15 Temmuz, Demokrasi ve Milli Birlik Günü olarak kabul edilmiştir. Buna bağlı olarak bu gün, sivil ve resmi çok sayıda kurum ve kuruluşun öncülük ve organize ettiği programlarla anılmaktadır. Bu anmalar birçok cihetten önem arz etmektedir. Zira 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminde bulunanlar eğer engellenememiş olsaydılar, muhtemeldir ki bugün bu satırların yerine başka platformlarda başka isimler ve kalemler 15 Temmuz’un kendileri açısından ne kadar önemli bir değişim getirdiğini övgülerle yazıyor olacaklardı.
15 Temmuz’daki hain darbe girişiminde bulunanlar eğer engellenememiş olsaydılar, kuvvetle muhtemeldir ki bugün Demokrasi ve Milli Birlik günü olarak anılan bugün ve programların yerine, yine başka bir gün adı vererek anma programları düzenleyeceklerdi. Hatta yine kuvvetle muhtemeldir ki bu girişimde bulunanlar, 15 Temmuz’u resmi milli bayram olarak kabul edecekler, kendi öngördükleri çerçevede hatırlanması, sonraki nesillere aktarılması, bu noktada bir süreklilik sağlanması çabası içerisinde olacaklardı. Hamdolsun ki olmadı.
Türk Siyasal Hayatı ve Darbeler
“Türk Siyasal Hayatı” aynı zamanda bir darbeler ve darbe girişimleri tarihidir. Bizim yukarıda kuvvetle muhtemel olarak nitelendirdiğimiz hadisenin Türk siyasal hayatı içerisinde vaki olmuş bir örneği söz konusudur. Başbakan Menderes, Bakanlar: Zorlu ve Polatkan’ın idamlarıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 1963 tarihinde alınan bir kararla; darbe tarihi olan 27 Mayıs günü “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanmıştır. Bu çerçevede protokol ve kurumsal kutlamalarının yanı sıra halkın da törenlerin içine dâhil edilmeye çalışıldığı resmigeçit programları tertip edilmiştir. Üstelik bu bayram çerçevesinde yapılan konuşmalarda, 27 Mayıs ile ülkeye ne kadar da hürriyet ve demokrasi geldiği mevzubahis edilmiştir. Ne trajikomik bir durumdur ki bir darbe neticesinde tesis edilen bu bayram, bir başka darbe olan 1980 darbesi sonrasında 1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kaldırılmıştır.
15 Temmuz’da yaşananların, milletin kahramanca direnişinin hafızalarda diri tutulması, meselenin ehemmiyetinin zihinler ve nesiller nezdinde sürekliliğinin sağlanması önem arz etmektedir. Unutulmamayı gerektiren bu zaruretin mahiyetini; din, inanç, iç ve dış siyaset, sosyal hayat, sosyolojik yapı, ekonomi vb. gibi hasılı bir ülkeyi ilgilendiren ne kadar boyut varsa bütün bu boyutları içine alan, bütün bunları etkileyecek bir “badirenin” milletin mücadele ve dirayetiyle, o gece şehitler vererek, bedel ödeyerek, kahramanca atlatılmış olması oluşturmaktadır. Zira aradan 8 yıl gibi önemli bir zamanın geçmiş olması, çocukluk yaşlarından gençlik çağına ulaşan nesillerin meseleden haberdar olmalarını zaruri olarak gerektirmektedir.
Nasıl bir “badire atlatıldığı” ifadesini de yine muhayyel bir öngörüye istinaden değil, Türk siyasal hayatı içerisinde darbe dönemleri sonrasında ülkenin içerisine yuvarlandığı çıkmazlar ve vesayet yapısının somut sonuçlarına istinaden söyleyebilmekteyiz.
1960 darbesi sonrasında 1960-65 arasında 7 hükümet, 1965-71 arasında da 3 hükümet olmak üzere 10 yılda 10 hükümet kurulmuştur. Bu 10 yıl içerisinde darbe girişimleri ve tehditleri de devam etmiştir. Bir başka darbe olan 1971 muhtırasından sonra 1980 darbesine kadar olan 9 yıllık dönemde ise 11 hükümet kurulmuştur. İdari ve siyasi olarak vesayetin çok belirgin şekilde hissedildiği, görüldüğü, gözlemlenebildiği bu dönemdeki bu istikrarsız tablo ülkenin başta kalkınamaması olmak üzere her şeyini doğrudan etkilemiştir.
Bu darbeler, ara tarihlerdeki darbe girişim ve tehditleri sonrasında Türkiye, Türk Demokrasisi, Türkiye’nin kalkınması, Anadolu halkı, Türkiye’nin etki alanı olan veya etki alanı olma ihtimalinin olduğu coğrafyalar kaybetmiştir. Kazanan, soğuk savaş dönemi koşullarında bu vesayetin sürmesini arzu eden ve temin eden aktörler olmuştur.
Darbelerin Dış Aktörleri
12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili olarak Mehmet Ali Briand’ın 12 Eylül Saat 04:00 kitabında[1] şöyle bir anekdot yer almaktadır:
“Türkiye Saati ile 03:30, ABD yerel saati ile 20:00, ABD Milli Güvenlik Konseyi Türkiye Masası sorumlusu Paul Henze evine henüz yeni gelmiş ve Beyaz Saray’ın Situation Room departmanı ile bir telefon görüşmesi yapmaktadır. Telefondaki ses:
– Paul seninkiler nihayet yaptı. (… your boys have done it)
– Kim benimkiler neden bahsediyorsun?
– Senin generaller Türkiye’de darbe yaptılar.
– Oo, öyle mi? Çok memnun oldum.
Henze, sekiz aydır beklediği anın gelmesinden, Türkiye gibi bir NATO ülkesinin kaybedilmemesinden gerçekten memnun olmuştu…”
12 Eylül 1980’e giden sürecin taşları döşenirken, yani hem 1980 öncesinde bu ülke ve evlatlarına yaşatılanlarda hem de 12 Eylül 1980’de kaybeden Türkiye ve Türkiye’nin evlatları olmuştur. Kazanan ve memnun olan ise telefon başındakilerin ifade ettikleri gibi hem kendileri hem de kendi çocukları olmuştur.
Bir başka darbe olan 28 Şubat süreci atmosferi devam ederken, 4 Eylül 1999 tarihli bir gazetede “28 Şubat bin yıl da sürer” manşeti dikkat çekiyordu. Bin yılda sürmesi istenilen şey aslında Türkiye’ye dayatılan rolün devamının sağlanması arzusuydu. 28 Şubat süreci olarak adlandırılan bu süreçte kaybeden yine Anadolu’nun evlatları ve Türkiye olmuştur.
15 Temmuz, uygulanış ve özü itibariyle her ne kadar silahlı kuvvetler içerisindeki bir grubun darbe girişimi gibi görünüyor olsa da amaç, mahiyet ve olabilecek muhtemel sonuçları itibariyle daha önceki darbe ve darbe girişimlerinden ayrılmaktadır. 1980’de telefonun ucunda bizim çocuklar yaptı diyenler bu defa Pensilvanya’daki çocuklarını devreye almışlar, telefonlar Pensilvanya üzerinden çalmıştır.
Bu Sefer ‘’Bizim Çocuklar, Millet’’ Kazandı
15 Temmuz, daha önceki darbe ve darbe girişimlerinde olduğu gibi bir vesayet inşası amacını taşımamıştır. 15 Temmuz; bir vesayet inşasından öte bölgesel ve küresel dengeleri değiştirebilecek, Türkiye için mutlak bir rejim değişikliğine, muhtemel bir iç savaşa ve hatta işgal girişimine imkân sağlayabilecek bütünüyle bir kırılma ve savrulma süreci yaşatabilecek bir dönüm noktasıydı. Kaybeden yine Türkiye, Anadolu’nun evlatları, yani millet, Türkiye’nin etki alanında olan mazlum ve mağdur coğrafyalarda elini uzattığı insanlar olacaktı. Bu kaybın geri döndürülmesi muhtemeldir ki on yılları alabilecekti.
Bugün, 15 Temmuz “Milletin Zaferi” olarak ifade edilmekte, anmalarda ve afişlerde bu ifade öne çıkmaktadır. Bu ifade günün anlam ve önemini tam olarak karşılamaktadır. Zira daha önceki darbeler ve darbe girişimlerinde somut olarak “millet kaybetmiştir.” 15 Temmuz, eğer engellenemeseydi yine millet kaybedecek ancak bu defa kaybı daha önceki darbe ve darbe girişimleri ile mukayese edilemez ölçekte olacaktı. Bu defa millet kazanmıştır. Sadece Türkiye ve Türk Milleti değil, Türkiye’nin etki ve ilgi alanında olan mazlum ve mağdur coğrafyaların halkları da kazanmıştır. Kaybeden bu defa telefonun ucundakiler ve onların çocukları (your boys) olmuştur.
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Hüsrev Çelik – Düzce Üniversitesi
[1] Karacan Yayınları, 10. Baskı 1984, s.286