Suriye'yi Türkiye ile İlişkileri Normalleştirmeye Zorlayan Faktörler

Arap Baharı sürecinin başlangıcından itibaren Türkiye-Suriye ilişkileri önemli gerilimler yaşadı. Türkiye’nin bölgedeki otokratik rejimlerle iş birliği yapmak yerine Arap sokağının taleplerine kulak verme politikası bu gerilimin en önemli nedenlerinden biriydi. Ancak son dönemde Türkiye’nin bölgeye dönük dış politikasında önemli bir değişim ortaya çıkmaya başladı. 2020 yılını takip eden süreçte Türkiye başta Körfez ülkeleri ve Mısır olmak üzere Arap Baharı süreciyle birlikte ilişkilerin bozulduğu bölge ülkeleriyle ilişkilerini yeniden düzeltme çabası içine girdi. Suriye, Türkiye’nin ilişkilerini düzeltmek istediği en önemli ülkelerden biriydi. Ancak Beşşar Esed rejimi Türkiye’nin ilişkileri düzeltmeye yönelik tüm girişimlerini reddetti.

İsrail’in dokuz ayı geçen Gazze Savaşı ile birlikte Esed rejiminin Türkiye’ye karşı tavrında önemli bir değişim ortaya çıkmaya başladı. Suriye Devlet Başkanı Esed’in geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanlığı Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev ve beraberindeki heyeti Şam’daki kabulü sırasında yaptığı Suriye’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan tüm girişimlere açık olduğu açıklaması, bu değişimin en önemli göstergesi olarak okunabilir. Esed rejiminin Türkiye karşısındaki bu tavır değişikliğinin en önemli sebebi İsrail’in revizyonist politikaları karşısında Şam’ın yalnızlığının yol açtığı güvensizlik hissidir.

İsrail Karşısındaki Yalnızlık Hissinin Şam’da Yol Açtığı Güvensizlik

Suriye, İsrail’in kurulduğu 1948 yılından itibaren İsrail’le girilen her savaşta ön cephede yer almış pivot bir aktördür. “Suriye’siz savaş, Mısır’sız barış olmaz” cümlesi Suriye’nin bölgesel çatışmalardaki bu pivot rolünü vurgulamak için kullanılan yaygın bir ifadedir. İsrail’in Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri’ni halen işgal altında tutuyor olması iki ülke ilişkilerinde önemli bir gerilim kaynağı olmayı sürdürmektedir. İki ülke arasında, diğer Arap ülkelerinin aksine, bir barış anlaşmasının imzalanmamış olmasının en önemli gerekçelerinden biri de bu gerilimdir. Her ne kadar uzun yıllardır İsrail ile Suriye arasında doğrudan bir savaş yaşanmasa da İsrail’in Suriye rejiminin ana ulusal düşmanlarından biri olduğu hususunda şüphe yoktur.

İki ülkenin paylaşılan sınırlara sahip olması ve aralarındaki düşmanlık ilişkisine ilaveten İsrail ve Suriye arasında İsrail lehine mevcut olan güç asimetrisi, Suriye rejimini İsrail’i dengelemek ve İsrail’in Suriye güvenliği için oluşturduğu tehdidi sınırlamak için bir arayışa zorluyor.  Rejimin, İsrail karşısında temelde iki alternatifi bulunuyor; bölgesel güçlerle ittifakı güçlendirmek ve vekil güçler yardımıyla İsrail’i sınırlamak. İlk olarak; Suriye aleyhine mevcut olan güç asimetrisinden ötürü İsrail ile doğrudan bir çatışmayı göze alamayan rejim uzun yıllardır vekil güçler vasıtasıyla İsrail’i sınırlama siyaseti takip ediyor. “Suriye’nin başa bela olma kapasitesi” olarak adlandırılan bu yöntem sayesinde İsrail’in Şam’ı tehdit eden politikaları önemli ölçüde sınırlanıyor. İkinci olarak; bölgede İsrail karşıtı aktörlerle yakın bir iş birliği geliştirerek İsrail karşısında bir ağırlık noktası oluşturmaya çalışıyor.

Son dönemde Şam rejiminin İsrail karşısında bir ittifak kurmadaki başarısızlığı ve vekil güçler vasıtasıyla İsrail’e cevap verme kapasitesindeki zayıflama, Şam rejiminin İsrail karşısında elini zayıflatıyor. Geçmişte Arap dünyasının İsrail karşıtı politikası Şam’ın yalnızlığı için önemli bir çare sunmaktaydı. Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi bölgenin çatı örgütleri ve bölgenin önemli ülkeleri kısıtlı da olsa İsrail’in revizyonist politikaları karşısında sınırlayıcı bir etkiye sahipti. Bugün Arap dünyasının ve bölgenin önemli ülkelerinin İsrail’in revizyonist eylemleri karşısındaki kayıtsızlığı Şam’ı telaşlandıran önemli bir husus olarak duruyor. İkinci olarak son dönemde yaşanan bazı gelişmelerin bir sonucu olarak Suriye’nin “başa bela olma kapasitesini” de kaybettiğini söyleyebiliriz. Çünkü rejim iç savaşta önemli oranda yıprandı ve askeri endüstriyel kapasitesinin önemli bir kısmını kaybetti. Ayrıca ülkenin doğusunda ABD destekli bir terör örgütü yarı bağımsız bir yapı oluşturarak rejimin egemenlik haklarını ihlal ediyor. Bölgedeki ABD destekli YPG ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin Şam için oluşturduğu tehdit İsrail karşısında rejimi zayıflatan önemli bir faktör olarak duruyor. Esed rejimi, İsrail karşısında bir pozisyon almaya kalkarsa Suriye’nin kuzeyine ABD eliyle yerleştirilen terör örgütlerinin cephe gerisinde önemli bir tehdit oluşturacağı gerçeğinin farkındadır.

İsrail’in 2020’li yılların başlarından itibaren başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında işlediği ağır insan hakları ve uluslararası hukuk ihlallerine Arap dünyasının sessizliğinin aksine Türkiye her zaman sert bir biçimde karşı durdu. Başta Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi ülkeler İsrail’le normalleşerek Filistin meselesinde Filistinlilerin tezlerine mesafeli bir siyasete yönelmelerine rağmen Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde hep mesafeli kalmaya devam etti. Özellikle son dokuz aydan beri Gazze’de yaşananlar Filistin meselesinin başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyasındaki önceliğini kaybettiğini gösterdi. Ancak Türkiye bu dönemde de Filistin meselesini her platformda güçlü bir biçimde savunmaya devam etti.

Türkiye ile Arap dünyasının önemli aktörlerinin Filistin meselesindeki vizyonlarında yaşanan bu farklılaşma Suriye’nin dikkatinden kaçmıyor. Temelde Esed rejimi Türkiye ile ilişkileri normalleştirerek İsrail karşısında hissettiği yalnızlıktan kurtulmak ve Suriye’nin kuzeyinde rejim için de tehdit oluşturan terör yapılanmalarına karşı daha güçlü bir cephe oluşturmak istiyor. Netice itibariyle rejimin, Türkiye’yi İsrail karşısında bir ağırlık noktası olarak görme eğilimi dikkat çekiyor. Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi Türkiye açısından da önemli kazanımlar sağlayabilir. Mülteci sorununun çözümü ve Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşan terör tehdidine karşı koymak için Suriye ile iş birliğinin Türkiye’ye avantaj sağlama ihtimali vardır.

Son dönemde, İsrail’in revizyonist siyaseti Orta Doğu bölgesinde yeni oluşumları teşvik ediyor. Bir yanda İsrail’in revizyonist siyasetine kayıtsız kalan ve Filistin meselesini ikincil derecede önemli gören Arap dünyasının önemli ülkeleri diğer taraftan ise İsrail tehdidini önemseyen Türkiye, Suriye ve İran gibi aktörler bulunuyor. Son dönemde Esed rejiminin Türkiye’ye karşı tavrında yaşanan değişim, Arap dünyasının İsrail revizyonizmi karşısındaki kayıtsızlığının yol açtığı yalnızlıktan kurtulmak ve İsrail tehdidini dengelemek için Türkiye’ye olan ihtiyacından kaynaklanıyor.

Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü Bölüm Başkanıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu