Terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD ve onun askeri kolu olan YPG, ABD’nin DEAŞ’la mücadele bahanesi altında verdiği destekle Suriye’de işgal altında tuttuğu bölgelerde 11 Haziran’da bir seçim yapacağını duyurmuştu. Bu sözde seçim oyununa Türkiye’den sert bir tepki gelmiş ve bu süreçte seçimin ertelenip ertelenmeyeceği konuşulur olmuştu. Tüm bu tartışmalar ve süreç sonunda terör örgütü yaptığı açıklamayla seçimlerin 18 Ağustos’a ertelendiğini duyurdu. Peki terör örgütü neden böyle bir seçim hamlesinde bulunmuştu? Bu seçimden niyaz ettiği şeyler nelerdi? Suriye ve Orta Doğu’daki mevcut durumla bu seçim hamlesinin bir bağlantısı bulunuyor muydu? ABD, Rusya, İran ve Esed rejiminin sözde seçimle ilgili verdiği ve vermediği tepkiler bize neler anlatıyor? Ve son olarak, Türkiye’nin verdiği tepki terörle mücadele stratejisinde ve Suriye politikasında neye karşılık geliyor? Bu gibi soruları cevaplamak, terör örgütünün hamlesini anlamlandırmak ve Suriye iç savaşının geleceğinde terör örgütünün planlarını anlamak açısından oldukça faydalı olacaktır.
Sözde Seçimin Yerel Hedefleri
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu bir genel seçim değil, terör örgütünün sözde yerel seçimiydi. Terör örgütü daha önce de işgalindeki bölgelerde buna benzer sözde seçimler düzenlemiş olsa da bunu diğerlerinden ayıran, terör örgütünün 2023’ün sonunda yayımladığı ve sözde ‘toplumsal sözleşme’ dediği bir belgeden sonra gelmesiydi. Dolayısıyla bu gelişmeler, YPG’nin bölgede farklı bir aşamaya geçmeye niyetlendiğini göstermesi açısından önemliydi.
Buna ek olarak terör örgütü, 2022’de ve geçtiğimiz yıl kontrol ettiği bölgede Arap aşiretlerle büyük çatışmalar yaşamıştı. Özellikle Deyr ez-Zor’da Arap aşiretler örgüt unsurlarına ciddi kayıplar verdirmiş, daha sonra ABD’nin araya girmesiyle olaylar yatışmıştı. Terör örgütünün sözde yerel seçimi, işgal altında tuttuğu Arap şehirlerinde aşiretleri ve yerel halkı bir noktada otoritesi altına girmeye ve sisteme dahil olmaya zorlamak amacıyla da planlanmıştı.
Diğer yandan pratikte üçe bölünmüş Suriye’de taraflar arasındaki ilişkilerin bir sonucu olarak da bu sözde seçimler oldukça kritik bir anlam kazanmıştı. PKK/YPG terör örgütüyle Şam yönetimi arasında yıllardır süren müzakerelerde terör örgütünün kontrolündeki petrol kaynaklarının paylaşımı, terör örgütünün Esed rejiminin otoritesini tanıması ve bunun karşılığında terör örgütüne bir özerklik verilmesi gibi talepler tartışılıyordu. Terör örgütünün bu sözde seçim adımı da müzakerelerde Esed rejimine karşı elini güçlendirecek bir hamleydi.
Sözde seçimin bir diğer pratik hedefi ise terör örgütü mensuplarına daha fazla pozisyon ve sözde makam uydurmak olarak görünüyor. Buna ek olarak terör örgütü hiyerarşisi içerisinde yer alan mensupların, sözde seçimler sonucu siyasetçi kılıfı altında bir sivil kimliğe erişmesi de hedefleniyor. Ancak doğrudan terör örgütüne bağlı bu sözde siyasetçilerin bir meşruiyet üretmekten oldukça uzak olduğunu da söylemek gerekiyor.
Terör örgütünün son yerel hedefi ise, Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin bir parçası olarak icra ettiği operasyonlara bir karşı hamle olarak sözde demokratik bir yönetim algısıyla dış desteği ve hatta insani yardım ve yeniden inşa adı altında dış fonları bölgeye çekmeyi amaçlıyordu. Türkiye’nin Fırat nehrinin doğusunda teröre yönelik düzenleyeceği bir operasyon korkusu, bu sözde seçimi tetikleyen durumlardan birisi denilebilir.
Bölgesel ve Yerel Şartlardan Fırsatçılık
İsrail’in Gazze’deki soykırım girişimi ve sistematik katliamlarının bölgede ve uluslararası ilişkilerde oluşturduğu çekim etkisi, terör örgütüne Suriye’de böyle adım için alan açtı denilebilir. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna savaşına, İran’ın ise İsrail’le bölgesel gerginliğe odaklandığı bu şartlarda Suriye iç savaşının bir noktada modası ve tarihi geçmiş bir kriz bölgesi olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla PKK/YPG terör örgütü de odağın Gazze merkezli gelişmelere kaydığı bu ortamda bir fırsatçılık yapmaya çalışıyor.
Terör örgütünün bir başka fırsatçılık noktası ise Arap ülkelerinin geçtiğimiz yıl Şam yönetimiyle normalleşme girişimleri ekseninde görülebilir. Suriye’de savaşın bittiği, Şam yönetiminin ülkenin yeniden inşası için desteklenmesi gerektiği ve Suriye’nin güvenli olduğu anlatısının kurulmasının doğal bir sonucu olarak terör örgütü de işgal ettiği bölgelerde bu anlatıyı kurmak istemekte. Bunu da terör unsurlarını sivil siyaset çerçevesine sokarak yapmayı ve dış fonların ve insani yardımların bölgeye gelmesini sağlamayı amaçlıyor.
Bölgedeki bir diğer kaos ve belirsizlik ise kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri sonrası muhtemel bir Trump başkanlığında ABD’nin teröre desteğinin soru işareti olması. Bu gelişme öncesinde terör örgütünün işgal ettiği bölgelerde kökleşme ve ABD desteğini kurumsallaştırma çabasında olduğu söylenebilir. Dolayısıyla terör örgütünün hem Esed rejimi ile müzakereler hem de muhtemel ABD politikası ekseninde bir hazırlık ve yeniden mevzilenme arayışı bulunuyor.
ABD’nin Erken Öten Horozuna Gelen ve Gelmeyen Tepkiler
Tüm bu yerel ve bölgesel sebepler içerisinde terör örgütü için belki de en önemli olan, ABD’de kasım ayında gerçekleşecek seçimler sonrasında ABD’nin değişebilecek Suriye politikası gibi durmakta. Öncelikle belirtmek gerekir ki Suriye’de düzenlenecek böyle bir seçim, PYD/YPG’yi SDG adı altında terör örgütü olarak görmeyen ABD gibi aktörler için bile geçersiz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına aykırı olan bu seçim, dolayısıyla ABD için bile savunulamaz bir durumda. Dolayısıyla bölge ülkeleri ve müdahil aktörler de resmi söylemlerinde bu gerçeğe göre söylem üretmek zorunda kalıyorlar denilebilir.
İlk günden itibaren Türkiye’nin bu sözde seçimlere olan tavrı oldukça net. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Dışişlerimizin hem de Milli Savunma Bakanımızın böyle oldubittilere karşı gereğinin yapılacağını vurgulamaları ve terörle mücadele çerçevesi içerisinde değerlendirdiklerini açıklamaları önemli. Dolayısıyla Türkiye’nin pozisyonu, bu sözde seçimi de terörle mücadele stratejisi ve Suriye politikasının bir yansıması olarak şaşırtıcı değil. Terör örgütünü DEAŞ’la mücadele adı altında destekleyen ABD’nin seçimlere karşı çıkması ise ilk bakışta oldukça ilginç görünmekte. ABD’den yapılan açıklamalar, bölgede özgür ve adil bir seçim yapılmasına uygun bir ortam olmadığını vurgulayarak seçime karşı çıksa da ABD güvenlik bürokrasisi ve Biden yönetiminin bu tavrı daha farklı okunabilir.
Bu aşamada ABD’nin PKK/YPG’nin sözde seçimine karşı çıkması, BMGK kararına atıfla yapılsa da bu sebeple değil, terör örgütünün böyle bir hamlesiyle bozulacak statükoda ABD’ye yeni bir maliyet yüklenmesinin önüne geçmek ve daha da önemlisi PKK/YPG’nin Suriye’de ‘devletleşme fırsatını’ boşa harcamamak sebebiyledir. Yani Biden yönetimi, PKK/YPG’ye yaptığı yatırımın, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin 2017’de düzenlediği ve İsrail hariç dünyadan hiçbir ülkenin açıktan destek olmadığı bağımsızlık referandumunda olduğu gibi boşa düşmesinden endişe ediyor. 2017’de Türkiye, Irak, İran gibi bölge ülkeleri IKBY referandumuna sert bir karşı duruş göstermiş ve bunun sonucunda bağımsızlık planı rafa kalkmıştı. Şimdi ise PKK/YPG’nin yapacağı erken bir hamle ABD açısından benzer bir başarısızlığa dönüşme riskinden dolayı istenmiyor. Ayrıca unutmamak gerekir ki terör örgütünün böyle bir adım atma cesareti, üzerindeki ABD güvenlik şemsiyesinden geliyor. Yani ABD’nin sözde seçime karşı çıkışında bir ilkesel pozisyondan söz etmek yerine ABD’nin terör örgütüne stratejik bir akıl katma çabası olarak görmek daha uygun olacaktır.
Yerel aktörlerden ise dikkat çekici açıklamaların geldiğini belirtmek gerekiyor. Bölgede terör örgütüne karşı var olan Suriye Kabileler ve Aşiretler Meclisi ile Kürt Ulusal Meclisi (ENKS) de seçimleri boykot edeceğini açıklamışlardı. Bu da bölgede sözde seçimlere katılımın oldukça düşük olacağını ve terör örgütünün demokrasi ve meşruiyet oyununun tutmayacağını göstermesi açısından oldukça değerliydi. Ayrıca seçimin amaçlarından biri olan Arap aşiretler için ‘rıza üretmek’ veya terör örgütünün hiyerarşisini tanımak da bu açıklamalarla birlikte boşa düşmüş oldu.
Türkiye’den gelen sert karşı duruş ve ABD’den söylem düzeyindeki itirazın yanı sıra Rusya, İran ve Esed rejiminin bu sözde seçime yönelik yaklaşımının da ciddiyetle incelenmesi gerekiyor. Öyle ki Şam yönetimi, tam kontrol ve hak iddia ettiği Suriye sınırları içerisinde yapılacak seçime karşı herhangi bir açıklamada bulunmamış, rejim basınında ise ‘konunun YPG’yle görüşerek barışçıl bir şekilde çözüleceği’ şeklinde yazılar yayımlanmıştır. Bu sessizliğin yanında Esed rejiminin terör örgütüyle yıllardır devam eden müzakereleri ve Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye karşı ortak hareket ettikleri de düşünüldüğünde Esed rejiminin PKK/YPG terörüne yönelik yaklaşımı daha net okunabilir. Ayrıca, Türkiye tarafından da geçtiğimiz yıl doğrulanan Esed rejimiyle müzakerelerin, rejimin TSK’nın Suriye’den hemen çıkması gibi ileri taleplerle tıkandığını da düşündüğümüzde önümüze açık bir resim ortaya çıkmaktadır.
Sonuç ve Politika Önerileri
Tüm bu sebepler ve fırsat pençelerinin sonucunda Fırat’ın doğusunda işgal altında tuttuğu bölgelerde sözde bir seçim yapmayı planlayan terör örgütü, Türkiye’den gelen sert tepki ve net duruş sebebiyle seçimleri ertelemek zorunda kaldı. Erteleme kararında Türkiye’nin kararlı duruşunun en büyük etken olduğunun kanıtı olarak yalnızca Türkiye’nin net bir karşı çıkış yapması ve diğer tüm ülkelerin ya söylemsel düzeyde karşı çıkması ya da sessiz kalmasıdır. Dolayısıyla ABD’den de söylemsel olarak istediği desteği alamayan terör örgütünün bu aşamada statükoyu bozması, Türkiye’nin yeni bir askerî harekâtına sebep olacağı için geri adım tek seçenek durumuna gelmiştir.
Bu geri adım sonucunda çıkarılacak sonuçların ilki, terör örgütünün ABD’den uzun yıllardır aldığı askeri ve siyasi desteğe rağmen bir vekil unsur olarak oldubittiler üretebilecek pozisyonda olmadığı anlaşılmıştır. İkincisi, Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı ve devamındaki askeri harekâtlarıyla Suriye’de kazandığı mevzi, terör örgütünün hareket alanını kısıtladığı gibi kendi aleyhine bir oldubittiyi engelleme gücü de kazandırmıştır.
Terör örgütünün sözde seçim ilanı ve sonrasında erteleme kararıyla birlikte Türkiye içerisinden hızlıca yükselen ‘Esed rejimiyle normalleşme’ talepleri ise süreci okumaktan ve Suriye sahasındaki gelişmeleri okumaktan aciz bir yaklaşım olarak oldukça zararlı bir politika önerisi olarak duruyor. Esed rejimiyle PKK terör örgütü arasındaki, iç savaştan çok öncesine dayanan köklü ilişkiler bir tarafa bırakılsa dahi, rejimin son yıllarda Türkiye aleyhine ve PKK/YPG terörü lehine attığı her adım, Esed rejiminin uzlaşmaz konumunu göstermesi açısından önemlidir.
Bu olguların yok sayılarak, Esed rejimine normalleşme tavizinin verildiği şartlar ise Türkiye adına 2016’dan beri edinilen tüm kazanımların kaybedildiği bir zemin doğurma riskine sahiptir. Öyle ki, Esed rejiminin Türkiye ile normalleşme müzakerelerindeki ön şartı, TSK’nın Suriye’den hemen çekilmesi ve Suriyeli muhaliflere (Esed rejiminin beyanına göre teröristlere) verilen desteğin sonlandırılmasıdır. Bu taleplerin herhangi bir somut kazanım olmadan karşılanması ise Türkiye’nin terörle mücadelesinin temelini oluşturan unsurların yıkılmasına ve dolayısıyla hem Suriye’de terör örgütüne daha fazla alan açılması hem de özellikle İdlib’den 4 milyon Suriyelinin Türkiye’ye göç dalgası başlatmasına sebep olacaktır. Dolayısıyla PKK/YPG terörüyle mücadelede Esed rejimiyle normalleşme üzerinden bir hamleden, sahanın hiçbir gerçekliğiyle uyuşmadığı gibi Türkiye’nin aleyhine bir hamle olarak uzak durulması gerekmektedir.
İdeolojik ve iç siyasi sebeplerle Suriye’de Esed rejimiyle normalleşmeyi savunanların aksine Türkiye’nin Suriye’de terörle mücadele stratejisine hız kazandırarak devam etmesi gerekiyor. Bu noktada müstakil bir askeri harekâtın olmadığı dönemlerde terör örgütü sözde liderlerine yönelik dekapitasyon saldırıları ve istihbarat operasyonları ile terör örgütünün ekonomik kaynağını oluşturan petrol rafineleri gibi stratejik hedeflere SİHA harekâtlarının sürmesi gerekir. Bu yaz Irak’ta gerçekleşecek harekât ile terörün Suriye Irak bağlantısının kesilmesi sonucunda Suriye’de oluşacak yeni durumun ise Fırat’ın doğusunda Barış Pınarı Harekatı’nın devamı niteliğindeki bir askeri harekâtla desteklenmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye, bir yandan operasyonlarına devam ederek terörü baskı altında tutmalı diğer yandan ise ABD’de gerçekleşecek seçimlere göre açılacak fırsat pencerelerini değerlendirmeli Bunun ötesinde Esed rejimine büyük değerler atfeden ve büyük tavizler veren tüm yaklaşımlar, uzun yıllardır başarıyla uygulanan politikaları yıkıcı bir etkiye sahip olacaktır.
Sonuç olarak Türkiye, kararlı duruşuyla terör örgütünün sözde seçimlerinin önüne set çekmiş ve Suriye’de elde ettiği gücü kanıtlamıştır. Gelecekte de PKK/YPG teröründen veya Esed rejimi ile hamisi konumundaki Rusya ve İran’dan gelecek oldubitti hamlelerine karşı da net ve kararlı duruşun sürdürülmesi gerekmektedir.
[Ahmet Arda Şensoy, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]