Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partiler beklenenin de ötesinde bir ivme kazandı. Kıta Avrupası’nın iki öncü ülkesi Fransa ve Almanya’da çıkan sonuçlar ilgili ülkelerin ulusal siyasetlerinde dalgalanmalara yol açtı. Fransa’da Macron meclisi feshetti ve erken seçim kararı aldı. Almanya’da ise Şansölye Scholz’un partisi SPD aşırı sağcı AfD’nin gerisine düştü. Muhalefet partileri en yüksek perdeden Almanya’da da erken seçim çağrılarında bulunuyor. Seçim sonuçlarına binaen doğal olarak Avrupa ve Türkiye’de aşırı sağın yükselişi ve ırkçılık meselesi ön plana çıktı. Fakat aşırı sağ ve ırkçılık kadar Avrupa siyasetini domine eden ve seçim sonuçlarını etkileyen ve gözlerden kaçan bir başka unsur, Avrupalı seçmenlerin alternatif politika arayışı. Yazıda aşırı sağın yükselişinin temel nedenlerinin yanı sıra bahse konu olan alternatif politika arayışının diğer partilerin yükselişinde oynadıkları rol ele alınacaktır.
Avrupa’nın Siyasi Düşüşü
Son Avrupa Parlamentosu seçimlerini ya da Suriye İç Savaşı ile gündeme gelen, Ukrayna-Rusya Savaşı ile ivme kazanan mülteci akınlarını baz alarak Avrupa’nın siyasi manada yok olmaya yüz tuttuğunu iddia etmek şu aşamada abartılı bir yorum olacaktır. Lakin diğer taraftan AB’nin hem içeride hem de sınırlarının ötesinde yaşanan farklı türlerdeki krizlere verdiği, daha doğrusu veremediği tepkileri göz önünde bulundurursak Avrupa’nın siyasi anlamda ciddi bir düşüş içerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Avrupa’nın, bilhassa Almanya, Fransa ve İtalya gibi Avrupalı başat aktörlerinin siyasi bir kabızlık içerisinde olmasının etkilerini sadece AB vatandaşları değil, AB’nin uluslararası krizlerde çözüme katkı sunması beklenen meselelerin tarafları da hissetmekte. Uluslararası krizlerde AB’nin aktif bir rol oynayamayışı ve çözüme katkı sunamaması son yıllarda özellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Ukrayna-Rusya özelinde AB’ye mülteci krizi suretinde yansıdı.
Avrupalı ülkelerin var olan siyasi elitlerinin ulusal sorunlara çözüm üretememesi ise popülist sağ ve sol partilerin yükselişi olarak iç siyasete yansıdı. Avrupa’da ulusal düzeyde yaşanan siyasetsizliğin (siyasi çözüm üretememe) ve halkın tepkisi genel olarak üç ana başlıkta toplandı diyebiliriz: Ekonomi, mülteci meselesi ve Ukrayna-Rusya Savaşı.
Avrupa’da Aşılamayan Krizler
Avrupa’da İspanya, Yunanistan gibi ülkeler ekonomik krizi 2008 yılından günümüze farklı seviyelerde hissediyordu. 2020 yılında pandeminin etkisini göstermesiyle ekonomik anlamda durağan seyreden Almanya gibi hükümetler de sarsıldı. Özellikle yüksek enflasyon Almanya gibi ülkelerde II. Dünya Savaşı’ndan sonra en yüksek oranına ulaştı ve halkın fakirleşmesi ve zenginliğinin erimesiyle sonuçlandı.
İkinci temel bir mesele ise Suriye İç Savaşı ile yüzbinlerce insanın Avrupa’ya akın etmesi, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerle Kuzey Afrika’da yaşayan insanların da katılımıyla milyonlarca insanın çoğunlukla yasa dışı yollarla Avrupa’ya göç etmesi sonucu ortaya çıkan mülteci sorunu. Mülteci sorununun ekonomik göstergelerin zayıflamaya başladığı bir döneme denk gelmesi yükselen yabancı düşmanlığını pekiştiren ayrı bir unsur oldu. Mülteci akınlarının regüle edilmesini, sayısının azaltılmasını bekleyen yerel halkın taleplerine ana akım siyasi partilerin yeterli reaksiyonu gösterememesi aşırı sağ ve sol popülist partilerin güçlenmesine yol açtı.
Ekonomi ve mülteci meselesinin üstüne 2022 yılında başlayan Ukrayna-Rusya Savaşı hem bir yönüyle Avrupa’ya akın eden 4 milyon Ukraynalı mülteci sebebiyle mülteci sorununun derinleşmesine hem de yıllardır refah toplumu içerisinde barışçıl bir siyasi çevrede yaşamaya alışmış Avrupalı halkların savaş tehdidini yanı başında bulmasına sebep oldu. AB vatandaşlarının ekseriyetinin Ukrayna-Rusya Savaşı’nda taraf olunmaması, savaşın diplomatik yöntemlere başvurularak bir an önce bitirilmesine yönelik talepleri mevcut iktidarlar tarafından karşılık bulmadı. Aksine, Almanya, Fransa gibi ülkeler Ukrayna’ya olan desteklerini artırdı, savaşa neredeyse doğrudan müdahil olma raddesine geldi.
Avrupa’da Statüko Karşıtı Alternatif Arayışı
Siyasi problemlerin ve krizlerin yıllardır üst üste bindiği, gelen ana akım partiler tarafından bir türlü çözülemediği siyasi bir atmosferde alternatif, mevcut siyasi elitlere rakip olma hüviyeti taşıyan figürler ve partilere alan açıldı. Dikkatleri doğal olarak aşırı sağ partiler çekerken, AP seçim sonuçları incelendiğinde hiçbir siyasi gruba dahil olmayan partilerin ve grupların koltuk dağılımındaki oranlarını 4 katına çıkardıkları, 3,4’ten 13,61’e yükseldikleri görülmektedir.
Almanya özelinde incelediğimizde, aşırı sağ parti AfD’nin yakaladığı ivmenin ve büyük çıkışın yanı sıra, Die Linke partisinden ayrılan ve kısa bir süre önce BSW isminde kendi partisini kuran aşırı solcu Sahra Wagenknecht’in girdiği ilk seçimde eski partisi Die Linke’nin üç katına yakın bir oy alarak 6,2 oranına ulaştığı görülüyor. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda Avrupa geneline yansıyan siyasetsizliğin ve krizlere karşı mevcut siyasi elitlerin gösterdiği başarısızlığın seçmen nezdinde artan bir tepkiye sebep olduğu ve insanları alternatif yollara sürüklediği bariz bir şekilde anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak Avrupa ve ABD’de demokrasinin büyük bir krize doğru sürüklendiği rahatlıkla söylenebilir. Aşırı sağ popülist partilerin yükselişi olarak gündemi meşgul eden tartışmaların ve gelişmelerin derinlerine inildiğinde aslında bir ‘statükonun siyaset üretememe’ krizi olduğu görülüyor. Seçmenlerin önemli bir çoğunluğu, sayıları her geçen gün biraz daha artarak statükoya, mevcut siyasi elitlere başkaldırmakta ve önlerine sunulan alternatif kişi ve partilere daha da fazla meyletmektedir. Batılı demokrasilerin yaralarına müdahale edilmemesi, yoğun bir tedavi sürecine tabi tutulmaması hâlinde ‘’yaşlı ve hasta Batı siyasi düzeni’’ bir daha toparlanamamak üzere yıkılabilir.
[Dr. Ayhan Sarı Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır]