Putin Rusya’sının, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle oluşmuş dünya düzenine başkaldırmasıyla, uluslararası sistem İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarını aratmayacak kadar tehlikeli bir sürece evirilmiştir. İki kutuplu dünya düzeninde yaşanmış krizlerin ve tehditlerin benzerleri (bölgesel çatışmalar, nükleer tehditler) günümüzde daha tehlikeli bir şekilde kendisini göstermektedir. Uluslararası sistemin tek kutupluluktan çok kutupluluğa dönüşümü ABD önderliğindeki Batı dünyası için bir tehdit, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle süper güç konumunu kaybetmiş Rusya için ise bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Uluslararası sistemdeki Rusya-Batı rekabeti kendisini bölgesel çatışmalarda, ekonomik ve askeri ittifaklarda, liderlerin söylemlerinde göstermektedir. Uluslararası sistemin yeni bir düzene ihtiyacı var, fakat bu düzenin nasıl oluşturulmasına ilişkin farklı yaklaşımlar, içinde bulunduğumuz dünyamızın sonuçları öngörülemeyecek ve kazan-kaybet stratejisiyle sonuçlanacak küresel bir savaştan geçmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu analizde, her iki güç merkezinin rekabet alanlarına değinilmekte ve uluslararası sistemin ne tür tehditlerle karşı karşıya kalabileceği öngörüsünde bulunulmaktadır.
Yeni Dünya Düzensizliğinden Rusya’nın Beklentileri
ABD hegemonyasındaki tek kutuplu dünya düzenine Rusya’nın başkaldırması, aslında 1990’lı yılların ortalarında Kremlin’deki Batı karşıtı güçlerin iktidardaki etkisinin artmasıyla başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra bölgesel bir güce dönüşmüş Rusya’nın, kendisini yeniden küresel bir güç olarak kabul ettirebilme girişimleri ise Putin’in iktidara geldiği yıllara tekabül etmektedir. O tarihten itibaren günümüze kadar Rusya’nın kabul etmiş olduğu tüm askeri ve dış politika doktrinlerinde Rusya’nın küresel bir güç olduğuna vurgu yapılmış ve uluslararası sistemin çok kutuplu olması gerektiği belirtilmiştir. Putin’in Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmalarında ise ABD’nin Rusya’nın çıkarlarını görmezden gelerek izleyeceği politikaların sonuçlarının uluslararası sistemi olumsuz etkileyeceğini ifade etmesi, günümüzdeki rekabetin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
1990’lı yıllardaki ekonomik, politik ve askeri olarak zayıflamış Rusya’nın yeniden küresel bir güç olarak ortaya çıkabileceği ABD’de öngörülememiştir. 20.yüzyıl sonlarında NATO’nun ilk genişlemesi, 21.yüzyılın başlarında Rusya’nın çıkar alanları olarak gördüğü ve jeostratejik önemi olan coğrafyalarda (Gürcistan, Ukrayna) renkli devrimler sonucunda Rusya karşıtı iktidarların oluşturulması, AB’nin ve NATO’nun Doğu Avrupa devletleri ile genişleme süreçleri Kremlin’i çevreleme politikalarının bir aşaması olmuştur.
NATO’nun 2008 yılında gerçekleşmiş Bükreş Zirvesi’nde kapılarını Gürcistan ve Ukrayna gibi devletlere açabileceği kararı sonrasında Rusya-Gürcistan savaşının patlak vermesi, Rusya-Batı arasındaki sıcak rekabetin ilk adımı sayılabilir. Bu ilk sıcak rekabetten Rusya, Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgelerinin (Güney Osetya ve Abhazya) bağımsızlığını tanıyarak, Batı dünyası ise post-Sovyet coğrafyasındaki Rusya karşıtı iktidarlara gereken desteği veremediği nedeniyle imaj kaybederek çıkmıştır.
Rusya- Batı arasındaki rekabetin bir sonraki aşaması, Ukrayna’daki Maydan Devrimi (Şubat 2014) sonrasında Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesiyle yaşanmıştır. Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine götüren sürecin arka planında Kiev’deki Rusya karşıtı güçlerin iktidara getirilmesiyle yaşandığı bilinmektedir. Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesiyle başlamış savaşta “başarılı” olup olamayacağı öngörülemese de Kremlin’in yakın çevresindeki ve jeostratejik önemi olan bir bölgeyi kaybetmemek uğruna nükleer silah kullanma dahil her türlü senaryoyu gözden geçirdiği tahmin edilebilir.
Arap Baharı sürecinin ilk dönemlerinde Medvedev iktidarındaki Rusya’nın, Orta Doğu’da (Libya ve Mısır’daki rejim değişiklikleri) Batılı politikaları desteklemesi, Suriye’deki Rusya çıkarlarının tehlikeye girmesiyle son bulmuştur. 1990’lı yıllardan sonra ilk defa olarak Rusya, yakın çevresinden kenarda bir ülkeye (Suriye) askeri müdahalede bulunmuştur. 2015 yılında Rusya’nın beklenmedik bir anda Esad rejimini korumak amacıyla Suriye’ye askeri müdahalesi, Suriye merkezli Orta Doğu politikasını da yeniden şekillendirmeye başlamıştır.
Ekonomik ve Askeri İttifaklarla Batı’yı Dengeleme Hamleleri
Rusya, kendisinin Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu bir güç olmaktan uzak olduğunun ve Batılı devletlerle tek rekabet etmenin kapasitesi dışında olduğunun farkındadır. Bu nedenle, ekonomik ve askeri ittifaklarla Batı karşıtı devletlerle işbirliğini geliştirmiştir. Rusya’nın, 1990’lı yıllarda kurduğu ekonomik ve askeri yapılanmalar genellikle post-Sovyet coğrafyasındaki çıkarlarını korumak amaçlı olmuştur. Putin’in iktidara gelmesiyle ve özellikle Batının genişlemesini tehdit olarak algılamasıyla birlikte, Rusya’nın içinde bulunduğu veya güdümünde kurulmuş askeri (Şanghay İşbirliği Örgütü, KGİÖ) ve ekonomik yapılanmaların (Avrasya Ekonomik Birliği, BRICS) oluşumu direk olarak Batının yayılmacılığını hedef almıştır.
Son yıllarda, Afrika coğrafyası da Rusya ve Batı arasında önemli rekabet alanlarından birine dönüşmüştür. Özellikle, Vagner yapılanmasının ortaya çıkmasıyla Kremlin’in Afrika’daki Batı karşıtı darbeci rejimleri destekleme girişimleri bu rekabetin Afrika boyutunu oluşturmuştur. Bu nedenle, bölgesel ittifaklarla kısa vadede ABD’nin hegemonyasını veya farklı çatışma bölgelerinde rakip olan Batılı devletlerin (Afrika’da Fransa, Orta Doğu’da ABD) etkisini zayıflatmayı planlamaktadır. Son dönemlerde bazı Afrika devletlerinde Fransa karşıtı rejim değişikliklerinin Rusya’nın etkisiyle gerçekleştiği bilinmektedir.
Farklı bölgeler uğrunda Batı ile rekabette ise, Rusya Çin veya diğer bölgesel güçlerle iş birliği içinde ABD etkisini zayıflatma politikası izlemektedir. İsrail-Filistin çatışmasında İslam devletleri ile iş birliği içinde İsrail’in bölge politikalarına karşı çıkmakta ve ABD’nin Arap dünyasıyla ilişkisini zayıflatmak istemektedir. Rusya-Türkiye ilişkilerinin Kremlin açısından önemli bir boyutunu da NATO içerisinde çatlak oluşturabilme niyeti belirlemektedir. BRICS veya Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılanmaların son yıllarda yeni üyelerle genişlemesini desteklemek politikası aslında Kremlin için Batı dünyasının karşısında hem ekonomik hem politik olarak etkili gözükmek niyetinden kaynaklanmaktadır.
Bugün Batı dünyası Rusya’yla rekabet etse de Ukrayna örneğinde olduğu gibi Kremlin’e karşı hibrit bir savaş yürütmektedir. Ukrayna’da savaş devam ederken, Rusya da benzer şekilde farklı coğrafyalarda ABD’nin aktif veya pasif olarak içinde bulunduğu çatışmaların artmasını istemektedir. Örneğin, Asya-Pasifik bölgesinde Kuzey Kore ve Güney Kore arasında olası bir çatışma, Çin’in Tayvan’a müdahalesi ihtimali, İsrail-Filistin çatışmasının devam etmesi, Afrika’da Batı karşıtı darbelerin gerçekleşmesi, Batılı devletlerin Rusya-Ukrayna savaşına olan ilgisini azaltabileceği gibi, ABD önderliğindeki Batı dünyasının imaj kaybetmesiyle de sonuçlanabilir.
Sonuç Yerine
Uluslararası sistemin reformlara ihtiyacı olduğu kesin olsa da mevcut düzensizlikte ne Rusya’nın ne de ABD’nin “kazan-kazan” stratejisiyle küresel sorunları çözebileceği gerçekçi değildir. Günümüzün çok kutuplu dünyasında Çin gibi bir gücün, sahip olduğu konumundan vazgeçerek sistemi kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmek istemesi de süreci çıkmaza sokmaktadır. Batıyı dengeleyebilmek uğruna Rusya, kendisinin özellikle ekonomik olarak Çin’e bağımlılığının artmasına karşı çıkamamaktadır.
Uluslararası sistemin yeniden yapılanması kaçınılmazdır. Fakat Vestfalya Antlaşması’ndan günümüze kadar geçen süreçte oluşmuş düzensizliklerin çözümünün dönemsel olarak bölgesel ve küresel savaşların sonuçlarıyla değiştiği gerçeği, günümüzdeki düzensizliğin giderilmesi için de bir olasılık olarak değerlendirilebilir.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan 30 sene sonra Batı ve Rusya arasında günümüzdeki bir kriz yaşanabileceğini tahmin etmek zordur. 1990’larda Rusya’nın yakın çevresinde uyguladığı neo-emperyal politikalara Batı’nın sessiz kalması, 2008 yılında Gürcistan savaşı sonrasında Kremlin’le ilişkileri devam ettirmesi ve Kırım işgali sonrasında ekonomik yaptırımlar uygulamakla yetinmesi Rusya’nın etki alanını ve saldırganlığını genişletmek politikalarına engel olmadı. Ukrayna’nın işgaliyle Rusya-Batı rekabetinde Avrupa’nın güvenliği söz konusu olduğunda Batı dünyası çoğunlukla Kremlin’e karşı birleşebildi.
Böyle bir rekabette Batı dünyasının “yıkılacağı” ihtimali çok zayıftır. Batılı devletlerin mevcut rekabetteki nihai amacı, Putin Rusya’sının ekonomik ve askeri olarak mağlup edilmesidir. Son iki senede Batı dünyasının farklı alanlarda Rusya’yı uluslararası sistemde tecrit politikaları da Putin Rusya’sının kaybetmesine odaklanmıştır. İlk yıllarda daha pasif yaptırım kararları alınsa da, son aylardaki özellikle Ukrayna yanında izlenen askeri politikalar Batılı devletlerin Rusya’yla olası bir Rusya-NATO savaşını göze aldığını göstermektedir. Ukrayna, Rusya’nın kaderini belirleyecek bir savaş olarak ve Batı dünyası için de bir fırsat olarak gözükmektedir.
Tarih tekerrür etmektedir ve post-Putin döneminde Rusya’nın varlığının bile tartışmalı olabileceği iddia edilebilir. Rusya’nın uzun vadede Sovyetler Birliği’nin kaderini yaşayarak sınırlarının Çarlık Rusya’nın kurulduğu yıllara kadar küçülebilme ihtimali daha gerçekçidir. Demografik bir krizin eşiğinde olması da Rusya’yı dezavantajlı duruma düşürmüştür. Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar ve Ukrayna’da çatışma devam ettiği sürece, Kremlin’in ekonomik, askeri ve siyasi çöküşü de kaçınılmaz olacaktır.
[Dr. Elnur İsmayıl İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir.]