Uluslararası Politikada birleştirici bir söylem olarak İslam’ın rolü nedir? Müslümanların uluslararası siyasetteki yeri ve rolü çok sık sorulmasına rağmen, İslam’ın rolü sorusu akademik dünyada araştırma amaçlı bile olsa nadiren sorulan bir sorudur. Ancak İslam dünyası, özellikle Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” başlıklı ünlü makalesinden sonra uluslararası siyasetin ana bloklarından biri olarak anılmaya başlanmıştır. Bu çalışmadan sonra İslam’ın ve Müslümanların uluslararası politikadaki yerini anlamaya gayret eden çalışmaların sayısında artış olduğu gözlenebilir. Ancak bunun için ya pozitif çalışmaların özünü oluşturan radikal siyasi hareketlerin uluslararası siyasete etkileri çalışılmış ya da İslam’ın uluslararası siyasetteki rolüne ilişkin normatif tartışmalar yapılmıştır. Buna karşın, normatif çalışmalardansa pozitif araştırmaların daha ilgi çektiği ve pozitif araştırmaların gündemine de radikal hareketlerin; yerel, bölgesel ve küresel düzeylerdeki tehditlerine ilişkin soruların hâkim olduğu görülür. Pozitif çalışmaların bu hakimiyetine karşın normatif çalışmalar ise ideal bir siyasi ortamda İslam’ın ne söylediği ile ilgilenmiştir. Bu pozitif-normatif ikileminin içerisinde, bu analiz, pozitif çalışmaların odağını radikal hareketlerin etkilerinden çıkarıp İslam’ın ideal değil mevcut uluslararası politikadaki potansiyeline çevirmeyi tercih etmektedir. Bu nedenle, soruyu Müslümanların rolünden birleştirici söylem yeteneklerine doğru değiştirmektedir. Normatif tartışmalar İslam siyasetinin gelişimine birçok katkı sağlayacak olsa da, bu analiz uluslararası siyasete yönelik çalışmalarda güç kavramının yeniden baskın hale gelmesi nedeniyle pozitif çalışmaların sınırları içinde kalmayı tercih etmektedir. Zira güç kavramının yeniden hakimiyetini, uluslararası siyaseti normatif tartışmalardan ziyade pozitif perspektiflerden anlamayı gerektirmektedir.
Bu analiz sonuç kısmı hariç iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, uluslararası politikada birleştirici söylem kavramının anlamını ve ardından dünyadaki farklı topluluklar arasında İslam’ın birleştirici boyutlarını tanımlamaktadır. İkinci bölüm ise günümüz uluslararası siyaset dengeleri içerisinde İslami söylemlerin güçlü-zayıf yönlerini ve fırsatlar-tehditler analizini (SWOT analizi) yapacaktır. Dolayısıyla bu bölümün iki temel sorusu vardır: İslami söylemin ne tür güçlü ve zayıf yönleri vardır ve İslami söylem ne tür fırsat ve tehditlerle karşı karşıyadır.
Birleştirici Söylem ve İslam
Uluslararası ilişkilerde ittifakların belirleyicileri her zaman ilgi çeken bir konu olagelmiştir. Birçok teori, herhangi bir devletin neden kendisini başka bir devletle müttefik olmaya teşvik ettiğini keşfetmeye çalışır. Neo-realistler ittifakların ardındaki güç ilişkilerinin etkisini araştırırken, liberaller ilgili devletlerin bazı kalkınma hedeflerine ulaşmak için koordinatif motivasyonlarını irdelemektedir. Bununla beraber ittifakların belirleyicilerinin yanı sıra, bu çalışma için bir başka önemli soru daha bulunmaktadır: bu ittifakların ilan edilme zemini/söylemi. İttifakların ilanında kullanılan motiflerin türü de uluslararası siyasetin gidişatını anlamak açısından etkilidir. Bu makale, bu motifleri devletlerin ittifak yapmak için etrafında bir araya geldiği birleştirici söylem olarak tanımlamaktadır.
Demokrasi, kalkınma, iklim değişikliği, özgürlük, insan hakları, karşılıklı saldırmazlık, karşılıklı saygı, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, terörle mücadele, uluslararası dayanışma, uluslararası politikadaki birleştirici söylemlere örnek olarak verilebilir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden günümüze kadar geçen süre zarfında bu kavramlar, ülkeleri kendi etrafında birleştiren bir rol oynamışlardır. Örneğin, terörle mücadele kavramına hiçbir devlet karşı çıkmaz, aksine kendi güç unsurlarının tekamülü için de kullanır. Özgürlük ve insan hakları kavramı, sadece kendi gücünü tahkim etme aracı olarak değil, aynı zamanda diğer devletlerin gücünü kırma yolu olarak da görülmektedir. İklim değişikliği, bugünün devletlerinin itiraz edemedikleri ve bu sebeple Paris İklim Anlaşması etrafında devletlerin kenetlenmesini mecburi gösteren bir kavram halini almıştır. Nükleer silahların yayılmasına karşıtlık, özellikle Rusya’nın Avrupa ve NATO’yu nükleer silahlar ile tehdit etmesinin ardından yeniden gündemde yerini alan bir söylemdir ve nükleer tehdit altındaki devletleri birleştiren ve nükleer tehditte bulunan ülkeyi uluslararası siyasetten tecrit etme gayretini meşrulaştıran bir içerik arz etmektedir. Son olarak, toplumların yönetimindeki tüm zafiyetlerine rağmen, demokrasi kavramı hala daha devletlerin ve toplumların bir sığınağı olmaya devam etmektedir.
Uygulama gücüne ilaveten, birleştirici söylemlerin bir başka özelliği de, ömrü ile ilgilidir. Kimi söylemler kalıcı, kimileri ise geçici olabilir. İnsan hakları, karşılıklı saldırmazlık, yayılmanın önlenmesi, terörle mücadele gibi kimi kalıcı birleştirici söylemler her zaman farklı siyasi tarafları bile bir araya getirebilmektedir. Coğrafyadan coğrafyaya, toplumdan topluma değişse de kalıcı birleştirici söylemlerin temel özelliği, farklı ve dahi zıt toplumsal ve siyasi kesimleri dahi kendi etrafında toplayabilmektir. Kalıcı birleştirici bir söyleme dayanan ittifakın karşı tarafının kaybetmeye mahkûm olduğu söylenebilir çünkü söylemde kullanılan norm reddedilemez olarak kabul edilir. Öte yandan, demokrasi, terörle mücadele, uluslararası dayanışma gibi diğer bazı normlar, bazı devletleri yalnızca belirli dönemler için bir araya getirebilen geçici birleştirici söylemlerdir. Geçici birleştiriciliğin temel özelliği ise, bu tür söylemlerin reddedilebilir taraflarının bulunması ve zıt değil daha yakın siyasi ve toplumsal kesimleri kendi etrafında birleştirebilmesidir. Geçici birleştirici söylemlerin reddedilebilir yönlerine atıf yaparak, farklı ve dahi zıt siyasi ve toplumsal kesimler birbirlerinden uzak kalabilmeyi başarmakta ve konjonktürel olarak bir araya gelmeyi başarabilmektedir. Buna karşın, geçici birleştirici söylemler mevzu olduğunda da zıt siyasi kesimlerin bu söylemler karşıtı bir tavır takınabilmesi de mümkün değildir. Örneğin, Türkiye’de vatan kavramının etrafında 15 Temmuz darbe girişiminde herkes birleşebilmiştir ve zıt kesimlerin aynı meydanda bir araya gelmesine açıkça kimse karşı çıkamamıştır. Buna karşın, yıllar içerisinde 15 Temmuz gecesinin etkileri zayıflamaya başladıkça vatan kavramının gücü aynı zıt kesimleri bir araya getirmeye yetmemiştir. Bu minvalde bakıldığında, kalıcı birleştirici söylemlerin sayısının yok denecek kadar az olduğunu da belirtmek gerekir.
Peki İslam, bu birleştirici söylemler analizinde nerede durmaktadır. İlk bakışta, İslam birçok farklı devletten birçok insanı aynı anda etkileyebilecek çok sayıda norma sahiptir. İslam bir din olduğu için Müslümanlar üzerindeki otoritesini Allah’tan almaktadır ve bu nedenle İslami normların Müslümanlar için birleştirici olması beklenir. Ümmet, kardeşlik, cihat, dayanışma, başkalarının mülkiyet haklarına saygı, özgürlük gibi İslami normlar bu birleştirici işlevi yerine getirebilecek kavramlardır. Ancak 19., 20. ve 21. yüzyılların uluslararası siyasi tarihinden kesin olarak çıkarılabilecek bir sonuç; İslami normların kalıcı ve geçici birleştirici söylem gücünün önemli düzeyde zayıflamış olduğudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra İslami normların uluslararası siyasi arenadaki etkisi tamamen kırılmıştır. Buna ek olarak, Müslüman nüfuslu devletlerin iç siyasi ortamlarında bile İslami normların gücü, seküler ideolojinin yükselişi nedeniyle zayıflamıştır. Çöküşten bu yana, İslami normlar nadiren geçici birleştirici söylem haline gelebilmiştir. Özellikle Kudüs ve Filistin, İslam dünyasının en çok altını çizdiği konular olmuştur. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) 1969’da kurulması, ‘işgal altındaki Kudüs’te bulunan Kudüs Camii’nin canice kundaklanmasının’ bir sonucuydu. Bu kuruluş, Müslüman nüfuslu ülkeler arasındaki iş birliğinin bir işareti olmakla birlikte, 20. yüzyıl İslam dünyasındaki birleştirici söylemlerin nadir bir örneğidir.
Osmanlı Devleti sonrası dönemde İslami normların birleştirici bir söylem olarak yetersizliğinin nedeni çok yönlü olabilir. Temel sebep olarak genel birleştirici söylem ile İslam arasında kurulan ilişki görülebilir. Daha açık bir ifadeyle, cihat gibi İslami söylemler ile terörizm ve bazı radikal gruplar arasında kurulan algısal ilişki, İslami normların yetersiz görünmesine yardımcı olmaktadır. Kalıcı bir birleştirici söylem (terörizm karşıtlığı) ile İslam arasındaki negatif korelasyon, İslami normları Müslüman nüfuslu devletler için bile kırılgan hale getirmektedir. Sonuç olarak, İslami normlara sahip çıkmak, İslami normlara karşı potansiyel ittifak nedeniyle herhangi bir devlet için olası kayıpların kaynağı haline gelmektedir.
Birleştirici Bir Söylem Olarak İslam’ın SWOT Analizi
Güçlü Yönler | Zayıf Yönler |
– Günlük hayat üzerindeki dini otorite potansiyeli
– Sivil toplumu mobilize etme potansiyeli |
– Sivil toplumu mobilize etmedeki yetersizlik
– Günlük hayat üzerindeki dini otoritenin devlet düzeyine yansımaması |
Fırsatlar | Tehditler |
– Telekomünikasyon teknolojisindeki gelişmeler
– İslam harici kimi kalıcı ve geçici birleştirici söylemlerde yaşanan zayıflama – Uluslararası siyasetteki fay hatları |
– Yabancı karşıtlığındaki artış
– İslami sosyal medya hesaplarına yönelik algoritmik engeller |
Tablo 1. İslami Normların İslami Normların SWOT Analizi
Güçlü ve Zayıf Yönler:
Dünyanın her tarafındaki dinler gibi, İslam’ın da en güçlü yönü bireyin günlük yaşamındaki otoritesidir. Fransız devriminden bu yana sekülerizmin kademeli yükselişine rağmen dinler bu otoriteyi hiçbir zaman tamamen kaybetmemiştir. Belki de İslam, inananları üzerinde günlük hayatlarını şekillendirme konusunda en güçlü din olarak kalmıştır. Dünya çapında Müslüman olan insan sayısındaki artış, İslam’ın coğrafi olarak otorite sahibi olma potansiyelini daha da genişletmektedir. Daha açık olmak gerekirse, bu otorite siyasi değil, sadece günlük hayatta ahlaki bir otoritedir. Bu anlamda Kantçı ahlak felsefesine kısmen benzemektedir. Kant’ın savunduğu gibi, kalkınmanın ana itici gücü maddi kabiliyet değil, ödev ahlakıdır. Kant’ın ahlak felsefesinden farklı olarak, doğru ve yanlış eylemler görevlerin yerine getirilme düzeyine bağlı olmayıp Allah ve Peygamber tarafından önceden belirlenmiştir. Bu nedenle İslam’ın siyasi hayat üzerinde doğrudan bir otoritesinden söz edilemez ancak kişisel hayatları belirleme yoluyla dolaylı etkileri İslam’ın siyasi hayat üzerindeki otoritesinin ana itici gücüdür. Bir başka ifadeyle, siyaset üzerinde doğrudan bir etki yerine insanların günlük hayatlarını düzenlemek, İslam’ın siyasetin zeminini düzenlemesi anlamına gelir ki, bu da onun en büyük güç kaynağı olmaktadır.
İslami normların Müslümanları harekete geçirememesinin ötesindeki nedenler çok çeşitli olabilir, ancak bunlar bu makalenin odak noktasının dışında kalmaktadır. Sadece şu çıkarımda bulunulabilir: ‘İslam’ın Güçlü Yönleri’ genellikle ideal olarak kalmakta, uluslararası politikanın gerçek bir belirleyicisi olamamaktadır. Dolayısıyla mevcut uluslararası siyasi dengeler içerisinde İslam’ın en önemli zayıflığı, sivil toplumun İslam’ı devletler üzerinde bir toplumsal baskı unsuru haline getirememesidir. 2010 yılında başlayan ve Tunus’tan Suriye’ye uzanan ‘Arap Baharı’, toplumsal baskı için bir tecrübe olma potansiyeline sahip olması sebebiyle İslam’ın bu zayıflığının bitmesi ihtimalini doğurmuştu. ‘Arap Baharının’ ilk yıllarında özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi İslami örgütler ön plana çıkmış lakin İslami örgütlere karşı ABD, Fransa, Rusya, Çin ve İran’dan gelen uluslararası destek de İslami normların birleştirici rolünün ortaya çıkmasına engel olmuştur. İç politik dengeler ve uluslararası sistem Müslüman nüfusun böyle bir siyasi baskı oluşturmasına izin vermedi. Mısır’da uluslararası siyasetin ‘demokratik’ devletlerinin desteği ile askeri darbe yapıldı. Suriye’de bir milyondan fazla insanın öldürüldüğü bir iç savaş ortaya çıktı ve İslam’ın temel prensipleri bu savaşın ortaya çıkmasına engel olamadı.
Fırsatlar ve Tehditler:
Telekomünikasyon teknolojilerinin gelişmesi, İslami normların farklı ülkelerden kitleler arasında dolaşıma girmesi için çok önemli bir fırsat sunmaktadır. Nitekim Hazreti Muhammed’e saygı çağrıları, İsrail ile Kudüs Sorunu ve nihayet 7 Ekim’den sonra Filistin ile dayanışma gösterileri bu tür İslami normların dolaşımda olduğu örneklerdir. Bu örnekler, İslam karşıtı hareketlerde herhangi bir değişiklik oluşturma konusunda etkisiz olsa da, sadece Müslüman kitleleri veya Müslüman kitleler ile kimi gayri-müslim toplulukları bir araya getirecek İslami normların mevcudiyetini göstermektedir. Telekomünikasyon teknolojileri, mevcut İslami normlara ivme kazandırma ve mevcut siyasi ortamda bulunmayan İslami normları görünür kılma fırsatını sunmaktadır.
Öte yandan, sosyal medya şirketlerinin her türlü paylaşımı engelleme, hesap sahibi olma gibi yetenekleri İslami normlar için çok önemli bir tehdittir. Örneğin Twitter, Kasım 2020’deki ABD seçim sonuçlarını reddeden tweetleri nedeniyle ABD eski Başkanı Trump’ın hesabını tutmuştur. Bir başka örnek de Çin’den verilebilir. Çin’in Komünist Partisi dünyanın geri kalanıyla internet bağlantısını her an durdurabilir. Rusya da aynı teknolojik altyapıyı kurma girişimlerine hız vermektedir. Meta şirketi (Facebook), kendi sosyal medya platformlarında 7 Ekim’den sonra İsrail vahşetini anlatmak için sıkça kullanılan Siyonizm gibi kelimeleri kullanan gönderilerin dolaşımını kısıtlama kararı almıştır. Tabi ki şirketlerin ve devletlerin de haklı sebepleri vardır. Bunlar gibi örnekler, telekomünikasyon teknolojilerinin sahibi olan devletler ve şirketler müsaade ettiği ölçüde bir fırsat olarak kaldığını göstermektedir. Çünkü telekomünikasyon teknolojilerindeki gelişme dijital bir diktatörlük üretebilmekte ve İslami normların dolaşımda olması için bir fırsat olmanın yanında bir tehdit haline de gelebilmektedir.
İslami normlar için bir başka fırsat da uluslararası politikada bazı kalıcı ve geçici birleştirici söylemlerin zayıflaması olarak gösterilebilir. Örneğin, günümüz küresel siyasetinin en önemli gelişmelerinden birisi olan demokrasi ve neoliberalizm arasındaki bağın kopması, önemli bir fırsat olarak görülebilir. 2008’deki küresel ekonomik krizden sonra devletler neoliberal ekonomi politikalarını terk etmeye ve muhafazakâr ekonomi politikalarını uygulamaya başladılar. Öte yandan bu terk, mevcut finansal araçlarla tüm dünyada finansal akışlara neden oldu. Bu noktada İslami finans, uluslararası politikada sürekli konsolide edici söylem olan demokratik değerler üzerinde herhangi bir risk algısı olmayan alternatif bir model olarak görülmeye başlandı. Öte yandan, telekomünikasyon teknolojilerinde olduğu gibi, bu tür kırılmalardan doğan fırsatlar da kendi tehditlerini yaratmaktadır. Ekonomik muhafazakârlığın artması popülist-milliyetçi hareketlere de hayranlık uyandırmakta ve bu hayranlık İslami normların gayrimüslim halklar tarafından tehdit olarak görülmesine neden olmaktadır. Üstelik bu tür yabancı düşmanı duygular sadece gayrimüslim nüfusta değil, Müslüman nüfusta da bir devletteki hâkim kitle ile aynı etnik kökeni paylaşmayanlara karşı artabilir.
Sonuç
Bu makale, İslami normların Müslüman devletler arasında birleştirici bir söylem olamamasının nedenlerini incelemekte ve uluslararası politikada İslami normlar için kısa bir SWOT Analizi yapmayı amaçlamaktadır. Bu makale için ana neden, İslami olmayan birleştirici söylemler ile İslami normlar arasında kurulan negatif korelasyondan kaynaklanmaktadır. Özgürlük ve terörizm karşıtlığı bunun en önemli örneğidir. ‘Cihatçı terörizm’ kavramı aracılığıyla terörizm ve cihat arasında kurulan popülist bağ nedeniyle her türlü İslami norm, uluslararası politikada olumsuz unsurlarla ilişkilendirilme potansiyeline sahiptir. İslami normların ivme kazanmasına yönelik fırsatlara rağmen, bu fırsatların yarattığı tehditler de İslami normların farklı devletleri tek bir birleştirici söylem etrafında bir araya getirmesini engelleyebilir. Muhtemel tehditlerin olası kayıplarından duyulan korku, Müslüman nüfuslu devletlerin İslami normlara sahip çıkmaktan uzak durmalarında etkili olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bu etkiyi sona erdirmek için yapılması gereken ilk şey bu korkudan kurtulmaktır. Daha sonraki araştırmalar bu korkudan kurtulmanın yollarına odaklanmalıdır.
[Dr. Ali İhsan Kahraman, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalışmaktadır.]