Suriye’de Normalleşme Rüzgârları ve Esed’in İmkânsız Ev Ödevleri

14. yılındaki Suriye iç savaşında Şam yönetiminin protestolara yönelik sert müdahalesi ve katliamları sebebiyle birçok ülke Şam ile diplomatik ilişkilerini keserek Esed rejimini uluslararası politikadan tecrit etmişti. Geçen süreçte ABD’nin Obama dönemindeki ilgisizliği, İran’la nükleer uzlaşması çerçevesinde Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın Suriye’ye girişine alan açması ve son olarak 2015’te Rusya’nın Esed rejimi lehine Suriye iç savaşına dahil olmasıyla Esed rejiminin hayatta kalması için uygun ortam oluşturulmuştu. Bunun bir yansıması olarak önce 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri, 2021’de Ürdün ve 2023’te ise Arap Ligi Esed rejimiyle normalleşme girişimlerine başlamıştı.

Gelinen süreçte Türkiye’nin Şam ile normalleşme müzakerelerine başlama niyetini beyan etmesi de önemli bir gündem olmuştu. Buna karşılık Beşar Esed’den gelen açıklamalar ve basında süreçle ilgili çıkan haberlerle konu sıcaklığını korumaya devam ediyor. Son olarak ise Avrupa Birliği’nin 8 üye devleti AB’nin Suriye politikasına reset atılması çağrısında bulundu. Avusturya, Hırvatistan, Güney Kıbrıs, Çekya, Yunanistan, İtalya, Slovakya ve Slovenya Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için Esed rejimiyle görüşülmesi gerektiği yönünde bir çağrıda bulundular.

Peki Esed rejimiyle bu 3 farklı normalleşme müzakeresi trendinin benzer ve farklılaşan noktaları neler? Aktörlerin Esed rejiminden beklentileri ve rejimin bunları karşılama kabiliyeti ve motivasyonu nasıl? Bu 2 soru etrafında şekillenecek tartışma, rejimle normalleşme müzakerelerinin geleceği ve Türkiye’nin ne yapması gerektiği hakkında ipuçları verecektir.

Üç Farklı Normalleşme

Körfez ülkeleri 2023 yılında Esed rejiminin Arap Ligi’ne yeniden kabul edilmesi sonrası Şam ile diplomatik normalleşme sürecini tamamlamış oldular. Diplomatik normalleşme sonrasındaki adımlar ise rejimin belirli gereklilikleri yerine getirmesi sonrası Körfez sermayesinin Suriye’nin yeniden inşası için ülkeye giriş yapması şeklinde olacaktı. Ancak şu aşamada Körfez ülkelerinin Şam’dan talep ettiği Captagon adlı uyuşturucu üretiminin ve ticaretinin azaltılması, sınır güvenliğinin sağlanması ve Ürdün özelinde Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için ortak hareket edilmesi gibi konularda herhangi bir ilerleme yaşanmadı. Hatta aksine bu ülkeler rejimle normalleştikten sonra ülke içinde ve gümrükte yakalanan Captagon sayısında artış yaşandı. Ürdün sığınmacıları geri gönderemedi ve hatta normalleşme sonrası sınır güvenliğinde yaşanan sorunlar sebebiyle Suriye içerisinde ilk kez hava harekâtları düzenlemek zorunda kaldı. Ancak somut talepleri yerine getirilmese de Ürdün hariç bu durumdan ciddi rahatsızlık duyan bir Körfez devleti bulunmuyor. Çünkü bu da en temelde normalleşme girişiminin Suriye iç savaşını yerelleştirmek ve güvenlik tehditlerini sınırlama mantığındaki amacını gerçekleştirmesinden kaynaklanıyor.[1] Bu, Ürdün için doğrudan güvenlik tehditleri içeren bir durum olsa da Körfez için öncelik yalnızca krizin yerelleştirilmesi düzeyinde kalmış olduğundan kendi içerisinde bile farklılaşıyor.

Öte yandan bazı AB ülkelerinden gelen Esed rejimiyle normalleşme ve AB’nin Suriye politikasına reset atma çıkışı da Körfez’in normalleşmeden beklentisiyle benzerlikler gösteriyor. Buna göre, adı geçen ülkeler tıpkı Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi sığınmacı sorununa sahip veya AB içinde geçiş ülkeleri olması sebebiyle, bu dondurulmuş soruna bir çözüm bulmak amacıyla böyle bir çıkış yaptıkları söylenebilir. Ancak diğer taraftan bu ülkelerin Suriye ile sınırı olmaması ve kendilerinden önce sığınmacıların geçeceği çok fazla ülke olması sebebiyle bu AB ülkeleri için Suriye iç savaşının etkilerini sınırlandırmak ve yerelleştirmek tıpkı Körfez ülkeleri gibi başarılabilir ve kabul edilebilir bir hedef olarak durmaktadır. Dolayısıyla Körfez’in normalleşmesiyle bazı AB ülkelerinin normalleşme çıkışları yapmasında benzer bir mantık ve ulaşılabilir bir durum olduğu söylenebilir.

Türkiye’nin Esed rejimi ile normalleşme müzakereleri ise doğası gereği bunların hepsinden büyük farklılıklar göstermektedir. Öncelikle Türkiye, Suriye içerisinde düzenlediği askeri harekâtlar, muhaliflere verdiği destek, İdlib’in potansiyel bir göç tehdidi olarak durması ve PKK/YPG terörünün varlığı sebebiyle Suriye’de diğer aktörlere göre benzersiz tehditlere ve fırsatlara sahip bir aktör. Dolayısıyla Esed rejimi ve onu destekleyen İran ve Rusya’ya karşı Suriye sahasında gerçek bir koza sahip tek ülke. Terör örgütüne yapılan operasyonlarla istikrar getirilen bölgeler, muhalif gruplara verilen destek ve Esed rejiminden daha fazla Suriyeliyi kontrolünde bulundurmasıyla Türkiye’nin masada kozları oldukça kuvvetli. Belki de en önemlisi ise PKK/YPG terörünün Fırat’ın doğusundaki varlığı sebebiyle Türkiye gerekli gördüğü her an Suriye’de operasyon yapma hakkı ve meşruiyetine sahip olması. Dolayısıyla Türkiye’nin yine Körfez ve bazı AB ülkelerinden farklı olarak Esed ile normalleşmediğinde bile elinde tuttuğu güçlü bir pozisyon var.

Ancak Türkiye’nin güçlü pozisyonuna rağmen başta Esed rejimi olmak üzere Rusya ve İran’ın Türkiye’ye karşı masada kendilerini daha güçlü görmesi, bu müzakerelerin geleceği için bir ipucu verdiği kadar Esed rejiminin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından da oldukça değerli. Beşar Esed geçmişte yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin askeri varlığını işgalci olarak tanımlamaktan ve hatta Türkiye’den Suriye’deki “teröristleri” desteklemesi sebebiyle savaş tazminatı istemekten geri durmamıştı. Şu aşamada medya üzerinden bu talepler dillendirilmese de müzakere masasında Esed rejiminin maksimalist tutumunun devam edeceği öngörülebilir. Sahada ise 23 ve 24 Temmuz’da TSK’nın İdlib’de bulunan üs noktalarına rejim milisleri tarafından yapılan saldırılar, rejimin masadaki müzakereler öncesinde sahada Türkiye aleyhine bir zorlama yapmak amacıyla hareket ettiğini göstermektedir.

Sonuç olarak şu ana kadar Esed rejimiyle normalleşip rejimden somut beklentilerini alabilen bir aktör olmadı. Bunun yerine normalleşerek elde edilen şey sahadan çok iç savaşın o ülkelere olan yansımalarının sınırlandırılması ve savaşın yerelleştirilmesi şeklindeydi. Bu da Türkiye ile Arap devletlerinin Esed rejimiyle normalleşmesi girişimindeki en önemli fark olarak duruyor. Türkiye için savaşın yerelleşmesi yeterli bir kazanım olmayacağı için müzakereler çok daha uzun bir süreçte ve muhtemelen çok daha kırılgan ilerleyecektir. Diğer yandan müzakerelerin geleceğini de Esed rejiminin atacağı adımlar belirleyecektir.

Esed Rejiminden Beklentiler

Bu aşamada Türkiye’nin Esed rejiminden oldukça net talepleri bulunuyor. Bunların ilk sırasında PKK/YPG terörüyle mücadele iradesi göstermesi, Suriyelilerin geri dönüşü için gerekli koşulları sağlamaya başlaması ve bunun bir devamı olarak siyasi çözüm sürecinin başlatılması geliyor.

İlk olarak, Esed rejiminin PKK/YPG terörüyle mücadele kapasitesi ve isteğine bakmak gerekirse bu talepte önemli sıkıntılar olduğu görülecektir. Çünkü Esed rejiminin PKK/YPG terörüyle mücadele için ne isteği ne de kapasitesi var. Askeri olarak bir mücadele için Rusların desteklediği ve hatta başında Rus generallerin olduğu rejim birliklerine ve İran’ın emrindeki Şii milislere ihtiyacı var. Dolayısıyla bu noktada PKK/YPG ile mücadelede Esed rejimi kadar İran ve Rusya’nın da ikna edilmesi ve sahadaki unsurlarının harekete geçirilmesi gerekiyor.

İkinci olarak, rejim için Türkiye, YPG ile çatışmasını gerektirecek kadar değerli görülmüyor. Çünkü hâlihazırda rejimin hem tarihsel olarak hem de güncelde PKK/YPG terörüyle ilişkileri oldukça kontrollü ve karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu olarak devam ediyor. Rejimin ambargolar sebebiyle yaşadığı petrol tedarik sıkıntılarını gidermesinin en kolay yolu, PKK/YPG’nin ABD gözetiminde Fırat’ın doğusundaki petrol bölgelerinden çıkardığı petrolü terör örgütünden satın almak. Yıllardır devam eden bu ilişki sebebiyle iki tarafın birbirine karşılıklı bağımlı olduğu bir ilişki biçimi yerleşmiş durumda. Dolayısıyla, bu ilişkiyi koparmak için rejimle görüşmekten daha fazlası gerekecektir.

Bir başka sorun noktası; Esed rejimi ve Rusya’nın Türkiye ile normalleşmeyi YPG ile pazarlıklarda bir koz olarak kullanma riski olarak duruyor. Geçmişte yapıldığını bildiğimiz Esed rejimi-PKK/YPG görüşmelerinde ana amaç, terör örgütünün Fırat’ın doğusunda özerklik elde ettiği, rejimin ise PKK/YPG’yi bir milis kuvvet gibi kabul ederek rejime tehdit oluşturmayacak şekilde sisteme entegre ettiği bir düzlemde buluşma çabasıydı. Diğer yandan muhtemel Trump başkanlığı sonrası Suriye’den çıkması beklenen ABD sebebiyle yalnız kalacak YPG’nin, Türkiye ile PKK/YPG terörüne karşı savaşmak için görüşen rejime karşı elinin zayıf kalacağı ve dolayısıyla Türkiye’nin terör örgütüne yönelik bir harekâtına karşı rejimle iş birliği çabası içine girmesi beklenebilir.

Belki de Türkiye’nin bu normalleşme müzakerelerine başlaması çabası, nihayetinde sonuca ulaşmayacak bile olsa bu açıdan işlevsel olabilir. Yani Esed rejimi ile PKK/YPG’nin Türkiye’ye karşı anlaşmasını engellemek veya en azından belirli bir süreliğine ötelemek sahada ciddi bir zaman kazandırabilir. Belki de Türkiye tarafından dillendirilen ‘zamanın ruhu’ da İsrail’in Lübnan ve sonrasında Suriye’ye saldırarak bölgesel bir savaş çıkarmasından öte bu yerel şartları vurgulayan bir nokta olabilir.

Sonuç ve Öneriler

Sonuç olarak Esed rejiminin Türkiye ile normalleşme müzakerelerinde ilerleme kaydetmesi için atması gereken çok ciddi adımlar var. Ancak rejimin askeri olarak yetersizliği, çökmüş devlet düzeni, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve hayatta kalmak için Rusya ile İran’a olan bağımlılığı sebebiyle bunları hayata geçirmesi oldukça zor. Bu hamlelerin hayata geçirilmesi normal bir egemen aktör için karşılanabilir/müzakere edilebilir olsa da Esed rejimi için oldukça güç gözüküyor.

Rejim tarafından belirli geri adımlara rağmen gelen açıklamalar bile yetersizken, açıklamalar gelse bile sahada karşılığını görmek Türkiye için birinci talep olmak zorunda. İyi niyetle Türkiye tarafından atılan bu normalleşme müzakere adımına karşılık İdlib ve muhalif bölgelere saldırıların kesin olarak durdurulması, rejimin terör örgütüyle birlikte bulunduğu Tel Rıfat, Münbic, Ayn el Arab, Kamışlı ve Haseke’de PKK/YPG’nin varlığına son vermesi ve somut olarak sahada terör örgütüyle mücadeleye girişeceğini göstermesi, Esed rejiminin yapması ve bunu somut bir şekilde göstermesi gereken adımlar olarak öne çıkıyor. Şam tarafından bu noktalarda gelişme sağlanamaması halinde sığınmacıların geri dönüşü ve siyasi çözüm süreci için reform iradesinin gösterilmesi pek mümkün gözükmemektedir.

Çünkü günün sonunda karşıda 2011 öncesindeki iyi ilişkilerin yaşandığı dönemdekinin aksine Şam’da bir devlet otoritesi ve rasyonel karar mekanizması olan bir aktör yok. Bunun yerine çok parçalı, dışarıdan desteğin de baskı ve yönlendirme olarak döndüğü karmaşık ilişkiler bütünü var. Dolayısıyla 14. Yılındaki iç savaşın sonlandırılması için Türkiye’nin ortaya koyduğu iradenin ve terörle ortak mücadele gibi haklı taleplerin Esed rejimi tarafından da aynı şekilde sahiplenilmesi ancak oldukça zorlu bir müzakere sürecinin sonunda mümkün olabilecektir.

Günün sonunda Türkiye için Esed rejimi ile müzakereler, geçmişte Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yapılanlardan oldukça farklı bir düzlemde, Türkiye’nin ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan bir mesele olarak terörle mücadeleye ve sınır güvenliğine dayanıyor. Öte yandan bu yazıda açıklandığı gibi rejimle müzakereler, Körfez veya AB ülkelerinin yaptığı veya yapmayı hayal ettiği müzakerelerden de temelde ayrışmaya devam ediyor. Dolayısıyla Türkiye için bu noktada örneklik bunlar değil, 2016 sonrasında Suriye’de kararlılıkla sürdürdüğü askeri operasyonlar ve terörü kaynağında yok etme stratejisinde bulunuyor. Normalleşme müzakerelerinin geleceğini de Şam’ın Ankara’nın yaklaşımına ne kadar ayak uyduracağı belirleyecektir.

 

[Ahmet Arda Şensoy Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır]

 

[1] https://turkiyearastirmalari.org/2023/06/08/fokus/esed-rejimiyle-normallesme-suriyede-neyi-cozer/

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu