörizm, varoluşsal tehdit, tehlike, barbarlık ve vahşet, saldırganlık” gibi sıfat ve niteliklerle özdeşleştirilmeye çalışılmasında gösterdi. İsrail açısından, bu şekilde bir imaj inşasının Gazze’de gerçekleştirilen soykırıma meşruiyet zemini teşkil edeceği öngörüldü.

Diğer yandan, çerçeveleme ve güvenlikleştirme tekniklerine de değinmek gerekiyor. İsrail bu tekniklerle birlikte Gazze’ye yönelik soykırımını bir “gereklilik, zorunluluk” olarak sunmaya çalıştı. Bu yolla Gazze’deki durum ve Hamas varlığı “karşı konulması kaçınılmaz bir durum” olarak çerçevelendi. Bu bağlamda iç kamuoyu başta olmak üzere diğer hedef kitlelerin desteği sağlanmaya çalışıldı. Bu noktada soykırımı” rasyonelleştirme” şeklinde bir hamle gerçekleştirildi. Bununla birlikte Gazze’den gelebilecek olan tehdide karşı ön alıcı hamlelerin “gerekliliği” ön plana çıkarıldı ve klasik anlamda bir güvenlikleştirme stratejisi pratiğe geçirdi.

Son olarak Gazze soykırımı sürecinde İsrail’in uyguladığı psikolojik savaş stratejisinin en yoğun biçimde kendisini gösteren ögesi ise dehümanizasyon oldu. İnsan dışılaştırma veya insanlıktan uzaklaştırma olarak ifade edilebilecek olan bu kavram psikolojik anlamda bir kişinin veya topluluğun, insani nitelik ve sıfatlardan arı biçimde algılatılmasını ifade eder. Buna göre söz konusu topluluğun, kitlelerin bilişsel çerçevesine insan dışı bir formda (hayvan, cansız varlıklar vb.) kodlanması sağlanmaya çalışılır. Peki dehümanizasyonun psikolojik savaş bağlamında; İsrail’in Gazze soykırımı sürecinde öngörülen işlevi nedir? Tarihsel örneklerden elde edilen sonuçlar dehümanizasyonun kitlesel kıyımlar için bir zemin oluşturduğunu ortaya koyar. Buna göre kitlesel kıyımın fail tarafından herhangi bir duygusal rahatsızlık yaşamadan uygulanabilmesi için kıyımın hedefinde bulunan topluluğun insan formunun dışına taşınması gerekir. İnsan formunun dışında algılanmaya başlanan topluluk üyelerine yönelik saldırıların “insana yönelmeyen eylem” olarak kodlanmasından dolayı vicdani engeller ortadan kaldırılmış olur. Dehümanizasyon bizatihi kitlesel kıyım uygulayacak olan tarafı etkilediği kadar üçüncü tarafları ve hatta kıyımın hedefi olan bireyleri de etkiler. Kitlesel kıyıma uğrayan topluluğun insan formunun dışında algılanması üçüncü tarafların da bu sürece destek sunmasını sağlar. Bu durumun kıyıma maruz kalan topluluk üyeleri tarafından içselleştirilmesi (in-group dehumanization), bireyin ise bizatihi kendisini insan dışılaştırması (self-dehumanization) bu tekniğin nihai noktasını oluşturur.

İsrail’in Gazze soykırımı sürecindeki psikolojik savaş stratejisi bağlamında ele alındığında bu tekniğin soykırıma yönelik bir zemin inşasına en yoğun biçimde hizmet eden teknik olduğu görülebilir. İsrail bu tekniğin kullanımı ile soykırımı sahada uygulayan askerlerin bilişsel ve duygusal açıdan koşulsuz hazır durumda olmasını amaçlıyor. Bunun yanında İsrail halkının ve uluslararası kamuoyunun soykırıma yönelik mutlak desteğinin kazanılması ise bir diğer arayış. Son olarak Filistinlilerin kendi halklarına ve kendi bireysel varlıklarına yönelik insan dışılaştırma geliştirilmesini hedefleniyor. Bu yolla tüm hedef kitlelerin Gazze’deki soykırıma karşı vicdani bir sorumluluk hissetmemesi amaçlanıyor. Fakat eş güdüm içinde uygulanan bu teknikler İsrail’in psikolojik savaş stratejisi bağlamında yaşadığı büyük çöküşün de etkenleri oldu.

Stratejinin Çöküşü ve Gazze Sendromu

İsrail, Gazze’de uyguladığı meşruiyet arayışı odaklı psikolojik savaş stratejisinin nihai olarak malpraktise neden olduğunu görerek stratejik bir çöküşle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte uygulanan psikolojik savaş teknikleri İsrail’in psikolojik savaş stratejisini etkin kılmak yerine büyük bir sendromu ortaya çıkardı. Bu sendrom, ABD’nin Vietnam sendromuna benzer biçimde, psikolojik savaş bağlamında yaşanan başarısızlığı ifade ediyor. Dolayısıyla bu süreci, İsrail’in psikolojik savaş stratejisi açısından Gazze sendromu olarak adlandırmak mümkün.

Bu süreç öncelikle, ön yargı ve günah keçisi tekniği bağlamında yaşanan başarısızlığı açık biçimde gösterdi. Netanyahu yönetimi bu tekniği uygulamasına karşın, ülke içindeki problemlerin bizatihi kendi tutum ve politikalarından kaynaklandığı gerçeğini gizleyemedi. Bu durum İsrail’de Gazze soykırımına karşı protesto gösterilerinde, iç siyaset ve bürokrasideki ihtilaflarda açık biçimde görüldü. Bununla birlikte, Filistinlilere yönelik ön yargının güçlendirilmesi hedeflenirken, küresel ölçekte İsrail ve Netanyahu ön yargısı gün geçtikçe artıyor. Netanyahu yönetimi, çerçeveleme ve güvenlikleştirme yöntemiyle İsrail halkını böylesi bir soykırımın İsrail’in güvenliği için “gerekliliğine” ikna etme arayışını ön plana çıkardı. Fakat bugün gelinen noktada Hizbullah’ın ve hatta Yemen Ensarullahı’nın da bu sürece dahil olmasıyla birlikte İsrail, soykırım öncesi sürece kıyasla daha fazla tehditle karşı karşıya kaldı.

Diğer yandan Filistinlilere yönelik olarak oluşturulmaya çalışılan “terörizm, varoluşsal tehdit, tehlike, barbarlık ve vahşet, saldırganlık” imajlarının, Gazze’de gerçekleştirilen soykırım görüntüleri ile esasen bir yansıtma olduğu görüldü. Yansıtma, kişinin, sahip olduğu olumsuz ve kınanmaya yol açacak düşüncelerinin yarattığı içsel rahatsızlıktan kurtulmak adına bu düşünceleri diğer bireylere atfetmesini ifade eder. Bu kavram İsrail’in dehümanizasyon çabalarının arka planının anlaşılmasını da kolaylaştırıyor. Filistinlilere atfedilen tüm olumsuz nitelik ve sıfatların, risk, tehdit ve tehlike vurgularının, esasen Netanyahu yönetimi ve savaş kabinesinin bilinçaltını ve bilişsel arka planını ortaya koyduğu tüm dünya tarafından açık biçimde görüldü. Ayrıca Netanyahu yönetimi Filistinlilere yönelik bir dehümanizasyon geliştirmeye çalışırken, soykırım uygulamaları insandışılaştırmaya bizatihi kendisinin hedef olmasına yol açtı. Nihai olarak değerlendirildiğinde, Gazze soykırımının İsrail’in psikolojik savaş stratejisi ve doktrini bağlamında, etkisi uzun yıllar sürecek olan bir sendrom ortaya çıkardığını saptamak mümkün.

Malpraktis: Tıpta yanlış tanı veya tedavi sonucunda oluşan olumsuz durum, kalıcı zarar.

Dr. Çağatay Balcı, uluslararası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu