Tunus’ta “Anayasal Darbe” Cumhurbaşkanlığı Seçimi ile Derinleşiyor mu?

Tunusluların “Onur ve Özgürlük Devrimi” adını verdiği ve bölgesel yansımalarıyla birlikte “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk hareketleri, son yıllarda hemen her yerde karşı devrim dalgasına kapılarak farklı bir mecraya evrildi. Hareketlerin başladığı Tunus’ta, uzun süren siyasi, hukuki ve ekonomik krizlerin ardından 25 Temmuz 2021’de gelen Cumhurbaşkanı Kays Said’in “olağanüstü kararları” 10 yılın ardından ülkede demokratik siyasetin gerilemesine yol açarken, ilginç bir şekilde bu yönde ciddi bir halk desteği de gözleniyordu. Kimileri tarafından zorunlu bir müdahale şeklinde görülen bu kararlar; meclisin önce askıya alınması ve sonra feshedilmesi, siyasi partilerin neredeyse siyasetten tasfiye edilmesi, yargıya yönelik müdahalelerin yanı sıra Nahda Hareketi ve lideri Raşid Gannuşi’ye yönelik baskılar sebebiyle “anayasal darbe” olarak adlandırılıyor. 2019 yılından itibaren cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Kays Said, 2021’de aldığı olağanüstü kararlardan tam bir sene sonra 25 Temmuz 2022’de yapılan referandumla birlikte meşruiyetini güçlendirirken, ülkede 6 Ekim’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yaşananlar sözü edilen anayasal darbenin derinleşerek etkisinin arttığını işaret ediyor.

Yaklaşan seçimler için adaylığını açıklayan siyasetçiler çeşitli sebeplerle yasak ve engellemelerle karşılaşırken, Said’in tekrar kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Cumhurbaşkanlığı süresince devletin çeşitli kademelerinde kazandığı desteğin yanı sıra halkın önemli bir kısmının da teveccühüne sahip Said, siyasi rakiplerini tasfiye ederken bir yandan da halkın da desteğini taşıyor. Ancak, bu duruma rağmen ülkede işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunların devam etmesi ve Tunus’ta siyaseten dışlanan kesimlerin varlığı Said’in ve kurduğu sistemin yumuşak karnını teşkil ediyor.

25 Temmuz kararlarıyla birlikte, Cumhurbaşkanı Said’in ülkede siyasetin adeta tek aktörü hâline gelmesi demokratik siyasetin yeniden toparlanması anlamında soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Bu süreçte, şüphesiz Arap ve İslam dünyası adına demokrasiye teoride ve pratikte en yakın duran hareketlerden Nahda ve lideri Gannuşi’nin gördüğü baskı ve dışlanmanın sonuçlarının düşünülmesi gerekiyor. Ülkede ilk etapta devrimin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan “işsizlik, yolsuzluk ve insan hakları” konularında önemli bir ilerleme kat edildiği görülmemekle birlikte, Said’in bölgesel ve uluslararası destekle birlikte rejimi tahkim ettiği anlaşılıyor.

25 Temmuz’un Gölgesinde Siyaset

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Said, 25 Temmuz 2021’de Anayasa’nın 80. Maddesine dayanarak aldığı “olağanüstü kararlar” yoluyla önce meclisin faaliyetlerini askıya alıp sonra feshetmesinin yanı sıra hükümeti de görevden alarak yerine kendi atadığı bir başbakanla hükümet oluşturmak suretiyle yasama ve yürütmeyi kendi kontrolü altına almıştır. Said’in aldığı bu kararlar demokratik siyasete aykırı ve bilhassa muhalefet tarafından ilk andan itibaren “darbe” şeklinde nitelendirilmekle birlikte, arkasında ciddi bir toplumsal desteği de barındırdığını inkâr etmemek gerekir.

Bu anlamda Tunus’taki hadiseler, daha önce yapılan bir planın devlet bürokrasisinin desteğiyle gerçekleşmesi bakımından darbeye işaret ederken, 25 Temmuz öncesinde yükselen protesto hareketlerine halkın geniş bir kesiminin destek vermesi ve şiddet olaylarının asgari düzeyde olması açısından olağanüstü hâl görünümü vermektedir. Yine de Tunus’ta Said’in anayasaya dayanan bir müdahaleyle zaman içerisinde yargı dahil devletin tüm erklerini kendinde toplaması ve kendisine rakip olabilecek tüm siyasi oluşumlara karşı bu gücün kullanılması otoriterliğin giderek güçlenmesi bakımından “derinleşen anayasal darbe” görünümü vermektedir.

Said’in ülkedeki siyasi gücü tek elde toplamasına imkân veren zemine kısaca baktığımızda günümüzde oluşan tabloyu da büyük oranda anlamak mümkün olacaktır. 2011’den itibaren önce geçiş hükümeti ve sonra 2014 Anayasası’na dayanan demokratik yollarla seçilen meclis ve cumhurbaşkanı aracılığıyla yönetilen Tunus, hükümetlerin siyasi istikrar yakalayamaması ve demokratik siyasetin ülkede beklenen sonuçları vermemesi gibi sebeplerden protestoların dinmediği bir ülke hâline gelmişti. Nahda Hareketi’nin tek başına iktidar olamadığı, diğer partilerin Nahda’ya karşı mesafeli durarak ve karşıt politikalar izleyerek uyumlu hareket etmediği Tunus siyaseti, bir süre sonra siyasi partilerin güven vermediği ve toplumsal sorunlara çözüm üretemediği görünümü veriyordu. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali döneminden kalma işsizlik ve yolsuzluk sıkıntıları başta olmak üzere toplumda infiale yol açan meseleler hakkında köklü bir adımın atılamaması vatandaşların tepkisini siyasetçilere yöneltmişti.

Bu noktada, 2019’da Nahda’nın rakibi Nida Tunus’un dağılması ve Cumhurbaşkanı Baci Kaid es-Sibsi’nin ölümü sonrasında yapılan seçimlerde, Nebil Karvi adlı iş adamı Tunus’un Kalbi adlı partisiyle popülarite anlamında Nahda’ya en yakın siyasi oluşum olarak öne çıkarken, cumhurbaşkanlığı seçimi büyük bir sürprizi beraberinde getirdi. Nahda’nın adayı Abdulfettah Moro ve Karvi arasınıda geçmesi beklenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Kays Said’in birinci çıkması şaşkınlıkla karşılandı. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sürecinde yolsuzlukla suçlanan ve bir süre hapiste kalan Karvi’ye karşı parti afiliasyonu bulunmayan, yeni bir yüz olmakla birlikte anayasa hukuku profesörü olarak siyaset çevrelerinde bilinen, yolsuzluk karşıtlığı ve vatanseverlik söylemleriyle öne çıkan Said ikinci turda Nahda Hareketi dahil birçok partinin desteğiyle yüzde 76’nın üzerinde oy alarak ezici bir üstünlükle seçildi.

Büyük bir oy farkıyla seçilmesinin getirdiği meşruiyetle birlikte Said, cumhurbaşkanlığı sürecinde Nahda Hareketi başta olmak üzere tüm partilere karşı mesafeli ve uzlaşmaz bir tavır sergileyerek siyasi sistemin krize girmesinde ciddi bir rol oynadı. Siyasilerin koalisyon ve yönetim kriziyle boğuştuğu siyasal sistem içerisinde, Kovid-19 salgınıyla birlikte turizm sektörünün önemli bir gelir kaynağı olduğu ülkenin kaynaklarının zorlandığı bir dönemde ve artan protesto dalgasını da kullanarak 25 Temmuz 2021’deki müdahalesiyle siyaseti kontrolü altına aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Siyaset ve Yargının Baskılanması

Cumhurbaşkanı Said’in ülkede siyaseti kontrol altına aldığı 25 Temmuz süreci ve sonrasında Nahda özelinde demokratik siyasete karşı takındığı tavır ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Siyasetçilere yönelik pandemi döneminde kullandığı “virüs” ve “mikrop” gibi ifadeler, hakaretin ötesinde şeytanlaştırma anlamı içerirken, Said toplumun büyük bir kesiminin oylarıyla seçilmiş olmanın ve bulunduğu makamın verdiği ayrıcalığı birçok fırsatta kullanmıştır.

25 Temmuz’daki müdahalesi ve sonrasında gelişen hadiselere karşı direnen Nahda Hareketi ise Said’e karşı çıkarak demokrasi ve kendi siyaseti adına yaptığı mücadelede ciddi bir biçimde yıpranmıştır. Demokratik bir sistemde İslami siyaset yapma yolunda çaba gösteren ve İslam dünyasında en “ılımlı” partilerden birisi olarak gösterilen Nahda Hareketi ve lideri Gannuşi, terör suçlaması dahil çeşitli ithamlar, soruşturmalar ve yargılamaların nihayetinde işlevsiz hâle gelen bir partiye dönüşmüş, Gannuşi ise Said’in seçilmesine destek vermesine, şiddete karşı her fırsatta açıklama yapmasına ve diğer İslami hareketler tarafından ılımlı olmakla tenkit edilmesine rağmen geçen yılın ramazan ayında Kadir gecesinde tutuklanarak hapse atıldı. 83 yaşında ve sağlık sorunları olmasına rağmen Gannuşi’nin hapiste tutulması, Nahda Hareketi başta olmak üzere ülkede demokrasi isteyen bilhassa İslami kesime yönelik psikolojik bir baskı aracı hâlindedir. Tunus’ta Nahda Hareketi’ni Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Gannuşi’yi Muhammed Mursi gibi bir akıbet ihtimalinden endişe edilmektedir.

25 Temmuz’dan itibaren yasama ve yürütme erklerini kontrolüne alan Said, yargıyı da kontrolüne almaya çalıştı ve büyük oranda başarılı olduğu görülüyor. Said’in müdahalesine yargı erki içerisinden karşı çıkanlar olmakla birlikte, ülkedeki siyasi istikrarsızlık, halk desteği ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanamaması gibi sebeplerle sınırlı bir direnç gösterildi. Yargı konusunda adımlarını sabırlı ve temkinli atan Said, anayasal darbenin yıl dönümünde ülke siyasetindeki fiili duruma hukuki bir zemin hazırlamak ve anayasada bu minvalde değişiklikler yapmak üzere bir referandumun oylamaya sunulacağını açıkladı. Diğer taraftan, bu süreç içerisinde Yüksek Yargı Konseyi’ni feshederek yetkilerini kendi makamında toplayan Said’in, “yolsuzluk ve terör konularında soruşturmaları engelleyerek yargının önünü tıkamakla” suçladığı 57 hâkimi ise çıkardığı kararnameyle görevden alarak yargıda da kontrolü sağladığı görülmektedir. Said’in aldığı olağanüstü kararların yıl dönümünde referandum yapmadan evvel Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısını değiştirerek üyelerini kendisinin ataması da tepki çeken diğer bir gelişme olarak kayda geçti. Referandum sonucu beklendiği üzere Said’in önerdiği sistem lehine sonuçlanırken, katılımın düşük seviyede kalması bu süreçte halk desteğindeki azalmayı göstermektedir.

 Seçim Süreciyle Anayasal Darbenin Derinleşmesi

Tunus’ta Said’in iktidarını sürdürmesi, aldığı olağanüstü kararlar çerçevesinde kurduğu sistemin sürdürülebilmesi ve ülkedeki işsizlik başta olmak üzere sorunların açığa çıkmasından kaçınılması başta olmak üzere çeşitli sebeplerden ötürü 6 Ekim’de düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde siyasilere yönelik baskıların büyük oranda arttığı görülmektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için tarihin 3 Temmuz’da kesinleşmesi sonrasında, seçimlerde aday olacağını duyuran Cumhuriyetçi Halk Birlik Partisi lideri Lutfi Mirayah “kara para aklama” suçlamasıyla gözaltına alındı. Nahda Hareketi’nden ayrılarak parti kuran Çalışma ve Başarı Partisi Genel Sekreteri Abdullatif el-Mekki de cumhurbaşkanı adaylığını açıklaması sonrasında seyahat ve medya yasağına maruz kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday çıkarmamasına rağmen, Nahda Hareketi Genel Sekreteri el-Acmi el-Verimi önce sebep belirtilmeden gözaltına alındı ve sonrasında dün Halk Hareketi Şura Üyesi Muhammed el-Ganudi ile siyasi aktivist Musab el-Garbi ile birlikte tutuklandı. Tunus Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu, yargılandığı davalardan ötürü Cumhuriyet Partisi Genel Sekreteri İsam eş-Şabi’ye aday olmasına izin vermedi.

25 Temmuz kararları sürecinde halk desteğini alan Said’in cumhurbaşkanlığı sürecinde siyaset üzerinde baskının dozunu artırması seçimlerde yarışacak adaylara engel çıkararak zaferini sağlama almanın ötesinde anlamlar içerdiği şeklinde yorumlanabilir. Ülkede bu süreçte olması beklenen ekonomik kalkınma yoluyla işsizliğin azaltılması ve yolsuzlukla mücadele kapsamında önemli bir adımın atılmadığı görülmektedir. 2011 – 2021 yılları arasında görülen siyasi istikrarsızlık, terör hadiseleri ve süregelen protesto hareketlerinin görülmemesi ülkenin bir manada sakinleşmesi ve toparlanması bakımından alan açarken, Said yönetiminin bu fırsatı iyi değerlendirdiği konusunda ciddi eleştiriler vardır. Bu anlamda, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde adayların halk desteği alamasa dahi ülke sorunlarını gündeme taşıma ihtimalinin mevcut rejimi kaygılandırmakta olduğu söylenebilir.

Bu gelişmelere tamamlayıcı bir faktör olarak, Said liderliğindeki Tunus’un bölgede ve uluslararası alanda aldığı destek ve kabulün iktidarda elini güçlendiren faktörler arasında olduğu söylenebilir. Geçen yıl Arap Birliği toplantısında Kays Said’in kabul ve takdir görerek karşılanması, diğer Arap ülkelerinin liderleriyle uyumu ve Cezayir başta olmak üzere bölge ülkelerinin desteği göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra Fransa ve İtalya özelinde Avrupa devletleriyle geliştirdiği ikili iyi ilişkiler Said’e siyasi güç ve meşruiyet sağlamaktadır. Son olarak, cumhurbaşkanlığı seçim sath-ı mailine giren Tunus’a yakın zamanda Avrupa Yatırım Bankası’nın 210 milyon ve İtalya’nın 50 milyon avroluk kredi vermesi bu süreçte Said’in elini rahatlatacak gelişmeler olarak görülebilir.

Tunus’ta 25 Temmuz müdahalesi 3. yılına girerken, bireysel özgürlüklere büyük oranda dokunulmamakla beraber siyasi haklara karşı giderek artan baskılar görünürde siyasi istikrarın devamına katkı sağlamakla birlikte, ülkenin gelişimi açısından ciddi bir engel teşkil ederek uzun vadede sorunlara yol açabilecek bir ortam oluşturmaktadır. Suriye’deki iç savaş ve Mısır’daki askeri darbeye nispeten sakin bir atmosferin bulunduğu Tunus’ta, Nahda Hareketi ve lideri Gannuşi’ye yönelik suçlamalar, baskılar ve tutuklamalar bu süreçte en ciddi hak ihlalleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Said’in partisiz bir lider olması ise siyaseten bu noktaya kadar kendisine tarafsızlık ve taraftarlarının yaptığı yanlışlardan sorumlu tutulmamak açısından büyük bir avantaj sağlarken, Tunus’taki siyasal sistemin sürdürülebilirliği bakımından pek çok soru işaretini beraberinde getirmektedir.

[Çağrı Koşak, Anadolu Ajansı Orta Doğu muhabiridir.]

Kaynakça

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu