Modi'nin Yeniden Başbakan Seçilmesi Hindistan'ın Dünya Sahnesindeki Rolü Açısından Ne Anlama Geliyor?

Hindistan’da yapılan son genel seçimlerde Başbakan Narendra Modi üçüncü dönemi kazanmasına karşın lideri olduğu Bharatiya Janata Partisi (BJP) parlamentodaki salt çoğunluğunu kaybetti. Modi’nin siyasi statüsünün zayıflamasının Hindistan’ın iç ve dış politik ilerlemesine ne ölçüde etkileri olabilir ya da olur mu? Okuyacağınız analiz, bu konulara açıklık getirme kaygısı ile kaleme alınmıştır.

Hindistan’ın 2024 Genel Seçim Sürecinde Neler Yaşandı?

Hindistan’da 19 Nisan’da başlayan ve altı hafta boyunca yedi aşamada gerçekleştirilen genel seçimler oyların sayıldığı 4 Haziran’da sona erdi. Bu seçimler, ülkenin 1952’de dört aydan fazla süren ilk ulusal seçimlerinin ardından ikinci en uzun süreli genel seçimler olarak Hindistan’ın siyasi tarihinde kayıtlara geçti. Hindistan’da seçimlerin bu kadar uzun sürmesinin ana nedeni, seçmen sayısının çokluğu ve sürecin güvenliğini sağlama ihtiyacı olarak özetlenebilir. 2024 genel seçimlerinde yaklaşık bir milyara yakın bir kayıtlı seçmen söz konusuydu.

Son seçimler, toplam 543 sandalyeye sahip parlamentonun alt meclisi olan Lok Sabha için yapıldı. Hindistan’ın parlamenter sisteminde bir partinin hükümet kurabilmesi, Lok Sabha’da çoğunluğu elde etmesi için 272 sandalyeye ihtiyacı var. 2019 seçimlerinde BJP tek başına 303 sandalye elde ederek açık bir çoğunluk elde etmişti. İktidar koalisyonu, Ulusal Demokratik İttifakı’ndaki (NDA) ortakları ile birlikte bu seçimden sonra 353 sandalyeye sahipti.

Yeni sonuçlanan seçimlerde BJP, çoğunluk için gereken 272 sandalyenin oldukça altında kaldı ve 282 sandalyeye ulaştığı 2014 ya da 303 sandalye kazandığı 2019’daki performansının çok daha gerisinde olarak yalnızca 240 sandalye toplamayı başardı. NDA’daki ortakları da pek başarılı olamadı. Şu anda üç düzineden fazla partiden oluşan ittifak ortakları 53 sandalye elde ederek NDA ittifakının toplam 293 sandalyeye ulaşmasını sağladı ve bu da koalisyonun parlamentoda çoğunlukta olmasını garanti ediyor. Bu toplam kuşkusuz BJP’nin 2019’da tek başına elde ettiğinden çok daha küçük.

Dolayısıyla bu sonuçlar biraz şaşırtıcı çünkü son birkaç aydaki genel beklenti BJP ve NDA’nın parlamentodaki konumunu 350-400 sandalye ile iyileştireceği yönündeydi. BJP’nin zorluklarla karşı karşıya olduğuna dair kuşkunun tek nedeni, seçimin son aşamalarında Modi’nin giderek daha da sertleşen bölücü söylemleri oldu.

Hindistan Siyasetinde En Güçlü Dönemini Yaşayan “Hindutva İdeolojisi” Nedir?

Başbakan Modi’nin ve ayrıca diğer BJP adaylarının, 44 gün süren 2024 genel seçim sürecinin ortalarından itibaren volümünü artırdığı söylemleri çoğunlukla Hindistan’ın Müslümanlarını hedef alıyordu. Hindistan’da 2011’den bu yana nüfus sayımı yapılmamış olsa da 200 milyonun üzerinde bir Müslüman nüfusu olduğu biliniyor ki çeşitliliğin çok olduğu ülkede bu sayı ülkedeki en büyük azınlığı ifade ediyor. Modi ve diğer BJP adaylarının sert söylemlerinin bir dayanağı var. Bunu anlamak için biraz Hindutva ideolojisinin irdelenmesi gerekiyor.

Hindistan’ın çok büyük çoğunluğu Hindu inanışına bağlıdır. Hindutva ideolojisi ise sözcük olarak Hinduluk anlamına gelir ve Hindu milliyetçiliğini gözeten aşırılıkçı bir felsefeye işaret eder. Bu felsefenin yayılmasında ve güçlenmesinde ve bir ideoloji olarak yapılanmasında, Hindistan’daki en güçlü örgütlenme biçimini sembolize eden Ulusal Gönüllü Organizasyonu – Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) yapılanmasıdır. Paramiliter bir örgüt olan RSS, Hint toplumunun her kesiminde varlığını geliştiren ve Modi’nin yönetimi altında iktidardaki siyasi parti BJP’yi de içeren Sangh Parivar, Sangh/örgüt ailesi, isimli geniş bir örgütler grubunun atası ve lideridir.

1925 yılında kurulan örgütün temel amacı, Hindistan’daki (ve hatta Hindistan coğrafyasının İngiliz sömürgecilik dönemindeki geçmişinin etkisiyle tüm Güney Asya bölgesindeki) Hindu topluluğunu birleştirmek ve bir “Hindu Rashtra” (Hindu Ulusu) oluşturmaktır. Bu amacın ana motivasyonu ise -bir çeşit Yahudi Siyonizmine benzer bir şekilde- “saf ırk” anlayışıdır ve dolayısıyla Hindistan’ın en büyük ve güçlü azınlığını oluşturan Müslümanlar ise bu anlayışın “ötekisini” veya başat tehdit unsurunu teşkil ediyor.

Buradan hareketle seçimlerde Müslüman oyları BJP’nin en büyük kaygısı olmuştur. Bir başka anlatımla bu seçimlerde ülkede Müslüman oylarının gücünün yeniden keşfi yaşandı. Örneğin, 80 sandalye ile Parlamento’da en fazla sandalyeye sahip olan Uttar Pradesh ve 42 sandalyesi olan Batı Bengal’deki sonuçlara bakıldığında, Hindistan’ın kurucu partisi ve son dönemlerde ana muhalefet partisi olan Kongre Partisi’nin liderliğindeki Hindistan Ulusal Kalkınma Kapsayıcı İttifakı (INDIA) bileşenleri bu kez Modi ve BJP’nin başında olduğu NDA’dan daha büyük bir oy payına sahip olduğu görüldü ki Müslümanlar blok halinde oy vermeden bu başarıya asla ulaşılamayacaktı. Müslümanların her zaman BJP’yi yenmek için “stratejik olarak” oy verdikleri gözlemlenmiştir. Bu arada, Uttar Pradesh nüfusunun yüzde 20’sinden fazlası ve Batı Bengal nüfusunun kabaca yüzde 35’i Müslümanlardan oluşuyor, ancak Hindistan’da 2011’den bu yana nüfus sayımı yapılmadığı için tüm rakamların yuvarlanmış ve yaklaşık değerler olduğunun yeniden not edilmesi gerekiyor. Ve esasen Hint kuşağının kalbi olan Uttar Pradesh’in toparlanmaması halinde ise BJP’nin düşüşü kronik bir hal alabilir. Ayrıca, yeterli sayıda Hindu ile ortaklık halinde, Müslüman oylarının gücünün geri dönmesi, ülkenin gelecekteki siyasetinin göze çarpan göstergesi olarak görülebilir.

Siyasi Olarak Zayıflamış Modi’nin Üçüncü Döneminin İç ve Dış Politikaya Nasıl Bir Etkisi Olur?

BJP bu seçimde beklenenin altında bir performans sergileyerek salt çoğunluğunu kaybettiği için artık müttefikleri ile koalisyon halinde hükümeti kurması söz konusudur. Bu şaşırtıcı sonucun spesifik politika sonuçlarının ne olacağı belli değil. Bazı söylentilere karşın koalisyonun istikrarlı olması muhtemel. Açıkçası BJP’nin kendi hakim çoğunluğunu kaybetmesinin Modi’nin ulusal gündemi veya dış politikası üzerinde doğrudan bir etkisinin olması pek olası görünmüyor. Seçimde parçalanmış muhalefet, Modi’nin ezici gücünü durdurmak için birleşti. Bunu bir dereceye kadar da başardılar. Ancak ortak bir gündem veya lider olmadan kalırsa muhalefet birliğinin ayakta kalması pek olası değildir. Modi’nin güveneceği müttefik partiler, hiçbir ulusal vizyon veya fikri olmayan veya genellikle iç işlere odaklanan eyalet gruplarıdır. Diğer bir deyişle koalisyon ortaklarının çoğu, BJP’ye daha çok ihtiyaç duyan küçük ve önemsiz partilerdir. Aynı zamanda, Hindistan’ın güneyindeki Andhra Pradesh’ten 16 sandalye kazanan Telugu Desam Partisi (TDP), Hindistan’ın kuzeyindeki Bihar’dan 12 sandalye kazanan Janata Dal (United) ve Hindistan’ın batısındaki Maharashtra’dan 7 sandalye kazanan Shiv Sena gibi birkaç önemli partiyi daha içeriyor. Ancak bu kilit ortaklardan hiçbiri, desteğini çekerek hükümeti tek başına devirme gücüne sahip değildir; bu da onların BJP ile pazarlık gücünü önemli ölçüde azaltır. Dolayısıyla güçleri bir miktar azalmış olsa da Modi ve BJP’nin bundan beş yıl sonraki diğer seçimlere kadar parlamentoda güvende olması kuvvetle muhtemel.

Öte yandan bu, BJP’nin koalisyon ortakları tarafından kısıtlanmayacağı anlamına gelmiyor. En nihayetinde Modi’nin güçlü konumu zayıfladı ve bu da yeni hükümetin bazı politika tercihlerini etkileyecektir. İç politikada, olumsuz seçim sonuçları korkusuyla dramatik veya zor politika girişimlerine girişilmesi pek mümkün görünmüyor. Önümüzdeki yıl Maharashtra, Haryana, Delhi ve Bihar’da yaklaşan kritik eyalet seçimleri var ve bu da muhtemelen ihtiyatlı olmaya yol açacaktır. Seçim açısından Hindistan’ın en büyük eyaletlerinden biri olan Maharashtra’da BJP ve ortakları bu seçimlerde oldukça kötü sonuçlar elde etti. Dahası, NDA’nın oldukça iyi performans gösterdiği Bihar’daki müttefiki de mevcut olumlu koşullardan yararlanmak için eyalette erken seçim yapılmasını istiyor.

Modi hükümetinin temel vizyonlarından biri Hindistan’ı Çin’e rakip olabilecek güçlü bir ekonomiye dönüştürmektir. 2014 yılında göreve başladığından bu yana Modi, Hindistan’ı küresel bir lider ve Çin’in yanında ciddi bir rakip olarak konumlandırmayı amaçlayan iddialı ekonomik vizyonunu ortaya koydu. Hükümetinin ana hedefleri arasında doğrudan yabancı yatırımın artırılması, altyapının iyileştirilmesi ve elverişli bir iş ortamının yaratılması yer alıyor. “Hindistan’da Üret”, “Dijital Hindistan” ve “Akıllı Şehirler Misyonu” gibi girişimler, ekonomiyi modernleştirmeyi ve Hindistan’ın küresel konumunu güçlendirmeyi amaçlıyor. Modi’nin stratejisinin özü, yabancı yatırımı çekmek ve ekonomik büyümeyi teşvik etmek için Hindistan’ın devasa demografik payını, demokratik yönetimini ve pazar potansiyelini kullanmaktır. Modi, piyasa yanlısı gündemi ile Batılı ve Japon şirketlerinin üretimi Çin’den uzaklaştırmaya artan ilgisinden yararlanarak Hindistan’ı küresel bir üretim merkezi haline getirmeyi hedefliyor. Devam eden ABD-Çin ticaret gerilimlerinin damgasını vurduğu küresel jeopolitik manzara, Hindistan’a Çin’den yönlendirilen yatırımları çekme fırsatları sunuyor. Ancak Hindistan’daki bu seçimin sonuçları, Modi hükümetinin daha esnek ve dinamik bir işgücü piyasasının yaratılması açısından kritik öneme sahip olan iş hukuku reformu gibi temel reformları desteklemesini zorlaştırabilme, sendikaların ve siyasi rakiplerin muhalefeti bu çabaları engelleyebilme ihtimalini az da olsa saklı tutuyor.

Bununla beraber, Modi’nin liderliği Hindistan’a siyasi istikrar, hızlı ve güçlü ekonomik büyüme ve hızlandırılmış askeri modernizasyon kazandırdı. Hindistan’ın uluslararası profili ve jeopolitik ağırlığı artıyor. Bunun nedeni kısmen Çin’in ekonomik patlamasının sona ermesinin, Asya’nın diğer demografik devinin jeopolitik ve ekonomik bir güç olarak ortaya çıkmasını kolaylaştırmasıdır. Hindistan şu anda dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomisidir. Bir süre önce Hindistan “orta güçlerin en güçlüsü, büyük güçlerin en zayıfı” statüsüne ulaştı. Bu, derin küresel ayak izine ve ağır stratejik öneme sahip olduğu, ancak dünya güçlerinin üst kademesine yükselecek kadar güçlü olmadığı anlamına gelir. Modi’nin yeniden seçilmesi, Hindistan’ı bu en güçlü orta güçten veya en zayıf büyük güçten etkili bir büyük güce geçişe başlama pozisyonuna getiriyor. Bu noktada, Modi’nin -daha küçük bir yetkiyle göreve başlamış olsa da- uzun zamandır Hindistan’ın küresel sahnedeki rolünü ve gücünü derinleştirme önceliğine çok partili geniş bir destek var ve bu desteğin geri çekilmesi de pek olası görünmüyor.

Bugün Hindistan, dünyanın en kalabalık ülkesidir. Bu, etkili kullanılabilirse, demografik güç anlamına geliyor. Beşinci en büyük ekonomiye sahiptir ve Modi’nin üçüncü dönemi için en keskin vaatlerinden biri ise Hint ekonomisini üçüncü en büyük ekonomi yapmaktır. Ayrıca, en hızlı büyüyen teknoloji sektörlerinden birine sahiptir. Ve geçen yıl aya inişinin ardından artık resmi bir uzay gücü haline de geldi. Dolayısıyla Modi’nin ve destekçilerinin bu başarılardan yararlanmak ve Hindistan’ın dünya güç hiyerarşisinde yukarıya tırmanmasını hızlandırmak için pek çok motivasyonu var. Ancak Hindistan’ın güçlü bir büyük güce giden yolu, Modi yönetimi altında mümkün olsa da kaçınılmaz değil. Oraya ulaşmak için kapsamlı rota düzeltmeleri yapması gerekecektir. Örneğin, Hindistan ekonomisini uzun vadeli istikrar ve sürdürülebilirlik için donatması gerekiyor. Genç işsizliği 20’li yaşlardakiler için yüzde 44 ile 54 arasında değişiyor; nüfusun yarısının 30 yaşın altında olduğu bir ülkede bu rakamlar kritik bir risk anlamına gelir. Hindistan’ın hızla büyüyen sektörlere uyum sağlamak ve ekonomisini gerçekten küresel bir ezici güce dönüştürmek için daha fazla işe, istihdama ve daha fazla vasıflı işçiye ihtiyacı var.

Hindistan’ın aynı zamanda ana stratejik rakibi olan Çin ile yaşadığı kritik sorunlarını da titiz bir dikkatle ele alması gerekiyor. Ayrıca, savunma reformlarının uygulanmasını hızlandıracak ve diplomatik teşkilatının boyutunu artıracak adımlar gibi kurumsal düzeltmelere de ihtiyacı var. Bir diğer büyük zorluk ise dünyanın kendisidir. Şiddetli bir çalkantı yaşıyor ve şiddetli jeopolitik rekabetle dolu. Hindistan bir süredir “uluslararası iyi niyetin” kendisine açtığı fırsatların keyfini yaşıyor ve bu sayede büyük güç rekabetini geleneksel olarak “stratejik özerklik” şeklindeki temel dış politika ilkesine bağlı kalarak, rakip güçlerle bağlarını dengeleyerek ve esnekliği en üst düzeye çıkarmak için ittifaklardan kaçınarak yönetiyor olsa da uluslararası sistemdeki mevcut eğilimlerin devam etmesi ve jeopolitik rekabetin ve istikrarsızlığın yoğunlaşmayı artırması durumunda Modi’nin kendisini giderek artan bir baskı altında bulması kaçınılmaz olabilir.

Bununla beraber, Hindistan’ın artan küresel nüfuzunun muhtemel bazı tehlike işaretlerini ortaya çıkarma potansiyeli de gelecekte Hindistan’ı bekleyen olası bir büyük handikap olacaktır. Küresel Güney’i güçlendirme ve -Batı’ya karşı olanlar da dahil olmak üzere- çok taraflı örgütleri güçlendirme çabaları ile çok kutupluluğu benimsemesi, ABD’nin gücünü zayıflatma riski taşıyor. Başka bir deyişle Hindistan’ın giderek artan gücü aynı zamanda Batı için, özellikle ABD için, temel bir açmazı da ortaya çıkarıyor ki böyle giderse, bir süredir, ABD’nin Çin mücadelesinde kritik önem taşıdığından, “havuç” ile beslenen Hindistan için “sopa” ile karşı karşıya kalma zamanı da gelecektir.

Peki Hindistan Dış Politikasının Gelecek Senaryoları Nasıl İlerleyecek?

Hindistan’da siyasi iktidara karşı seçim sonuçlarıyla yapılan uyarının dramatik iç politika girişimlerini sınırlama hakkı saklı bulunuyor ise dış koşulların da benzer şekilde Hindistan’ın dış politikasındaki önemli değişiklikleri sınırlama hakkı muhtemel olabilir. Açıkçası, Hindistan seçimlerinde dış politika pek dikkat çekici olmayı başaramadı. Modi’yi küresel bir lider ve Hindistan’ın küresel liderliğini G-20 gibi etkinlikler aracılığıyla yansıtarak seçimlerden kazanç elde etmek için çok çaba sarf edildi. Hint seçmen bu çabalar hakkında ne düşünürse düşünsün, özellikle Uttar Pradesh ve Maharashtra gibi yerlerde bunun NDA açısından pek olumlu bir etkisi olmamış gibi görünüyor. Öte yandan Hindistan’ın uluslararası koşulları, Delhi’de kimin iktidarda olduğuna bakılmaksızın büyük politika değişiklikleri önermiyor. Hindistan, Çin’e karşı denge kurmaya devam etmek zorundadır. Bu aynı zamanda Hindistan’ın Quad gibi ortaklıklar yoluyla Batı ve ABD ile ilişkilerini güçlendirmeye devam etmesi gerektiği anlamına geliyor. Ancak yeni Modi hükümetinin dış politika davranışlarında daha temkinli davrandığı görülebilir. Önümüzdeki yıllarda iç seçim politikalarının talepleri göz önüne alındığında, yeni gelen Modi hükümeti çok ağır bir dış gündem, özellikle de sandıklarda çok az getiri sağlayacak gibi görünen bir dış gündem istemeyebilir.

Bununla beraber, yeni hükümetin acilen dış politikadaki zorlukları, her şeyden önce Çin ile yakın zamanda beşinci yılına giren askeri açmazı dikkate alması gerekecektir. Son zamanlarda Çin ile yaşanmakta olan gergin durum uluslararası manşetlerde yer almayabilir, ancak Çin sanki savaşa hazırlanıyormuşçasına Himalaya sınırı boyunca kuvvet konuşlandırmasını sürdürüyor ki yakın zamanda da en gelişmiş J-20 gizli savaş uçaklarını Hindistan sınırı yakınlarına konuşlandırdı. Ancak Modi’nin yetki alanının zayıflamasına karşın Hindistan’ın sert dış politikasına bağlı kalmaya devam edeceği ve sınır meselelerinde taviz vermeyeceği yönünde hızlı sinyaller de görülmüyor değil. Modi, Tayvan Devlet Başkanı Lai Ching-te’nin X platformundaki gönderisine şahsen yanıt vererek onu yeniden seçildiği için tebrik etti ve daha yakın ilişkiler kurmayı sabırsızlıkla beklediğini söyledi. Daha genel anlamda Hindistan, Tayvan’la ilişkisini derinleştirerek, Çin’in Hindistan’ın Güney Asya’daki nüfuz alanına yönelik tecavüzüne karşı koyma yeteneğini göstermeye çalışıyor. Hindistan’ın en acil dış politika zorlukları aslında sorunlu komşulukla ilgili, özellikle Çin ve Pakistan arasındaki güçlenen stratejik aksla ilgili; her iki nükleer silahlı müttefik de Hindistan topraklarının geniş bir alanı üzerinde hak iddia ediyor. Hindistan, yıllık askeri harcamalarda şimdiden Japonya’yı geride bıraktı ve şu anda ABD ve Çin’in ardından dünyanın en büyük savunma harcaması yapan üçüncü ülkesidir. Daha da önemlisi Modi, “pragmatik” bir dış politika vizyonunun şekillenmesine yardımcı oldu. Hindistan dış politikası, teoride, baskın bir ortak olarak bir gücü diğerine açıkça seçmek zorunda kalmaktan kaçınırken ülkenin ekonomik ve askeri güvenliğini yeniden canlandırmaya çalıştı. Ancak uygulamada, ABD ve Kanada merkezli Sih militanlarının rolü de dahil olmak üzere ikili ilişkideki bazı yeni rahatsızlıklara karşın ABD ile daha yakın işbirliği, Modi’nin imza niteliğindeki dış politika girişimi oldu. Pratikte Hindistan, Batı’ya yönelmesine karşın Batı bloğu ile resmi bir askeri ittifaka girmekten çekiniyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın, Hindistan’ın yanında yer almak bir yana, Çin-Hindistan askeri çekişmesi hakkında herhangi bir şey söylemekteki isteksizliği, Hindistan’a kendisini tamamen kendi başına savunması gerektiğini hatırlatıyor. Hindistan’ın bağımlılık olmadan ortaklığa ve dostluğa inandığı dikkate alındığında, Hindistan’ın uluslararası ilişkilere yönelik bağımsız yaklaşımının değişmesi pek mümkün görünmüyor. Bu, Hindistan’ı, ABD öncülüğündeki İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenden yeni ortaya çıkan yeni küresel düzene geçişte dünyanın en büyük “salıncak ülkesi” haline getiriyor. Küresel düzeydeki tek rakibi Çin ile mücadelede ABD’nin, Soğuk Savaş tarzı “bize karşı onlar” yaklaşımına bağlı kalmak yerine, ortaklıklar kurma konusunda bir dereceye kadar uyum yeteneğine ihtiyacı var. Hindistan kadar büyük bir ülkenin “normal koşullarda” ABD’nin takipçisi olması biraz zor görünüyor. Ancak Çin karşıtı hiçbir ittifakın da bu yüzyılda başka hiçbir gücün yapmadığı şekilde Çin ordusuyla kavga eden Hindistan olmadan stratejik açıdan anlamlı bir rol oynaması da zor görünüyor.

Dolayısıyla Hindistan’ın ABD-Çin rekabeti arasında devam eden jeopolitik gerilimleri önemli bir “stratejik fırsat” olarak kullanmaya devam etmesi bekleniyor ki Hindistan ve Batı’nın Rusya konusunda işbirliği yapması oldukça zor olsa da Çin konusunda işbirliği yapabilirler çünkü Çin, Hindistan ve Batı’nın ortak rakibidir. Bunu kanıtlar şekilde, Hindistan yakın zamanda iki zorlu testi geçti. Modi hükümeti, Hindistan’ın kınamayı reddettiği Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana uzun süredir ortağı olan Rusya ile yakın ilişkilerini sürdürürken ABD ile ilişkilerini sıcak tutmayı başarıyor. Bu arada İsrail’in Gazze’deki savaşını destekliyor ve bunu bir gereklilik olarak meşrulaştırıyor. Filistinliler ve Arap devletleriyle güçlü bağları sağlam kalsa dahi terörle mücadele hamlesi devam ediyor. Hindistan, bu dengeleme hareketinden benzersiz bir küresel etki biçimi elde ediyor: Güç politikalarının kutuplaşmasına meydan okuyor, rakip kampların arasında yer alıyor ve kendisini bir köprü ve potansiyel arabulucu olarak konumlandırıyor.

Hindistan’daki seçim sonuçları, Başbakan Modi’nin üçüncü dönem çok partili koalisyonun başına geçeceğini onayladıktan hemen sonra Biden, “yeni hükümeti ortak ABD-Hindistan öncelikleri konusunda angaje etmek üzere” ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan’ı Yeni Delhi’ye göndereceğini duyurdu. Ayrıca, kendisini bekleyen yoğun bir dış politika gündemiyle Modi’nin göreve başlamasının ardından ilk olarak 13-15 Haziran tarihleri arasında İtalya’nın Apulia kentinde düzenlenecek Yediler Grubu (G-7) zirvesine özel davetli olarak katılması planlanıyor. Ancak bazı G-7 liderlerinden farklı olarak Modi, Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskyy’nin savaşı bitirmenin bir koşulu olarak Rus kuvvetlerinin Ukrayna’dan tamamen çekilmesini talep eden barış önerilerine uluslararası desteği artırmayı amaçlayan İsviçre’nin Luzern kentinde 15-16 Haziran’da yapılacak zirveye katılmayacak. Bunun önemli bir nedeni olarak Biden’ın, yerine Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i göndereceği zirveye Rusya’nın davet edilmemesi söylenebilir.

Hindistan’ın bariz eğilimi göz önünde tutulursa, bu statüyü korumak için sürekli çaba göstermesi gerekiyor. Hindistan bugün yükselen bir küresel oyuncu ve Modi’nin üçüncü dönemdeki odak noktası muhtemelen “stratejik özerkliğini” aşındırmadan veya sistemdeki “salıncak aktör” gibi görünen konumunu mümkün mertebe koruyarak ülkesinin dünya sahnesinde daha büyük bir rol oynamasını sağlamak olacaktır. Aynı zamanda önemi giderek artan bir ekonomik ve jeopolitik merkez olan Hint-Pasifik bölgesindeki ABD hedeflerinin ilerlemesine de yardımcı olmaya devam edecektir.

[“Çalkantılı Sularda Yeni Rota: Hint-Pasifik Anlatısı ve Hindistan” isimli kitabın yazarı olan Dr. Duygu Çağla Bayram, Hindistan Araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu