Olaylı geçen bir haftanın ardından Fransa’da ikinci tur seçim sonuçları açıklandı. Çıkan sonuç ise Fransa’yı kaosa sürükledi. Hiçbir siyasi blok tek başına hükümet kurmayı sağlayacak çoğunluğu elde edemedi. 577 milletvekilinden oluşan Fransız Ulusal Meclisi’nde 182 koltuğu Yeni Halk Cephesi (NFP), Macron’un partisi Birlikte! (Ensemble) 168 koltuk ve Ulusal Birlik (RN) 143 koltuğa sahip oldu. Kalan 84 koltuk sol ve sağdan partiler arasında pay edildi.
Seçim döneminde aşırı sağı durdurmak için bir araya gelen Yeni Halk Cephesi ve Emmanuel Macron, seçim sonrası koalisyon yapmayacaklarını açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, seçim sonuçlarını kaotik olarak tanımladı. Hükümet belirsizliğe mi gidiyor sorusu akıllarda. Macron’un başbakan Gabriel Attal’ın istifasını reddetmesi ve geçici olarak hükümetin başkanı olarak kalmasını istemesi ile kriz derinleşti.
Fransa’da bu sonuçla karşılaşmamızın altında hangi faktörler yatıyor? İlk tura göre oldukça farklı bir tablonun ortaya çıkmasının sebebi ne? Macron neden başarısız oldu? Krizlerle boğuşan Fransa’yı neler bekliyor? Yeni hükümet kurulabilecek mi?
Kronik Hâle Gelen Ekonomik Sorunlar Fransa’yı Uçurumun Eşiğine Getirdi
Ülkedeki ekonomik sorunlar gittikçe derinleşiyor. Fransız halkı hangi lidere güvendiyse yarı yolda bırakıldı. 2017’de iktidara gelen Emmanuel Macron’un temel söylemi, kronikleşen ekonomik sorunlara hızlı ve kesin çözümler getirmekti. Aradan geçen 7 yılın ardından çözüm üretmek bir yana var olan sorunlar içinden çıkılmaz bir hâle geldi. Fransız ekonomisindeki sorunların temelinde ise kamu borcu ve borcun finanse edilebilmesi için getirilen düzenlemeler var.
2000 yılında Euro’nun Avrupa Birliği’nde ortak para birimi olarak kabul edilmesi sonrası, ülkelerin en önemli milli politikalarından olan para basma ya da ekonomideki tabirle senyoraj hakkı ellerinden alınmış oldu. Bu durum, sadece Fransa değil diğer AB ülkelerinin de milli ve özerk para politikaları izleyememesi sebebiyle ülkelerinde mali dengesizliklere yol açtı. Bu sıkışmışlıktan en çok etkilenen ülkelerden biri Fransa.
1974 Petrol Krizi ile beraber ilk defa bütçe açığı veren Fransa’da merkezi hükümet ilk yıllarda kamu açığı konusuna gereken önemi göstermedi. Avrupa ve Fransız siyasetinin akil kişisi kabul edilen Valéry Giscard d’Estaing’ın başkanlığı boyunca çözüm liberalleşmede görüldü. Giscard d’Estaing’in başbakanı ve 2000’li yıllarda Fransız siyasetinin merkezine oturacak Jacques Chirac’da bu dönemde izlenen politikaları destekledi. Ülkeye yabancı sermaye girişini destekleyen politikalar devam ederken özelleştirme dalgasıyla beraber kamu özel iştirakleri birer birer elden çıkarıldı. Bütçe açığının önünün alınması amaçlanırken istenilen sonucun tam tersi ortaya çıktı. 90 milyar dolar seviyelerindeki bütçe açığı, Giscard d’Estaing’in görev süresinin sonunda 112 milyar dolara kadar yükseldi.
1981’de Cumhurbaşkanı seçilen François Mitterrand ise Giscard d’Estaing’in izlediği politikaları terk edeceğini ilan etti. Özelleştirmeler durduruldu. Sosyal alanda liberal politikalar izlendi. Mitterand’ın en çok dikkat çeken söylemi ise De Gaulle’ün mirası 5. Cumhuriyet’e karşı çıkışıydı. Fransa tarihindeki ilk kadın başbakan Édith Cresson, Mitterand döneminde atandı. Bugün sıkça tartışılan Yeni Kaledonya’ya ilişkin yol haritası Mitterrand tarafından devreye sokuldu. Mitterand’ın en büyük hatası ise ekonomi politikaları yerine sosyal politikalara odaklanması oldu. Bu da Fransa’da sol siyasete olan güvenin zedelenmesi ve dolaylı olarak merkezin siyaset sahnesinden giderek silinmesine sebebiyet verdi. 112 milyar dolar olan bütçe açığını 255 milyar dolara çıkaran Mitterand, yerini Giscard d’Estaing’in başbakanı Jacques Chirac’a bıraktı.
Chirac’ın hayata soktuğu ilk uygulama kamu borcunun düşürülmesi için işçi haklarını azaltmak oldu. Bu hamlesini takiben KDV’yi yüzde 2 oranında yükselten Chirac, sağlıktan ulaşıma birçok alanda yeni düzenlemelerle vergileri de artırdı. Chirac’ın da kamu borcunun artmasını engellemeye yönelik adımları, kamu borcunu azaltamasa da artış hızını düşürmeyi başardı.
2007’de Sarkozy’nin gelişi, Fransız siyasetinde bir diğer dönüm noktasını teşkil ediyor. Diğer Cumhurbaşkanlarında olduğu gibi kamu borcunu düşürme vaadini seçim kampanyasında ele alan Sarkozy, diğer Cumhurbaşkanlarından farklı olarak göçmen ve sığınmacı kartına başvurdu. Bütçe açığının temel sebebinin göçmenler olduğunu dile getiren Sarkozy, gayrihukuki olarak Fransız topraklarına bir şekilde ulaşmış kişilere yapılan harcamaların kamu harcamalarında önemli bir kalem oluşturduğu söylemiyle yıldızını parlattı. Günümüzde Ulusal Birlik partisinin seçim kampanyasında göçmen ve sığınmacıları hedef tahtasına koyma alışkanlığını başlatan siyasi figür Sarkozy oldu. Bu dönemde Fransız aşırı sağının lideri Mareşal Jean-Marie Le Pen’in yabancı düşmanı söylemleri, Sarkozy sayesinde Fransız merkez sağ siyasetine öyle ya da böyle bir yol bularak girme fırsatını elde etti. Sarkozy iktidara geldiğinde 1,12 trilyon dolar olan kamu borcu Cumhurbaşkanlığının sonunda 1,88 trilyon dolara kadar yükseldi.
Kamu borcu serüveninde son sırada yer alan isim François Hollande, sosyalist cephede aradığı önerileri bulamayınca diğer siyasi hareketlerdeki çözüm önerilerine kulak kabartmaya mecbur kaldı. Çözüm umudunu o dönem finans alanında uzmanlaşmış Emmanuel Macron’da gördü. Bir siyasi hareket ya da parti geçmişi olmayan Macron, Fransız siyasetine yeni bir soluk getirmek isteyen Hollande’ın kare asıydı. 5 yılın ardından ortaya çıkan ise Macron’un sosyalist parti için Truva atı olduğuydu. Hollande’ın cumhurbaşkanlığında 1,88 trilyon dolar olan kamu borcu 2,2 trilyon dolara yükselerek Fransız tarihi açısında yeni bir rekor oldu.
Ekonomik verilerin kötü geldiği ve yaşam standartlarının günden güne düştüğü Fransa’da, ekonomik sorunlara çözüm amacıyla teknokrat bir isim olam Macron, siyaset sahnesine adım attı. Bakanlığı döneminde oldukça başarılı bir performans gösterdiği söylemiyle beraber iktidara yürüyen Macron, ülkedeki sorunlara çözüm reçetesinin hazır olduğunu iddia etti. Ekonomik reform paketlerinin birer birer açıklayan Macron, kamuoyunun tepkisini çekmemek için Fransa’daki en temel sorun kamu borcunun azaltılması için bu politikaların yutulması gereken acı ilaç olduğunu birçok platformda Fransız halkıyla paylaştı. İlk başkanlık dönemi sonunda ortaya çıkan tablo ise bu söylemlerin tam tersi. Hollande döneminde 2,2 trilyon dolar olan kamu borcu, Macron’un ilk başkanlık dönemi sonunda yüzde 50’den bir artışla 3,1 trilyon dolar seviyesine yükseldi.
ABD ekonomisinde Reaganomics ne ölçüde etkili olduysa Fransız ekonomisinde de Makronizm o kadar etkili oldu. Makronizm (Macronie) bu seçimlerde birçok siyasetçi ve gazeteci tarafından sıkça dillendirilen ancak Makronizm’in ne olduğuna dair bilgiler oldukça yüzeysel kaldı.
Makronizm Nedir? Kendi İçerisinde Tutarlı mı?
Makronizm ifadesi birçok yerde kullanılsa da içeriğine ilişkin detaylı bir bilgi paylaşılmıyor. Bunun altında yatan sebepse Macron’un beslendiği kaynaklar. Makronizm denilen ekonomi yaklaşımının beslendiği iki kaynak bulunuyor.
Macron’un beslendiği kaynaklardan ilki Fransız solunun önde gelen figürlerinden François Mitterand. Mitterand gibi Fransız müesses nizamını karşısına alan Macron, köklü gelenekleri yerle bir ediyor. 5. Cumhuriyetin başkanlık sarayı Elysée’den ziyade Orléans bölgesinde bulunan Versailles Sarayı’na yerleşmesi, dış politika yapımında Quai d’Orsay yerine kendi kurduğu 3 kişilik ekip üzerinden karar alması ve son olarak Fransa tarihinde ilk defa homoseksüel bir ismi başbakan ataması akla gelen örneklerden sadece birkaçı. Mitterand’ın sosyal politikalarından birkaçını benimseyen Macron’un esas ilham aldığı alan ise ekonomi. Mitterand dönemi Fransa’da sosyalist kökenli bir cumhurbaşkanlığı olarak anılan bir dönem. Mitterand idaresinin en dikkat çeken özelliği kamunun toplam istihdamındaki payında büyük bir artış görülmesi. Mitterand döneminde toplam işgücünün neredeyse %15’i kamuda istihdam edildi. Macron döneminde de neoliberal öğretinin aksine kamu personel alımları artırıldı. Macron öncesi 1000 kişiden 70 kişi kamuda istihdam edilirken bu dönemde 1000 kişiden 84 kişi kamuda istihdam edilmeye başladı. Macron’un beslendiği ikinci kaynak ise Fransız merkez sağının abidevi ismi Jacques Chirac. Kamu borcunun bir çığ gibi Fransa’nın üzerine devrileceği öngörülen Chirac dönemi bir bakıma vergiler dönemi olarak da adlandırılabilir. Bu dönemde KDV dahil olmak üzere birçok yeni vergi ile Fransız halkı yüz yüze geldi. Vergiden hareketle kamu bütçesini dengelemek isteyen Chirac’ın günümüzdeki bayraktarı ise Macron. Sarı Yelekliler hareketinden geçtiğimiz yıl yaşanan emeklilik eylemlerine kadar tüm sosyal hareketlerin fitilini ateşleyen faktör ekonomide vatandaşın sırtına yüklenen kamburun büyümesiydi.
Macron Fransası’nın Ekonomik Portresi
Siyasi bir ideoloji olmaksızın hareket eden Macron’un temel hedefi, Fransa’yı 21. yüzyıla uyumlu hâle getirmek, yani neoliberal ekonomi anlayışını Fransız toplumuna kabul ettirmekti. Seçim sonuçları sonrasında evdeki hesap çarşıya uymadı diye manşetler atılsa da Macron istediği sonuçları elde etmiş görünüyor.
Bir yandan gelirlerde düşüş görülürken bir yandan da kamu harcamalarındaki artış ne neoliberal öğreti ne de sosyalist ekonomi anlayışıyla örtüşüyor. Bu noktada Macron’un izlediği politika, ekonomik getirisi yüksek olan sektörleri desteklerken bir yandan da kamu istihdamını artırarak 2022’de elde ettiği halk desteğini koruyabilmek. Macron’un izlediği bu dengeleme siyasetinin olumsuz çıktısı, gelir farklılığının derinleştiği ülkede, adaletsizlik duygusunun körüklenmesi ve özellikle dar gelir grubuyla işçilerin mevcut ekonomi yönetimine duyduğu kızgınlığın artması. Ekonomi idaresine duyulan bu kızgınlık ise siyaset kurumuna duyulan güveni azaltıyor ve müesses nizam karşıtı partilere yönelik bir kayışı tetikliyor.
Fransız Siyaseti Büyük Bir Çıkmazda
Fransız ekonomisinin diğer AB ülkelerine göre görece zayıf bir performans sergilemesinin en büyük sebeplerinden birisi, kamu borcu artışı ve mali dengeyi sağlamak için artan vergi yükü. 1974’ten beri hiçbir Cumhurbaşkanı bunu başaramamıştı ve bu kervana en son Emmanuel Macron eklendi.
Macron’un ekonomi yönetimindeki gitgelleri diğer siyasi partilere büyük bir alan açtı. Bu seçim döneminde partilerin ajandalarına baktığımızda iki farklı ekonomi söylemi karşımıza çıkıyor. Seçimlerde en çok koltuğu elde eden Yeni Halk Cephesi (NFP) , Mitterandvari bir ekonomi politikasıyla seçmene seslendi. Sağlık ve eğitime bütçeden ayrılan payı artırılması, asgari ücretin 1350 eurodan 1600 euroya çıkarılması ve temel ihtiyaç maddelerinde verginin yüzde 10’dan yüzde 5’e düşürülmesi vaatleri seçmen nezdinden kabul gördü. Benelux ülkeleri ve Almanya’da asgari ücretin 2000 euro bandında olması ve Fransa’da ücret seviyesinin bu ülkelere göre düşük kalması en çok orta sınıfı etkilemişti. NFP’nin bu vaatleri, orta sınıfın aşırı sol olarak kategorize edilen Jean Luc Mélanchon’a rağmen NFP’ye olan teveccühünü artırdı.
Seçimlerde yüzdesel olarak koltuk sayısını en fazla artıran parti Ulusal Birlik’in (RN) sunduğu ekonomi politikası ise Chirac dönemine oldukça benziyor. Asgari ücret artışından ziyade emeklilik prim ödemelerinde %10’luk bir indirim, enerji faturalarına %10 destek sunan ve belki de en önemlisi düzensiz göçü durdurarak göçmenlere ayrılan ödeneklerin kamu hizmetlerine aktarılması vaatleri, düşük gelir gruplarında büyük bir yankı buldu. Örnek vermek gerekirse, Fransa’da göçmen kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Bouches-du-Rhône bölgesinde en fazla sandalyeyi RN elde etti. Bunun altında yatan ekonomik sebep, göçmenlere ayrılan ödenekten ziyade işgücü piyasasında göçmenlerin yarattığı etki ve sosyal konutlar. Düşük gelir gruplarının en çok şikayetçi olduğu konu saatlik asgari ücret. Bu gruptaki yaygın inanış, düzensiz göçmenlerin 10 euro bandında olan saatlik ücreti 8 euroya kadar indirdiği. Düşük gelir gruplarının şikayetçi olduğu bir diğer konuysa COVID-19 sonrası kira ücretlerindeki artış. Marsilya çevresinde 25 metrekare bir evin kirası COVID-19 öncesi 600 euro bandında iken şu anda 1000 euro seviyesine yükselmiş durumda. Bu da sosyal konutlara duyulan ilgiyi artırıyor çünkü bu konutlarda metrekare ücreti 9 euro seviyelerinde. Jordan Bardella ve RN’nin göçmen akışını durdurma vaadinin ekonomi çıktıları, düşük gelir grubunda göçmen kökenliler önemli bir yer tutsa dahi büyük bir yankı uyandırdı.
Macron’a duyulan güven azalmış olsa dahi RN’nin yükselişini durdurmak isteyen orta sınıfın bir bölümü ve yüksek gelir grubu, Macron’un partisinin seçimlerde 150 koltuk kazanması sağladı. Macron’a verilen oyların belki en de büyük sebebi yüksek öğrenim almış kişilerin ortalama gelirlerindeki artış. 2017 yılında yüksek öğrenim sahibi beyaz yaka, aylık 2750 euro seviyesinde gelir elde ederken şu an 3500 euro seviyesinde bir gelir elde ediyor. Bu gruplar, Macron’un izlediği ekonomi politikalarından faydalanıyor ve olası bir RN iktidarında diğer gelir gruplarıyla aralarındaki makasın kapanması istemiyor.
Partilerin ekonomi anlayışlarındaki farklılıklar ve seçmen üzerindeki keskin etkisi seçim sonuçlarına da yansımış durumda. Şu an hiçbir parti tek başına iktidar olamıyor ve partilerin ekonomi politikalarındaki bu keskin farklılaşma bir araya gelmelerine de engel oluyor. Hangi parti diğerine taviz verip ekonominin direksiyonun bırakırsa o parti iktidarı boyunca zarar görecek. Nitekim, Maliye ve Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, sosyalist parti ile olası bir ittifak olur mu sorusuna 7 senede elde ettiğimiz kazanımları hiçbir partinin yıkmasını istemiyoruz diyerek partiler arasındaki görüş ayrılığını da yansıtmış oldu. Geçtiğimiz pazartesi günü Başbakan Gabriel Attal’ın istifasını reddeden Macron, açıklamasında ülkedeki “istikrarın zedelenmesine” vurgulayarak elde edilen ekonomik kazanımlara da işaret etti. 2024 Olimpiyat Oyunları’nın getirdiği 8,9 milyar euroluk ekonomik külfet ortadayken olimpiyatların getireceği ekonomik getiriye bel bağlayan Macron için, öngörülen kazanımlar elde edilmeden yeni bir isme başbakanlık görevini tevdi etmesi çok da mümkün gözükmüyor. Kısacası, yıldan yıla ekonomik açıdan zayıflayan Fransa’da siyasi kavga ekonomi üzerinden dönüyor ve üçe bölünen Fransız toplumunda üç kesiminde ekonomik talepleri birbirlerinden taban tabana farklı.
Salih Kaya – Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Adayı