15 Temmuz’a Atlantik Ötesinden Bakmak

15 Temmuz 2016 akşamı tüm Türkiye olağan gündemi içerisindeyken Boğaziçi Köprüsü üzerinde tankların görülmesi ve köprü trafiğinin tek taraflı kesilmesi, pek çok insanın ülkede bir askeri darbe girişimi ihtimalini aklına getirmediği söylenebilir. Fakat kısa zaman içerisinde İstanbul’un ardından Ankara’da başta Genel Kurmay Başkanlığı ve Gölbaşı’nda bulunan Polis Özel Hareket Başkanlığındaki hareketlilik ülkede olağan dışı bir şeylerin olduğunu göstermiştir. Kendilerini ”Yurtta Sulh Konseyi” olarak adlandıran FETÖ terör örgütü mensupları karşısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CNN Türk’e bir iPhone uygulaması olan ”Facetime” üzerinden bir bağlantı gerçekleştirmesi ve tüm halkı darbecilere karşı direnişe yani sokaklara davet etmesi, ülkenin yakın tarihindeki en önemli olayı olarak kayıtlara geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Millet iradesinin tecelli ettiği Meclis binasını bile bombalama cüretini gösteren FETÖ mensubu darbeciler karşısında Türk halkı, bir araya gelerek darbecilerin hedef aldığı her yerde canı pahasına büyük bir irade sergilemiştir. Farklı bir ifadeyle darbecilerin seçilmiş / meşru hükümete karşı illegal kalkışması halkın desteğiyle siyaset, bürokrasi, güvenlik güçleri, medya ve sivil toplum aktörlerinin katılımıyla başarısızlığa uğratılmıştır. Bu uğurda 253 vatan evladı şehit olurken 2734 kişi de yaralanmıştır.

Türkiye’deki demokratik düzene kasteden 15 Temmuz darbe girişimini farklı açılardan değerlendirmek mümkündür. Özellikle uluslararası siyaset açısından darbe girişimine batılı ülkelerin verdikleri tepkilerin üzerinde durmak gerekir. Türkiye’nin müttefiki batılı devletlerin darbe girişimi sürecinde tepkisiz kalmaları ve Türkiye’yi yalnız bırakmaları, söz konusu Türkiye olduğunda evrensel demokratik değerlerin nasıl göz ardı edilebileceğini göstermektedir. Ne yazık ki bu durum demokratik yollarla seçilmiş meşru bir hükümete karşı illegal bir örgütlenme içerisine giren bir grubun askeri darbeyle yönetimi değiştirme çabasının batılı devletler tarafından en basit tabirle bir çıkar meselesi olarak görüldüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Terör gibi illegal ve kabul edilemez bir araç olan askeri darbe de Türkiye karşıtı ülkeler ve aktörler açısından araçsallaştırılabilmektedir.

15 Temmuz akşamı darbe girişiminin başladığı ilk saatlerde ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi batılı ülkelerin liderlerinin sessiz kalmayı tercih ettikleri görülmüştür. Fakat bu ülkelerin liderleri, girişimin başarısız olacağına kanaat getirdikleri andan itibaren, başta ABD Başkanı Barack Obama olmak üzere “demokratik yollarla seçilmiş hükümetin yanındayız” gibi açıklamalar yapmaya başlamıştır. Ayrıca bu ülkelerin medya sektörü de yöneticilerine paralel bir pozisyon almaktan geri durmamıştır.

15 Temmuz’da ABD Medyası

ABD açısından değerlendirildiğinde New York Times, Washington Post, USA Today, CNN ve FOX gibi ABD medyasının önde gelen haber mecraları 15 Temmuz darbe girişimin amaçlanan neticeye ulaşamayacağını gördükleri andan itibaren dikkatli bir çizgide hareket etmişlerdir. Örneğin New York Times 15 Temmuz kalkışması için “Tumult in Turkey: The Key Players” başlığı kullanılmıştır. Böylelikle herhangi bir maliyet üretmeyen bir pozisyon tercih edildiği söylenebilir.

Haberin başlığına bakıldığında Türkiye’deki ortamın bir kargaşa olarak değerlendirildiği görülecektir. Fakat, FETÖ mensuplarının İstanbul ve Ankara’da farklı bölgelerde F-16 uçaklarından atılan bombalarla yüzlerce insanı katletmesini, Genel Kurmay Başkanlığını ele geçirme çabasını, TRT’yi basarak bildiri okumasını ve Meclis binasını bombalamasını tarif ederken kargaşa kelimesi oldukça yetersiz kalmaktadır. İlave olarak kendi ifadeleri olarak kargaşadaki anahtar aktörlerden bahsetmek meseledeki asıl sorumluyu gözden ırak tutma çabasının sonucu olarak görmek makul bir değerlendirme olacaktır. Ayrıca, haberin içeriğinde AK Parti’nin yönetiminin ülkede sözde baskıcı bir yönetim kurduğu söylenirken özellikle FETÖ elebaşı Fetullah Gülen için oldukça ılımlı bir dil kullanıldığı da görülmektedir. FETÖ elebaşının sözde liberal İslam’ın temsilcisi olarak polis ve bürokraside fikirlerinin benimsendiğini ama orduda herhangi bir karşılığının olmadığı iddia edilmektedir. Böylelikle Amerikan ve uluslararası kamuoyuna FETÖ elebaşının meşru bir hükümete karşı herhangi bir darbe girişiminin bir parçası olamayacağı yönünde bir mesaj verilmek istenmiştir. AK Parti ve FETÖ’nün yanında CHP, Ordu, NATO ve Amerika’nın da önemli aktörler olduğu da vurgulanmaktadır.

Benzer bir haberi darbe girişiminden bir gün sonra 16 Temmuz 2016 tarihinde “USA Today” gazetesinde de görmek mümkündür.

Haberin öne çıkan noktası: FETÖ elebaşı Gülen’in Amerika’da sürgünde yaşayan kendi halinde emekli bir din adamı olarak lanse edilmesidir. Haber boyunca terörist ele başı Gülen, pozitif bir dil etrafında sunulmaktadır. Özellikle FETÖ’nün 1999’dan itibaren ABD’de sözde sürgünde yaşaması ve dolayısıyla Türkiye siyasetinden uzak durmasının darbe tartışmaları yapılırken üzerinde durulması gereken noktalardan biri olduğu ifade edilmektedir. Böylelikle FETÖ elebaşı darbe suçlamalarından bir şekilde uzak tutulmaya çalışılmıştır. Haber metnini okuyan herhangi bir batılı vatandaşın sözde kendi halinde bir çiftlikte yaşayan ve kendini dine ve diyaloğa adayan bir din adamının herhangi bir darbe girişimiyle ilişkilendirmesi oldukça zor olacaktır. Nitekim batılı medyada üretilen bu gerçek dışı FETÖ imajı Türkiye karşıtı farklı kesimler tarafından da sürekli olarak desteklenmektedir.

FETÖ’nün yıllar içerisinde Amerikan siyasetine, lobicilik sistemine ve medyasına angaje olması çabası ve bu durumun Türkiye karşıtları tarafından araçsallaştırılması FETÖ’yü temize çıkarma çabasını barındıran bir dili beslediğini söylemek gerekir. Örneğin FETÖ mensupları tarafından kurulan ”FDD | The Foundation for Defense of Democracies” ve ”Alliance for Shared Values” gibi kuruluşlar FETÖ’nün sözde barış ve diyalog gibi kavramlar etrafında ürettiği imajını beslemek için Türkiye karşıtı tüm aktörler ile yakın temas içerisinde yoğun bir çaba sergilemektedir. Bu kuruluşlarda aktif olarak yer alan FETÖ mensupları her fırsatta Türkiye’yi kötülemeye ve uluslararası arenada temelsiz ithamlarla baş başa bırakmaya çalışmaktadır. Örneğin Alliance for Shared Values (Ortak Değerler İttifakı) İcra Direktörü FETÖ mensubu Alp Aslandoğan, Vaşington’daki son NATO toplantısı vesilesiyle Newsweek dergisinde sözde Türkiye’nin NATO’nun demokratik değerlerine aykırı şekilde otoriter bir yönetime sahip olduğunu yazma cesaretini gösterebilmektedir. Bu durum, gerçek dışı Türkiye karşıtı herhangi bir iddianın batılı medya mecralarında kolaylıkla kendisine yer bulduğunu göstermektedir. Farklı bir ifadeyle FETÖ, Türkiye karşıtı her oluşum tarafından kullanışlı bir araç olarak görülmektedir. ABD’nin FETÖ elebaşı Gülen’i ve diğer önde gelen FETÖ mensuplarını Türkiye’nin haklı ve meşru taleplerine rağmen yıllardır iade etmemesi tam olarak bu durumun yansımasıdır.

Amerika özelinde FETÖ Charter School System üzerinden kurduğu eğitim ağı her yıl milyarlarca dolarlık bir gelir yaratmaktadır. Ülke genelinde yaklaşık olarak 218 sözleşmeli okulda 79 bin 681 öğrenci eğitim almaktadır. Ohio’daki Horizon Science Academy, Illinois’teki Concept Schools, Louisina’da Pelican Educational Foundation ve Teksas’da Austin Harmony Science Academy bunlardan sadece birkaçıdır.

Eğitim kurumlarının ürettiği gelir, özellikle Vaşington ve diğer batılı başkentlerde lobicilik faaliyetlerinde kullanılmaktadır. Lobi faaliyetlerinin temelinde iki unsur yatmaktadır: (1) FETÖ’nün genişlemesi & faaliyetlerini sürdürmesi, (2) Türkiye karşıtlığı. Her iki unsurun gerçekleşebilmesi için FETÖ mensupları yasa dışı dahil olmak üzere her türlü yola başvurabilmektedir. ABD, Romanya ve Güney Afrika gibi farklı ülkelerde ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları bu durumu teyit etmektedir. Özellikle Türkiye karşıtlığı meselesinde her türlü aktörle iş birliği aranmaktadır. İş birliğinin ürettiği çıkar ilişkisi Türkiye açısından olumsuz sonuçlar üretmektedir. Açıkçası tüm bunlar 15 Temmuz akşamı özellikle ABD yönetiminin neden sessiz kaldığını ve darbe girişimin bir şekilde başarılı olmasını beklediğini destekler niteliktedir.

16 Temmuz 2016’da Washington Post’ta yayımlanan Soner Çağaptay’ın makalesi de darbe girişiminin Türkiye’deki demokratik zemine zarar verdiği fikrini ortaya atarken aynı zamanda AK Parti yönetimi altında Türkiye’nin sözde otoriterleştiği fikri işlenmektedir. Bir anlamda 15 Temmuz darbe girişimine götüren sürecin baş sorumlusu olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gösterilmektedir. FETÖ mensuplarının başrolü aldığı 7 Şubat MİT Krizi ve 17-25 Aralık süreci Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gündemlerini derinden sarsmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde FETÖ ile mücadele örgüt mensupları kendi amaçları doğrultusunda askeri bir darbeye bile kalkışmıştır. Tüm bunları göz ardı ederek hedef saptırma çabası FETÖ’nün uyguladığı taktiklerden biridir.

Uluslararası siyaset açısından ABD yönetiminin 15 Temmuz darbe girişimi karşısında aldığı pozisyon için de ayrı bir parantez açmak gerekir. ABD yönetiminin Irak’ta ve Suriye’de PKK terör örgütüne ve uzantılarına verdiği desteğin yanında FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’e 1999 yılından günümüze ev sahipliği yapması darbe meselesinde ABD’nin tepkisini anlama noktasında açıklayıcıdır. Ayrıca bu durum Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimine yönelik siyasetini anlama konusunda da önemli bir referans noktasıdır.

ABD Yönetiminin FETÖ Darbe Girişimine Tepkisi

Vaşington yönetiminin Türkiye’deki darbe girişimine kısır bir zemin üzerinden geliştirdiği tepkisini / pozisyonunu birkaç ana nokta üzerinden değerlendirmek verimli bir analizi mümkün kılabilir. Bu kapsamda Türkiye’nin bölgesinde önemli bir aktör haline dönüşmesi, siyasi & askeri otonomisini genişletmesi ve bölgede Amerikan çıkarları karşısında belirli bir pazarlık gücüne ulaşması dikkatle değerlendirilmelidir. Tüm bunlar 15 Temmuz kalkışmasının ilk saatlerinden itibaren şekillenen ABD tepkisinin referans noktalarıdır.

15 Temmuz darbe kalkışması karşısında ABD adına ilk açıklamayı dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Moskova’da yapmıştır. Özetle Dışişleri Bakanı Kerry, Türkiye’de “barış, istikrar ve süreklilik umduğunu” söylemiştir.

Dönemin Başkanı Obama’nın Ofisi’nden açıklama ise darbe girişimi sonrasında gelmiştir. Açıklamada Türkiye’de demokratik yollardan seçilen sivil hükümete destek ifadesi kullanılırken herhangi bir Amerikalının bu süreçte zarar görmediği bilgisi de yer almıştır. Ayrıca açıklamada darbe girişimi sürecinde hayatını kaybedenlere yönelik birliktelik mesajı içeren cümleler de dikkat çekmiştir. Özetle herhangi bir aktör ayrımı gözetmeksizin tüm taraflara şiddetten uzak durma çağrısı yapılmıştır.

Bu açıklamada dikkat çeken en önemli nokta FETÖ mensubu darbecilerle vatan sevdalısı insanlar arasında herhangi bir ayrımın göze çarpmamasıdır. Beyaz Saray’ın bu açıklaması (darbe planlayıcılarıyla Türk halkı arasında bir fark görmemesi) bilinçli bir tercihin ürünü olarak ABD yönetiminin darbe girişimin Türkiye’de bir yönetim değişikliği getirmesini olumlu olarak karşılayacağına bir delil olarak gösterilebilir. Sonuç olarak, ABD yönetiminin darbe girişiminin başladığı ilk saatlerden itibaren net bir pozisyon almaktan uzak durduğu görülmektedir. ABD’nin aldığı pozisyonu meşru hükümete karşı kalkışmaya bir destek olarak da değerlendirmek mümkün görünmektedir.

Sonuç

15 Temmuz darbe girişimini, Türkiye’nin uluslararası siyaseti açısından önemli bir kırılma olarak değerlendirmek mümkündür. Özellikle batılı başkentlerin darbe girişimine tepkileri ve FETÖ mensuplarına ev sahipliği yapmaları, söz konusu Türkiye olduğu zaman evrensel demokratik değerlerin göz ardı edilebileceğini göstermiştir. Özetle şu sonuçlar çıkarılabilir:

İlk Tepki: Darbe girişiminin olduğu gece, ABD’nin ilk tepkisi bekle ve gör olarak değerlendirilebilir. Dönemin Dışişleri Bakanı John Kerry barış ve istikrar gibi muğlak ifadelere başvurdu.

Türkiye’ye Destek: Türkiye bir bütün olarak darbe girişimini püskürtünce ABD yönetimi Beyaz Saray üzerinden demokratik yollarla seçilen hükümete destek iletmek zorunda kaldı.

FETÖ’nün Rolü: Darbe girişiminin ardından ABD yönetimi ve medyası, FETÖ’nün darbedeki rolünü göz ardı ederek AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden bir çizgi takip etti.  Bu kapsamda FETÖ elebaşı Gülen, Pensilvanya’da yaşayan emekli bir din adamı olarak lanse edildi. Böylelikle olası bir iade talebinin önüne geçmek için uygun bir zemin hazırlandı.

İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü ile İlgili Sözde Endişeler: ABD yönetimi, darbe girişiminin ardından FETÖ ile mücadelede atılan adımları sürekli olarak sözde demokratik haklar üzerinden değerlendirme eğilimine girdi. Bu durumu darbeye katılan ve destekleyen FETÖ mensuplarına karşı yürütülen mücadeleyi zayıflatmak ve gerçek hedefi saptırma girişimi olarak değerlendirmek gerekir. FETÖ’nün ABD’deki lobi ve eğitim yapılanması, Türkiye karşıtlığının sürdürülebilir olmasına hizmet etmiştir. Günümüzde bu durum hala devam etmektedir.

Stratejik İlişki: ABD’nin PKK’nın yanında FETÖ’yü de desteklemesi Türkiye açısından güvenlik tehditleri oluşturmaya devam etmektedir. Tüm güvenlik endişelerine rağmen ABD ve Türkiye başta NATO olmak üzere farklı alanlarla temas halindedir. İkili ilişkilerin seyri açısından  terör meselesinde güvenlik endişelerini giderici adımlar atılması zorunludur.

Dr. Fatih Muslu, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu