7 Ekim’den bugüne İsrail sorunu gün geçtikçe derinleşiyor ve dünyada İsrail’e yönelik gösteriler gün geçtikçe artıyor. Küresel siyasetin ana gündemi olan İsrail sorununun çözümüne yönelik protestolar çığ gibi büyürken; ABD’nin çeşitli yardım paketleriyle İsrail’e verdiği desteği sürdürmesi, Avrupalı ülkelerin UNRWA’ya verdikleri finansal desteği askıya alması ve Batılı medya kuruluşlarının Gazze’deki vahşeti görmezden gelmesi, Batı’nın “ikiyüzlülüğünü” açıkça ortaya koyuyor. Tüm bunlar olurken, devletler uluslararası ve bölgesel platformlarda tüm “insanlığın onurunun ayaklar altına alınmaması” için çeşitli adımlar atıyorlar. Başta Türkiye olmak üzere, birçok ülke Gazze’ye insani yardımda adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Ancak; Orta Doğu’daki devletlerin İsrail’e yönelik tepkileri diplomatik düzeyde kınama seviyesinde olsa da sahada ve masada etkin bir çözüm hâlâ geliştirilememiş durumda. Bu çalışmada; İsrail’in Gazze’deki vahşeti ve çeşitli devletlerin İsrail politikaları, nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin yaklaşımları ve Orta Doğu’daki Arap devletlerinin bu süreçte İsrail’e yönelik tutumlarında İbrahim Anlaşmalarının yeri ve önemi ele alınacaktır.
Arap Devletlerinin İsrail Sorununa Yaklaşımı
Gerek Türkiye’de gerek dünyanın diğer noktalarında akıllara gelen en büyük sorulardan birisi, Orta Doğu’daki Arap devletlerinin, İsrail sorununa karşı sahada ve masada gerekli tepkileri verip vermedikleri sorusu. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önünde İsrail’e açtığı soykırım davası sahadaki gerçeklik olarak karşımızda dururken; Arap devletlerinin niçin bu tarz bir diplomatik hamleyi yapmadığı[i] veya Gazze’de İsrail vahşeti devam ederken ambargo gibi caydırıcı önlemleri niçin almadığı soruları zihinlerde yer ediniyor. Bazı kesimlerce beklenen bu hamlelerin gelmemesiyle beraber geçtiğimiz günlerde Türkiye, Mısır ve Libya’nın Güney Afrika’nın UAD önünde açtığı davaya müdahil olma kararına benzer bir kararın dahi bu devletlerden gelmemesi, bu devletlere yönelik eleştirilerin günden güne artmasına da sebebiyet veriyor.
İbrahim Anlaşmalarının Arap Devletlerinin İsrail Yaklaşımına Etkileri
Orta Doğu’daki Arap devletlerinin İsrail’e yaklaşımlarının fiiliyata geçememesinin sebeplerine bakıldığında, ABD ile ilişkilerin temel sebep olarak ön plana çıktığı görülüyor. Ancak, bir üçüncü devletin ikili ilişkilere etkisi bu kadar tartışılırken, İsrail ile bu devletlerin ikili ilişkilerinin doğasını görmezden gelmek, İsrail sorununda bu devletlerin yaklaşımlarının sağlıklı olarak anlaşılamamasına sebebiyet veriyor. Bu noktada, 4 yıl önce akdedilen İbrahim Anlaşmalarının etkisini incelemek, İsrail sorununda bölge devletlerinin yaklaşımlarının anlamlandırılmasına fayda sağlayabilir.
İbrahim Anlaşmaları, 15 Eylül 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve İsrail’in mutabık kalması sonucu Washington D.C.’de imzalandı. Anlaşmalarla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, İsrail’i diplomatik olarak tanımakla kalmadı; aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel iş birliği alanlarının artırılıp geliştireceğini de vurguladılar. Bölgede ezber bozan bir durum ortaya çıkaran İbrahim Anlaşmalarının en büyük etkisi, bölge devletlerince İsrail ile ilişkilerde Filistin davasının bir öncelik olmaktan çıkarılması oldu. Bu durumun ilk somut örneği ise İsrail’in Mayıs 2021’de Gazze’ye saldırılarında karşımıza çıktı. Hamas’ın silahlı saldırılarda bulunduğunu iddia eden İsrail, Gazze’ye yönelik yoğun bir bombardıman başlattı. İlaveten, Batı Şeria’daki gayri hukuki yerleşimlerinin sayısını da artırdı. İsrail’in gayri hukuki eylemleri sonucunda 260 Filistinli hayatını kaybetti.
Bu durum karşısında BAE, İsrail’le diplomatik ilişkilerini askıya almayıp, durumu sadece kınamayla geçiştirdi. Aynı dönemde Bahreyn de sadece “İsrail’in Kudüs halkını kışkırtmaya son vermesi” yönünde bir diplomatik nota göndermekle yetindi. İmzacı devletlerin bu tutumları, İsrail ile ilişkilerinde Filistin’in durumunu görmezden geleceklerinin de ilk sinyalini vermiş oldu. BAE ve Bahreyn’i takiben Fas ve Sudan’ın da haftalar sonra İbrahim Anlaşmalarına katılmaları, anlaşmaların uygulanma ve etki alanını daha da genişletti.
Anlaşmaların içeriğine baktığımızda, bölgesel entegrasyon hareketine zemin hazırlayan bir kurucu metin karşımıza çıkmakta. İlk etapta ilgili devletlerin İsrail’i diplomatik olarak tanıması olarak görülen bu anlaşmalar, esasen bir dizi ekonomik anlaşmayı da beraberinde getiriyor. İsrailli girişimcilerle imzacı devletlerdeki girişimciler arasında ortaklıkların kolaylaştırılmasını kapsayan bir düzine mutabakat muhtırası dahil olmak üzere, imzacı devletler arasında ticaretin kolaylaştırılması ve gümrük-dışı engellerin de kaldırılması da İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde ele alınmış durumda. Bunun ilk somut örneği ise 1 Nisan 2023’te hayata geçirildi. İlgili tarihte, BAE ve İsrail arasında Kapsamlı İktisadi Ortaklık Anlaşması yürürlüğe girdi[ii]. Aynı süreç bir diğer imzacı devlet Bahreyn içinde işlemeye başladı. Eylül 2023’te İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in Manama ziyaretinde iki ülke Dışişleri Bakanları, ticaret hacmini artırmak ve iki ülke arasında ticari bağları güçlendirmek için serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin başlayacağını dile getirdiler. Aynı tarihlerde bir diğer imzacı devlet olan Fas’ta da İsrail ile ticaretin neredeyse iki kat büyüdüğü ve bu sebepten ötürü bir serbest ticaret anlaşmasının imzalanması gerekliliği, Fas basınında dillendirilmeye başlandı.
Ülkelerin attıkları diplomatik adımların yansımalarına bakacak olursak, İsrail ile bölgedeki Arap devletlerinin ticari ilişkilerinin hızla kuvvetlendiği görülmekte. Aşağıdaki tabloda yer alan İsrail’i diplomatik olarak tanımış olan Arap devletlerinin İsrail ile 2019 – 2022 yılları arasındaki dış ticaret rakamları da bu kanıyı edinmemize yardımcı oluyor.
DIŞ TİCARET VERİLERİ 2019 – 2022 (BİN DOLAR, $) | ||||||
YILLAR | BAE | Bahreyn | Fas | |||
İhracat | İthalat | İhracat | İthalat | İhracat | İthalat | |
2019 | 0 | 0 | 0 | 0 | 0 | 0 |
2020 | 117,132 | 42,566 | 32 | 19 | 0 | 0 |
2021 | 1,016,582 | 291,959 | 2,526 | 766 | 0 | 0 |
2022 | 1,726,287 | 801,373 | 16,476 | 1,083 | 44,876 | 43,866 |
Kaynak: ITC – Trade Map
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi, İbrahim Anlaşmaları sonrasında İmzacı devletlerin İsrail ile ticaret hacimlerinde hızlı bir artış görülmekte. BAE’ye baktığımızda, İsrail ile ticaret hacmi 2020’de 160 milyon dolar seviyesindeyken 2022’de 2 milyar dolar seviyesine yükseldi. Bahreyn’de de benzer bir gelişmeye tanıklık ediliyor. Bahreyn’in İsrail ile ticaret hacmi, 2020’de sadece 51 bin ABD dolarıyken, 2022’de 17,5 milyon ABD doları seviyesinin üzerinde gerçekleşti. Fas, ilgili anlaşmalara sonradan eklemlendiği için 2022’ye kadar İsrail ile herhangi bir ihracat-ithalat ilişkisi içerisine girmese de, iki ülke arasında ticaretin başlamasının sonrası ikili ticaret hacmi neredeyse 90 milyon ABD doları hacmini yakaladı. Bu devletlerin ticari faaliyetlerindeki ortak nokta, İsrail ile ticaretlerinde net ihracatçı konumda olmaları.
İbrahim Anlaşmaları imzalamasalar dahi, 26 Mayıs 1979’da İsrail’i tanıyan Mısır ve 26 Ekim 1994’te İsrail’i tanıyan Ürdün’ün İsrail ile olan ticaretlerine bakmamız, İbrahim Anlaşmalarının ne denli etkili olduğunu bize gösteriyor.
DIŞ TİCARET VERİLERİ 2019 – 2022 (BİN ABD DOLARI, $) | ||||
YILLAR | Mısır | Ürdün | ||
İhracat | İthalat | İhracat | İthalat | |
2019 | 63,317 | 80,306 | 108,332 | 11,928 |
2020 | 65,813 | 53,773 | 84,135 | 382,112 |
2021 | 112,868 | 43,986 | 93,109 | 638,103 |
2022 | 187,945 | 1,260,054 | 143,088 | 765,085 |
Kaynak: ITC – Trade Map
Yukarıda tabloda da İbrahim Anlaşmalarını imzalayan devletlerde görülen ticaret hacmi artışına benzer bir artış karşımıza çıkmakta. Mısır’ın İsrail ile ticaret hacmi, 2019’de 143,6 milyon ABD doları seviyesinden 2022 yılına 1,4 milyar ABD doları seviyesine; Ürdün’ün ticaret hacmi 2019’da 120 milyon ABD doları seviyesinden 2022’de 900 milyar ABD dolarının üzerine çıktı. İbrahim Anlaşması’nı imzalayan devletlerle Mısır ve Ürdün arasındaki temel fark ise, İmzacı devletler ticaretlerinde net ihracatçı konumundayken Mısır ve Ürdün’ün net ithalatçı konumunda olması. Mısır’ın İsrail ile ticaretinin yapısına baktığımızda Mısır’ın İsrail’e amonyum ile ham petrol ve doğal gaz ihraç ettiği; karşılığında işlenmiş petrol ürünleriyle plastik ürünler ithal ettiği gözlemleniyor. Ürdün ile İsrail arasındaki ticaretin yapısınabaktığımızda, Ürdün’ün İsrail’e etilen polimer adında ara malzeme, video ekranları ve dokuma kumaşlar ihracat ettiği görülürken; İsrail’den araç, makine ve teçhizat ile plastik girdiler ithal ettiği görülüyor. Mısır ve Ürdün’ün İsrail’e ihraç ettiği ve İsrail’den ithal ettiği ürünler kıyaslandığında, İsrail lehine bir bağımlılık ilişkisinin geliştiği apaçık ortada. Nitekim, İsrail’in bu ülkelere ihraç ettiği ürünlerin olmaksızın bu ülkelerdeki ekonomik faaliyetlerin sekteye uğrama ihtimali oldukça yüksek.
Sadece dış ticaret verilerine değil; aynı zamanda İbrahim Anlaşması’na taraf devletlerdeki uluslararası doğrudan yatırım (UDY) giriş – çıkışlarına bakmak, bu devletlerin İsrail ile geliştirdikleri ekonomik ilişkilerinin çehresini çizmemize yardımcı oluyor. Öyle ki, doğrudan yabancı yatırımı girişleri hem ülkelerin döviz piyasalarını destekleyici etki oluştururken hem de ülkelerde reel sektörü güçlendirmesi ve istihdamı artırıcı etkisi olması sebebiyle ekonomik büyümeyi doğrudan etkilemekte.
Yukarıda tablolara bakıldığında, imzacı devletlerin birbirlerinden ayrıştıkları görülmekte. BAE teknik bilgi aktarımı arayışında olan sermaye zengin bir ekonomiyken, Bahreyn’in sektörel çeşitliliği artırma arayışında bir ülke olması ve Fas’ın bu iki devletten farklı olarak sanayi altyapısını haiz bir ekonomi oluşu dikkatleri çekiyor. Bu yapısal farklılıklar, ülkelerin UDY tercihlerini de etkiliyor. Bu açıdan incelendiğinde, İsrail ile ilişkileri normalleşmesi ve Filistin’in durumunun görmezden gelinmesi sonrasında, BAE ve Bahreyn’in uluslararası sermaye ve teknoloji piyasalarına erişimi kolaylaşmışken; Fas’ın daha fazla yabancı yatırımcıyı çekme arzusu da rakamlara yansımış durumda. Öyle ki, BAE’nin 2 milyar ABD dolarının biraz üzerindeki UDY açığı, arzu edilen teknoloji yatırımlarını işaret ederken, Bahreyn’in UDY dengesinde hızla 3 milyon ABD doları seviyesine düşmesi de arzu ettiği teknoloji transferi noktasında yabancı piyasalara erişiminin kolaylaştığının göstergesi. Fas’a baktığımızda, sanayi dönüşümünde ihtiyaç duyulan sermaye eksikliği hızla 800 milyon ABD doları seviyelerinden neredeyse 1,6 milyar ABD doları seviyesine çıkmış durumda. İsrail’i 2000’li yıllardan önce tanıyan Mısır ve Ürdün’deyse, 2020’deki pandemi etkisi hızla geride bırakıldığı; ödemeler dengesi bakımından darboğazda olan bu iki devletin de önemli ölçüde döviz girişini önceleyen politikaya ihtiyaç duydukları, verilere de yansımış durumda. Mısır’ın net UDY akışı 5 milyar ABD doları seviyelerine gerilemişken bugün 11 milyar ABD dolarına yükselmesi, ülkenin içerisinde bulunduğu döviz likiditesi sorununa bir nebze de olsa çare olduğu görülüyor. Ürdün’e bakıldığındaysa, net UDY akışının 700 milyon ABD dolarına yakın seviyelerden 1,1 milyar ABD doları seviyelerine yükselmesi, ülkenin uyguladığı mali ve parasal politikalara önemli bir destek sağlamakta.
İsrail’i resmi olarak tanımayan diğer Arap devletlerine bakıldığında, İsrail’i tanıyan devletlerde görülen resmin tam zıddı karşımıza çıkıyor. Nitekim, Kuveyt ve Suudi Arabistan hariç diğer devletlerde, net UDY akışında ciddi bir azılış gözlemlenmekte. Suudi Arabistan ve Kuveyt’e mercek tutulduğunda; Suudi Arabistan’ın Muhammed Bin Selman’ın gelişiyle beraber İsrail’le yakınlaşma politikası izlemesi ve geçtiğimiz günlerde de Suudi Arabistan – İsrail Güvenlik Anlaşması’nın imzalanacağı haberleri, Suudi Arabistan’ın UDY piyasasındaki atılımını da daha anlamlı hâle getiriyor. Nitekim, yeşil dönüşüm ve küresel ısınma politikaları sonrasında petrol ve türevi piyasaların gerileyeceği öngörüsü, Suudi Arabistan’ı ekonomisini çeşitlendirmeye itmiş; UDY vasıtasıyla teknoloji aktarımı ve üretkenlik artışı konularını Suudi siyasetinin merkezine taşımış durumda. Kuveyt’e bakacak olursak, Filistin meselesindeki kararlı duruşuna rağmen, net UDY akışını 3 milyar ABD doları seviyesinden 26 milyar ABD doları seviyesine yükseltmesi, ülkenin finans sektöründen ziyade reel sektörde de oldukça başarılı bir performans izlediğinin işareti.. Ancak, bu başarılı performansın arkasındaki sebeplere bakıldığında, ülkedeki likidite bolluğu ve finansmana erişim kolaylığı da yabancı sermayenin yatırım tercihlerini doğrudan etkilemiş olabilir.
Veriler ışığından denebilir ki; İsrail ile iyi ilişkiler geliştiren Arap devletlerinin, ticari ve ekonomik açıdan, görece güçlü bir pozisyona geçerek ekonomik performanslarını artırdıkları ve pozitif bir performans sergiledikleri; İsrail’i tanımayan Arap devletlerinin de dış ticaret hacimlerinin görece düşük kaldığı ve ihtiyaç duydukları sermayeye erişememelerinden ötürü negatif bir performans sergiledikleri görülmektedir. Bu durum rakamlara da yansımış olup, İsrail’i tanıyan Arap devletlerinin 2023’te ortalama ekonomik büyümeleri %2,88 iken, İsrail’i tanımayan Arap devletlerinin Filistin ayrı tutulduğunda ortalama ekonomik büyümeleri %0,63 olarak gerçekleşmiştir (Trading Economics, 2024). Bu durumda bizlere, İsrail ile ilişkilerin bölge ekonomileri için ne derecede önemli bir etken olduğunu gösteriyor.
Sonuç
Dünya, Orta Doğu’da 1967’den beri kronik hâle gelen İsrail sorunun son aşamasına da 7 Ekim 2023’ten beri müşahede ediyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Gazze’de soykırıma varan İsrail vahşetinin durması için çığlıklar yükselmekte. Liberal uluslararası sistemin yapı taşı sayılan değerler saldırı altında. Batı dünyasının bir yandan insan hakları ve demokrasi söylemini dillendirdiği görülürken bir yandan da Gazze’de yaşananlara sessiz kalması, Batılı değerlerin sadece Batı’daki ülkelerde mi geçerli olduğu sorusunu akıllara getiriyor.
Tüm bunlar yaşanırken, nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan toplumlarının akıllarına gelen soru, Orta Doğu’da Arap devletlerinin Gazze’de yaşananlara yeterli ölçüde tepki gösterip göstermedikleri. İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde Orta Doğu’daki Arap devletlerinin İsrail ile ilişkileri incelendiğinde, başta BAE olmak üzere, İbrahim Anlaşmalarına imzacı tüm devletlerin İsrail ile geliştirdikleri ticari ilişkilerde avantajlı konumu dikkatleri çekiyor. İsrail’i tanıyan ancak anlaşmaya taraf olmayan Mısır ve Ürdün’ün İsrail ile ticaret kompozisyonuna bakıldığındaysa, geliştirdikleri ticari ilişkilerin İsrail’e bağımlılık oluşturduğu görülüyor. UDY açısından İsrail ile ilişkiler değerlendirildiğinde, İbrahim Anlaşmalarına taraf olan ülkelerin uluslararası sermaye piyasasına erişimlerinin kolaylaştığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu da bu devletlerin, İsrail ile geliştirdikleri politikaların hayati önem kazanmasına ve nitekim İsrail sorununda etkin bir rol üstlenmedikleri bulgusunu akıllara getiriyor. Denilebilir ki, tüm dünyada Gazze çağrıları yankılanırken, Orta Doğu’daki Arap devletlerinin görece sessiz kalmalarının sebeplerinin birisi de İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde ekonomik çıkarlar olabilir.
[Salih Kaya Galatasaray Üniversitesi doktora öğrencisidir.]
[i] Güney Afrika’nın UAD önünde açtığı soykırım davasını açabilmesi için devletlerin 1948 tarihli Cenevre Konvansiyonu’na imzacı olmaları gerekmektedir. İlgili konvansiyona imzacı olan Orta Doğu devletleri; Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, Libya, Lübnan, Mısır, Sudan, Suriye Arap Cumhuriyeti, Tunus, Ürdün ve Yemen’dir.
[ii] Yürürlüğe giren anlaşmayla beraber İsrail, BAE menşeili ürünlere uyguladığı gümrük vergilerinde %96 ila %99 arasında indirime gitti. Sadece mallarla sınırlı kalmayan anlaşma aynı zamanda finansal hizmetlerden turizme geniş bir yelpazede hizmet ticaretini de serbestleştirdi. Son olarak, anlaşma kapsamında her iki devlet de dijital ticaret alanında veri paylaşımı ve ortak teknoloji kullanımı hususlarında mutabık kaldılar.