15 Temmuz Darbe Girişimiyle İç Politikada Neler Hedeflendi?

Bu hafta 15 Temmuz hain darbe girişiminin sekizinci sene-i devriyesi.  Modern Türkiye tarihi darbeler ve darbe girişimleri konusunda oldukça zengin bir geçmişe sahip. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi geçmişte yaşanan darbe ve darbe girişimlerinden farklı nev-i şahsına münhasır bazı özellikler taşımakta. Bu darbe girişimini nev-i şahsına münhasır kılan temel husus darbecilerin hedeflerinin geçmişte yaşanan darbe girişimlerinden belirgin farklar taşıyor olmasıdır.

FETÖ terör yapılanmasının darbe girişiminde derin bir hedefinin olduğunu düşünüyorum. Bu hedef Türkiye’de devlet düşüncesini zayıflatmak ve bu sayede Orta Doğu bölgesinde planlanan jeopolitik dizayn için uygun bir siyasal atmosfer oluşturmak.

Darbe girişimiyle nelerin hedeflendiği, aradan geçen sekiz yıl boyunca çok farklı perspektiflerden ele alındı ve hiç şüphesiz bundan sonra da bu konu ele alınmaya devam edecektir. Bu yazıda darbe girişimini gerçekleştirenlerin iç politikadaki hedeflerine odaklanmak istiyorum. Bu yazıda darbecilerin bu girişimdeki temel hedefinin devlete ve devlet kurumlarına olan güven ve itibarı yok ederek devlet düşüncesini zayıflatmak olduğu iddia edilecektir. Bu amaca ulaşmak için de örgütün devletin toplumsal meşruiyet tabanını zayıflatmaya yönelik faaliyetlere yoğunlaştığının altı çizilecektir.

Güçlü, Zayıf ve Çökmüş Devlet Sistemleri

Literatürde eksenin bir ucunda güçlü devlet diğer ucunda çöken devlet ortada ise zayıf devlet olmak üzere devletler güç ve kapasitelerine göre üç kategoride incelenmektedir.

Güçlü devlet; politika belirleme ve uygulatma becerisine sahip olan devlettir. Başka bir tanıma göre güçlü devlet; gittikçe artan bir oranda topluma nüfuz ederek toplumsal kaynakları güce başvurmadan çekme ve bunları istenilen amaçlar doğrultusunda dağıtma yeteneğine sahip olan devlettir. Güçlü devletler; vatandaşlarına yüksek güvenlik, geniş özgürlükler, ekonomik gelişme fırsatları ve siyasal istikrar sunabilen, hukuk üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının olduğu devletlerdir. Güçlü devletlerin karakteristik özellikleri üzerine yapılan çalışmalarda devletin gücü ile güvenlik, meşruiyet (kurumların meşruiyeti, hukuk düzeni, hukukun üstünlüğü ve siyasal katılım), ekonomi yönetimi ve sosyal refah alanlarındaki yeteneği arasında bir paralellik olduğu gözlemlenmektedir.

Devlet kurumlarının idare ve sevk kabiliyetlerini kaybetmesiyle devletin temel işlevleri yerine getirebilme yeteneğinin ortadan kalktığı durumlarda çökmüş devletlerle karşı karşıya kalırız. Çökmüş devletlerde, devlet ulusal sınırların tamamına hâkim değildir ve devlet otoritesi başkentin veya belli merkezlerin dışında hissedilmez.

Bu iki kategori arasında bir de zayıf devlet tanımlaması bulunmaktadır. Zayıf devlet kavramı tanımlanırken devletin fiziksel tabanı, devletin kurumsal ifadesi ve devlet düşüncesi gibi devleti meydana getiren üç bileşene başvurulur. Bu tanımda nüfus, coğrafi sınırlar, endüstriyel kapasite, doğal ve suni kaynaklar; fiziksel tabanı ifade eder. Devletin yasama, yürütme, yargı ve idare gibi tüm hükümet mekanizmaları ve süreçleri kurumsal ifadeyi tanımlar. Devletin fiziksel tabanı ile devlet kurumlarını bir arada tutan ulus fikri, örgütleyici ideoloji ve devletin siyasi kimliği de devlet düşüncesini ifade eder. Devlet düşüncesi ile kurumların zayıf olduğu durumlarda “zayıf devletler” ile karşı karşıya kalırız.

Devleti Zayıflatma Politikasının Arkasında Ne Var?

Bugün içinde bulunduğumuz coğrafya çok sayıda zayıf ve çökmüş devlet sistemlerine ev sahipliği yapmakta. Vatandaşına güvenlik ve özgürlük sağlayamayan, ulusal sınırları içerisinde sevk ve idare kabiliyeti sınırlandırılmış bu devlet sistemleri hem iç politikadaki hem de bölgesel düzlemdeki istikrarsızlıklara kaynaklık teşkil etmekte. Bölgemize yönelik yabancı güçlerin müdahalesi, jeopolitik dizayn politikası, bölgedeki devletlerin kabiliyet ve kapasiteleri ile doğrudan bağlantılıdır.

Bugün dokuz ayı aşan bir süredir İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında sürdürdüğü etnik temizlik ve soykırım, İsrail’in Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır gibi komşu devletlerin sınırlarına ve ulusal çıkarlarına yönelik mütecaviz eylemleri bölge genelindeki devlet sistemlerinin zayıf olmasıyla yakından alakalıdır. Kurumların meşruiyetinin tartışmalı olduğu, devlet düşüncesinin zaafa uğradığı, yönetenler ile yönetilenler arasında derin bir uçurumun olduğu ve vatandaşların devletlerine olan sadakatinin şüpheli olduğu bölge güvenlik mimarisi hem iç politikada hem de bölgesel düzlemde ciddi istikrarsızlıklara kaynaklık teşkil ediyor.

Türkiye’de devlet kurumlarına olan güveni ve devlet düşüncesini zaafa uğratarak devleti zayıflatma girişimi aslında 15 Temmuz’dan daha önce başladı. Bu faaliyetleri 2013 yılı Mayıs ayında yaşanan “Gezi Olayları” ile başlatabiliriz. Takip eden dönemde yaşanan terör örgütünün şehir merkezlerine taşıdığı şiddet, çatışmalar ve 17-25 Aralık operasyonları gibi birçok gelişme de kanaatimce bu perspektiften değerlendirilmelidir.

2010’lu yılların başlarında ortaya çıkan bu faaliyetlerin zamanlaması da oldukça manidardı. Çünkü 2000 sonrası dönemde devletin toplamsal meşruiyet tabanının genişlemesi, devlet düşüncesinin kuvvetlenmesi ve devlete olan toplumsal sadakatin artırılmasında önemli başarılar elde edilmişti. Devletin toplumsal meşruiyet tabanının genişlemesinde ve devlete olan sadakatin artmasında elbette AK Parti iktidarlarının gerçekleştirdiği başarılı reformlar etkili olmuştu.

FETÖ terör yapılanması 2010’lu yılların başlarından itibaren başladığı bir dizi faaliyetle Türkiye’de devlet kurumlarını yıpratarak devlete olan güveni ve daha da önemlisi Türkiye’de devlet düşüncesini zayıflatmaya çalıştı. Başta güvenlik sektörü olmak üzere yargı, eğitim gibi kritik kurumlara sızarak bu kurumların kapasitesini kendi örgüt çıkarları için kullanmaya başladı. Bu faaliyetleriyle devletin kuramsal kapasitesinin zayıflatmak, halkın devlete ve devlet kurumlarına olan güvenini zayıflatmak ve devlete sadakati sorgulatmak gibi bir hedef güttüğünü söyleyebiliriz.

Nihayetinde bugün sene-i devriyesinde bulunduğumuz 15 Temmuzda halkımız darbecilerin karşısına dikilerek devletinin sahipsiz olmadığını göstermiş oldu. Netice itibariyle darbecilerin halk nezdinde devleti ve devlet kurumlarını yıpratmaya dönük hedeflerinin, 15 Temmuz gecesi tüm Türkiye’de sokaklara akın eden halkımız sayesinde boşa çıkartıldığını söyleyebiliriz.

Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü Bölüm Başkanıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu