9-11 Temmuz tarihleri arasında Washington’da düzenlenen NATO’nun 75. yıl zirvesi büyük bir merakla bekleniliyordu. Zirve sonuçlandığından itibaren de Washington kararları ile ilgili ikircikli bir bakış açısı mevcut. Kimi uzmana göre bu zirve, NATO’nun daha önceki zirveleriyle, Madrid ve Vilnius ile beraber ele alınmalı. Bu çerçeveden bakıldığında Washington zirvesi bu iki zirvede alınan kararların altını dolduran ve özellikle kolektif savunma ile caydırıcılık misyonu çerçevesinde müttefikler arası bazı somut teminatların verilmesinin önünü açan bir zirve oldu. Kimilerine göreyse bu zirvede “dağ fare doğurdu”. Zirve sonuçlarına şüpheyle yaklaşan yorumcuların ortak kanısı NATO’nun Ukrayna stratejisi konusunda bir devrim, dönüşüm gerçekleştirmeyi atlaması.
Kolektif Savunma Ukrayna Stratejisinden Bağımsız Değil Ama Onunla Sınırlı Da Değil
Oysa Ukrayna stratejisini, NATO’nun kolektif savunma ve caydırıcılığını güçlendirmesi kararından tamamen soyutlamak çok mümkün değil. Hatırlanacaktır NATO, kolektif savunma ve çok uluslu, çatışmaya hazır, hızla sevk edilebilen kuvvet yapılanması üzerinden doğu kanadının caydırıcılığını; Kırım’ın ilhakından hemen sonra güçlendirmeye başlamıştı. Kuzey Avrupa’ya doğru NATO’nun genişlemesi de Rusya’nın Ukrayna savaşını başlatmasından sonra gerçekleşmiş, böylece doğu kanadında caydırıcılığı güçlendiren NATO Kuzey Avrupa ve Baltıklar üzerinden Rusya’nın bir sınaması ile karşı karşıya kalma riskini azaltmıştı. Kısaca NATO’nun yeniden Soğuk Savaş dönemini hatırlatır şekilde ortak savunma, caydırıcılık ve caydırıcılık teminatlarının müttefiklere verilmesine dayalı üç ayaklı eski misyonuna dönerek güçlü bir askeri pakt olarak ortaya çıkması Ukrayna krizi ve Rusya’nın bu krizde sahip olduğu konumla yakından ilgili. Bu açıdan NATO, devrimsel nitelikte kararları zaten 2014 Galler Zirvesi’nden başlayarak almıştı. Kolektif savunmanın güçlenmesi de boş bir sayfada gerçekleşmedi. NATO, yeni güvenlik iklimine adapte olabilmek için Yeni Stratejik Kavram Belgesini kabul ederek bu belgede Rusya’yı ittifaka yönelik doğrudan tehdit olarak gördüğünü açıklamıştı. Yani son 10 yılda müttefiklerin kabul ettiği kolektif savunma ve caydırıcılığa yönelik tedbirlerin bir adresi var, o da Rusya’dan algılanan tehdit. Bu çerçevede NATO, Washington Zirvesi’nde geleneksel caydırıcılığı, nükleer caydırıcılığı, hava ve füze karşıtı savunmayı, uzay ve siber savunma yeteneklerini bir bütün içerisinde gördüğünü ve algılanan Rus tehdidini caydırmak için güçlendireceğini söylüyor. NATO’nun Washington Zirvesi’nde bu çerçevede önemli gelişmelere şahit oluyoruz.
Öncelikle bu tür kuvvetli bir caydırıcılığın bir maliyeti var. Bu maliyet üzerinden uzun bir süredir yük paylaşımı tartışmalarına şahit oluyorduk. Bir süredir müttefikler savunma katkı ve harcamalarını artırma sözü veriyorlardı. Bu nokta ABD ve NATO’nun Avrupalı müttefikleri arasındaki ilişki açısından da çok önemliydi zira ABD, çok yönlü bir büyük güç mücadelesinin parçası olarak 2010’dan itibaren kendi angajman maliyetlerini azaltırken rakiplerini sınırlandırmaya çalışıyor. Trump’ın başkanlık yarışını kazanması halinde NATO müttefikleri üzerinde ABD baskısının artması bekleniyor. Trump’ın olası yönetiminin NATO planları kadar Ukrayna harbiyle ilgili planları da belli değil. Bu savaşı Trump’ın gereksiz bir savaş olarak gördüğü biliniyor. Dolayısıyla Ukrayna ve Rusya’ya savaşı sona erdirecek bir anlaşma yapma konusunda baskı yapabilecek bir Trump yönetimi iş başına gelebilir. Ukrayna savaşını bitirme-bitirmeme konusunda Trump’ın iddiasının altını doldurması/dolduramaması sorunundan bağımsız olarak NATO ortak savunması konusunda nerde duracağı, Avrupalı müttefikler için son derece önemli. Bu yüzden müttefikler çok güçlü ve kurumsallaşmış bir NATO caydırıcılığına yeterince, hatta yeterince katkı sağlamanın ötesine geçtiklerini ve kapasite inşa ettiklerini göstermek istiyorlar. Washington Zirvesi bu anlamda müttefikler arası uyumun yakalandığı bir zirve oldu. Müttefikler hem uzayacak görünen Ukrayna Savaşı’nın hem de kuvvetlendirilen ortak savunma ve caydırıcılığın maliyetini daha fazla üstlenmek için gerekli sözleri verdiler.
Ne Yenilik Var?
Bu noktada Washington yönetiminin müttefikleri teşvik için elinde iki önemli havucu olduğunu biliyoruz. Belki de NATO zirvesinin en önemli gelişmeleri de bu iki havucun müttefiklere sunulması üzerinden gerçekleşti. İlk havuç, teknoloji paylaşımı ile yaygınlaştırılmış caydırıcılığın kesişme noktasında bizi karşılayan ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Almanya topraklarına yerleştirilmesi ile ilgili. Bu karar, Soğuk Savaş mantığının uzun soluklu olarak ve biraz da Ukrayna Savaşı’nda olacaklardan bağımsız olarak Avrupa-Atlantik coğrafyasına döndüğünün görülmesi bakımından son derece önemli. 1980’lerin sonunda silahsızlanma görüşmeleri sonucu, INF (Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması) ile kat edilen yolun da geri sarıldığını bize gösteriyor. Aslında, Washington-Berlin hattında alınan bu karar geçici (ama kalıcı hale de gelebilecek) bir konuşlandırma olarak duyuruldu. Kalıcı hale gelebilecek olması ABD’nin Avrupa-Atlantik güvenliğine Trump’ın kararı ne olursa olsun çapalı olduğunu göstermesi için çok güçlü bir teminat. Ama ABD zihninde asıl yatanın Almanya’nın kendi uzun menzilli füze kapasitesini geliştirmesi için teşvik ve Berlin’e bu konuda zaman kazandırmak olduğu anlaşılıyor. Almanya hem Avrupa’nın kendi kapasitesini geliştirmesini hem bu kapasitenin ABD onayı ve Washington ile uyum altında geliştirilmesi arzusunu yansıtan açıklamalar yaptı; Fransız, İtalyan ve Polonyalı mevkidaşları ile bir araya gelen Alman Savunma Bakanı, ELSA (Avrupa Uzun Menzilli Vuruş Yaklaşımı) için Avrupa’da uzun menzilli füze geliştirme niyetlerini duyurdu. Bu çerçeveden bakacak olursak, ABD’nin teminat ve teknoloji paylaşımı üzerinden yük paylaşımının ötesinde bir şeyleri garantilediğini, Avrupa-Atlantik alanını algılanan tehditlerle mücadele etme noktasında motive ettiğini anlayabiliriz. Bu tür bir kapasite inşası, bu yönde bir kararlılık yaratılması, Rusya’nın sınırlanması meselesinin Ukrayna savaşının ötesinde uzun dönemli olduğunu da gösteriyor. Sözün özü Washington Zirvesi, Rusya’nın sınırlandırılması, güvenlikçi politikalar ve kolektif savunma ile caydırıcılık noktasında kapasite inşası açısından müttefiklerin ortak zeminde buluştuğunu kanıtlıyor.
İkinci havuç da tam bu buluşulan ortak zeminin bir yansıması. Washington Zirve Bildirgesi, 12. maddesinde ulusal ve kolektif dayanıklılığın inşası meselesine değiniyor. Ve bunu yaparken ittifak bu iki unsuru birbirinden ayrı görmediğini hissettiriyor. NATO bürokrasisi ve karar alıcılarının aynı işlevde aynı kapasitenin elde edilmesine (duplication) hala soğuk baktıklarını da bildiriden anlıyoruz. NATO ve ABD’nin müşterek caydırıcılığı (integrated deterrence) önemsediği bir gerçek ama ilk kez ABD, Avrupalı müttefiklerinin endişelerini yatıştırmak için ulusal dayanıklılık inşasını geniş ve olumlu yorumlamış görünüyor. Bu özellikle stratejik otonomi fikrini takip etmek isteyen müttefikler için önemli. Aktörler NATO caydırıcılığının çerçevesine sadık kalarak ulusal kapasitelerini inşa edebilirler, aktör bazlı dayanıklıklarını artırabilirler deniyor. Genel olarak Madrid ve Vilnius’da alınan kararların (bölgesel acil müdahale kuvvetleri dahil caydırıcı kapasitenin hazır hale getirilmesi) geçerliliğinin onaylandığı bu zirvede, ulusal caydırıcı kabiliyet inşasının önünün de açıldığını görüyoruz. Bu bağlamda NATO tarihimizin en güçlü askeri örgütü olmuş durumda.
Maksimalist Ama Temkinli Ukrayna Stratejisi
Ukrayna stratejisi özelinde hayal kırıklığına uğrayanların da altını çizdiği bu. Anın en güçlü askeri kuvveti olarak Ukrayna Savaşı’nın hemen şimdi kazanılmasını sağlayacak bir stratejiye NATO yönelmeliydi onlara göre. Son NATO zirvesinde müttefikler Ukrayna Harbi konusunda uluslararası hukuka atıfta bulunmuşlarsa da savaşı Rusya’nın sınırlandırılma alanı olarak gördüklerini bize açıklamalarıyla gösterdiler. Bilindiği gibi müttefikler arasında bugüne kadar net olmayan bir husus vardı. O da Rusya’nın sınırlandırılmasının ne demek olduğu.
Rusya’nın sınırlandırılmasından tam ne kastediliyor, bu konuda maksimalist ve bugünkü sahanın gerçeklerini yansıtan farklı fikirler var. Maksimalist yaklaşıma göre Rusya’nın sınırlandırılması için Ukrayna Savaşı’nı kaybetmesi gerekiyor. Bu kayıp sadece savaş sahasında yaşayacağı kaybı, Donbass ve Kırım’dan çekilmesini ifade etmeyecek, aynı zamanda küresel sistem içerisinde de istediği büyük güç statüsünden sınırlanmasını ifade edecek. Bu yaklaşım çerçevesinde sahadaki kayıp (Rus ofansif stratejisinin başarısızlığının tescili) ve statüde sınırlanma birbiri ile ilişkilendiriliyor. ABD’li yetkililer defalarca, savaşın amacını Rusya’nın bir daha bu tür bir saldırı gücüyle ortaya çıkmamasını sağlayacak şekilde sınırlandırmak olarak ifade ettiler. Sahadaki gerçeklikten yola çıkanlar ise Rusya’nın Ukrayna Savaşı’nda Kremlin’in başta koyduğu hedeflere ulaşamadığını, yani gücünün bu hedeflere ulaşmaya yetmediğini, zaten sınırlandığını ifade ediyorlar. Rusya aslında sınırlandığına, NATO da çok güçlü olduğuna göre Ukrayna Savaşı’nı bitirebilecek diplomatik yollar görüşülebilir. NATO Washington Zirvesi’nde müttefikler maksimalist yönelimden yana tavırlarını koydular. Böylece Batı bloğunun Ukrayna stratejisi netleşti: Amaç, Rusya’nın savaşı kaybetmesi. Ayrıca biliniyor ki maksimalist fikir içerisinde de daha temkinli olan ve risk almaya meyilli olan farklı yönelimler var. Risk almaya meyilli yönelime göre Rusya sahada sınırlansa bile stratejik olarak kazançlı oldukça bu savaşı sürdürme hevesine sahip olacak. Ukrayna tarafı ise yıpranmanın etkisi altında direnme konusunda cesaret kaybı yaşayabilir. Bu yüzden NATO’nun ileride savunması Ukrayna’dan başlamalı ve Ukrayna’ya savaş sona ermeden dahi üyelik yolu açılmalı. Savaş sona ermeden toprak bütünlüğüne sahip olmayan bir aktöre verilecek NATO tam üyeliği NATO’nun kolektif savunma sorumluluğu nedeniyle ittifakı doğrudan savaşın tarafı haline getirebilirdi. Yine biliyoruz ki bazı Doğu kanadı ülkeleri dışında ittifak, zirve öncesi bu yaklaşıma soğuk bakıyordu. Özellikle ABD, Almanya gibi aktörler daha temkinli bir maksimalist duruşun benimsenmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Sonuçta tüm müttefiklerin bu temkinli ama maksimalist Ukrayna stratejisinde anlaştığını görüyoruz.
NATO’ya Köprü Nasıl Kuruldu: Kiev’in Kazançları ve Hayal Kırıklığı
Buna göre, Batı’nın Ukrayna stratejisi Rusya’nın Ukrayna Savaşı’nı kaybetmesine, Ukrayna’nın kazanmasına dayanıyor. Ama NATO kendini caydırıcılık ve Ukrayna’nın sürekli ve kararlı bir biçimde desteklenmesi ile sınırlıyor. Bu da savaş sona ermeden Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gerçekleşmeyeceği anlamına geliyor. Fakat bu formülün Rusya’yı cesaretlendirmesinden ve Kiev’i hayal kırıklığına uğratmasından korkulduğundan üç ayaklı bir destek Ukrayna’ya sunuluyor. Öncelikle Ukrayna’nın NATO’ya entegrasyon sürecinin “geri döndürülmez” olduğu, güçlü bir “köprü” ile Ukrayna’nın NATO’ya bağlandığı vurgulanıyor. Bu yeni, sevimli kelimeler Vilnius Zirvesi’nde müttefiklerin oydaşma sağladığı şartlarda (“Ukrayna koşulları sağladığında ve müttefikler anlaştığında”) bir değişiklik olmadığını da gösteriyor. Kiev her ne kadar çok istese de mevcut şartlarda üyelik konusunda daha fazla bir şey alamayacağı da aslında tahmin ediliyordu. Her ne kadar Ukrayna Savaşı’nın uzaması Batıyı hayal kırıklığına uğratmış ve el yükseltme taktiklerini görünür kılmışsa da hala Rusya ve Batı arasında doğrudan bir askeri karşılaşmanın olmamasına dayalı caydırıcılık oyunu oynanıyor. Dolayısıyla “köprü” kavramının altının gerçekten doldurulması gerekiyor. İşte bu noktada Ukrayna, savaşı sürdürmesini ve belki bir karşı saldırı daha denemesini mümkün kılacak çok önemli askeri yardımlar alıyor.
Patriot hava savunma sistemleri gönderme sözü oldukça önemli. Ukrayna, Rus hava saldırılarından kalan alt yapısını korumak için uzun bir süredir Batılı müttefiklerinden hava savunma sistemi talep ediyordu. Alınan kararlara göre söz konusu hava savunma sistemi ve parçaları aralarında Almanya, Hollanda, İsveç, İspanya, Romanya ve ABD’nin olduğu müttefik ülkelerce gönderilecek. Norveç ve Almanya IRIS-T hava savunma bataryası ve İtalya SAMP-T vaadinde bulundu. Hava savunması ve hakimiyeti konusunda Ukrayna’nın ihtiyaçları çok. Bu nedenle müttefikler, savunma sistemlerine ek olarak Ukrayna hava gücünü de takviye etmeyi planlıyor. Polonya Ukrayna ordusunun entegrasyon ve eğitim konusunda sorun yaşamayacağı düşünülen MIG-29’ları Kiev’e göndermeyi planlıyor ayrıca önemli sayıda F-16 da Kiev’e söz veriliyor. Danimarka ve Hollanda’nın ivedilikle 40 küsur sayıda F-16’yı Ukrayna’ya göndermesi bekleniliyor. ABD’li yetkililer F-16’ların Rus topraklarını belli sınırlar içerisinde caydırıcılık amacıyla vurabilecek mühimmatı kullanabileceğini de söylüyorlar. Keza İngiltere de uzun menzilli Storm Shadow füzelerinin Rus topraklarını hedef almada kullanılabileceği bilgisini Kiev yönetimine iletiyor.
Bu kapasitelerin savaş sahasına entegrasyonunun yaz sonuna yetişip yetişmeyeceği ise zirve biter bitmez tartışılmaya başlandı. Rusya’nın sahada kaybetmesi için bir karşı saldırının olması gerektiği açık ancak Ukrayna’nın son denemesinin çok başarısız olduğu ve Kiev’in saldırı kapasitesindeki eksikleri görünür hale getirdiği de ortak bir düşünce. Bu noktada eleştiriler NATO’nun, Ukrayna’nın Rusya’yı hemen yenecek mucizevi bir kapasiteyle donatılamaması üzerinde duruyor. Bu eleştirilere peşinen cevap veren NATO, savaşın uzadığı koşullarda Kiev yönetiminin dayanıklılığını artırma kararı almış. Müttefikler Kiev’e 40 milyar euro askeri yardımı gelecek sene içerisinde verme vaadini sonuç bildirgesinde resmileştiriyorlar. Yardımların koordinasyonu için yeni bir NATO merkezi Almanya’da kurulacak ve ABD, Ramstein Formatına liderlik etmeye devam edecek. Ukrayna Savaşı’nın finansmanı ve askeri yardımlar konusunda ABD liderliği gayet açık olsa da NATO bünyesi altında kurumsallaşma Ukrayna’ya savaş uzasa da zorlaşsa da NATO ile bağ ve NATO desteği devam edecek sözü veriyor.
Sonuç olarak, Ukrayna Washington Zirvesi’nden önemli kazançlarla döndü ama mucize çözüm, Ukrayna’ya NATO üyeliği gelmedi. Üyelik gelmediği sürece savaşın devam edeceği de netleşti. Bu çerçevede Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, savaşan taraflara baskı yaparak Ukrayna Savaşı ile ilgili açık dosyayı kapatmaya çalışması elbette muhtemel ancak yeni soğuk savaş Ukrayna Savaşı’ndan daha büyük bir mücadele. Bu bağlamda yeni demir perdenin gölgesi Trans-Atlantik dünya ile Rusya’yı ilan etmeden ayırıyor. Avrupa-Atlantik alanı, Soğuk Savaş ile karşılaştırılmayacak kadar güçlü, çok ciddi caydırıcı kapasiteye sahip. İttifak bu gerçeklere rağmen Rusya’yı sınırlandırmaya dayalı İttifak oydaşmasını kapasite artırımı, müttefikler arası koordinasyon ve kimi ortaklarının vaz geçemediği stratejik otonomi fikrini daha kontrollü hale getirmek için kullanıyor. Bu bağlamda Washington Zirvesi belki devrim getirmedi ama NATO’daki 2014 Galler Zirvesi ile başlayan dönüşümün resmini çok net çizdi.
[Prof. Dr. Vişne Korkmaz İstanbul Nişantaşı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalışmaktadır]