Önümüzdeki süreçte, Güney Afrika’nın adalet, Türkiye’nin ticaret ve Bolivya ile Kolombiya’nın siyaset sistemlerine, inisiyatif alarak taşıdıkları tepkilerin organize şekilde ve birlik içinde uygulanması, İsrail’i durdurmayı mümkün kılacaktır. Bunun için bundan daha uygun bir zaman ve zemin şimdiye dek olmamıştır.
İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımda bir kez daha mevcut uluslararası sistemin yetersiz kaldığı ve çözüm üretemediği görüldü. 35 binden fazla Filistinliyi şehit eden İsrail’in insanlık dışı uygulamalarına karşı uluslararası toplum, bölgede ateşkese yönelik somut ve etkili bir karar çıkaramadı. Birleşmiş Milletler (BM), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Avrupa Birliği (AB) düzenlenen onlarca toplantıya ve ateşkes oylamalarına rağmen İsrail’in savaş suçlarına, katliamlarına ve hukuk tanımazlığına karşı eylemsiz kaldı. Çünkü mevcut sistemi domine eden ABD, İsrail’in işlediği savaş suçlarını görmezden geliyor. Gün geçtikçe İsrail’in kabaran suç dosyası, ABD üzerindeki baskıyı artırsa da bunca katliam ve yıkıma rağmen adım atmayan Biden yönetiminden Gazze’de ateşkesin sağlanması ve İsrail’in durdurulması konusunda beklenti içinde olmak artık anlamını yitirdi. Bu bakımdan İsrail’i durdurmak için mevcut sistemin dışında inisiyatiflerin aranması bir zaruret haline geldi.
GÜVENLİK ŞEMSİYESİ SU SIZDIRMAYA BAŞLADI
İsrail, 1947’den bu yana pek çok insanlık suçu işledi. 7 Ekim öncesi dünyadaki İsrail algısı, tüm bu suçlarına rağmen İsrail için bir koruma kalkanı oluşturuyordu. Mevcut uluslararası sistemi güç perspektifinden yönlendiren aktörler, bu algıyı da kullanarak İsrail için bir güvenlik şemsiyesi oluşturdular. Ancak bugün dünyada İsrail algısı ciddi şekilde değişti. Ve insanlar Gazze’de İsrail’in gerçekleştirdiği soykırıma karşı sesini yükseltti. Bununla birlikte İsrail’e dünya çapında toplumlar nezdinde gösterilen tepkilerin büyümesi İsrail’i destekleyen hükümetleri zor durumda bırakıyor. Ve İsrail’i koruyan güvenlik şemsiyesi artık su sızdırmaya başladı.
REEL POLİTİK ZEMİNİ OLUŞTU
İsrail’in, Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika tarafından açılan davada soykırım suçuyla yargılanması, Türkiye’nin İsrail’e ticareti tamamen durdurması ve Kolombiya ile Bolivya’nın İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmesi, Norveç, İspanya ve İrlanda gibi Avrupalı ülkelerin Filistin Devletini tanıdıklarını ilan etmesi, İsrail’e karşı dünya çapında ülkeler bazında oluşan öncü tepkiler oldu. Yani daha çok toplumsal düzeyde İsrail’e karşı oluşan tepkiler adalet, ticaret ve siyaset boyutlarında devletler düzeyine yükseldi. Bu bir bakıma da mevcut uluslararası toplumun eylemsizliğine karşı devletlerin kendi imkanları dahilinde almış olduğu inisiyatifler olarak kayıtlara geçti. Esasen tüm bu gelişmeler, İsrail’i durdurmak için gerekli olan reel politik (aktörlerin hukuki ve ahlaki kısıtları göz önünde bulundurmadan güç temelli ve güvenlik öncelikli olarak çıkarlarına ulaşmayı öne çıkardığı dış politika yaklaşımı) ortamı da tesis etmiş oldu. Böylece İsrail’in barbarca uygulamalarını durdurmak insani ve vicdani bir zaruret halini almışken; reel politik anlamda da şimdiye dek hiç olmadığı kadar uygun bir zemin oluştu.
İSLAMİ DAYANIŞMA SÜRECİ
1800’lü yılların sonunda tartışmaya açılan İttihad-ı İslam, 1924’te Halifeliğin ilgasının akabinde bir arayışa dönüşmüştür. Bu arayışı, “İslami Dayanışma Süreci” olarak ifade edersek bugünden bakıldığında ortaya çıkan durum ortadadır. “Her Arayan Bulamaz Ama Bulanlar Arayanlardır” anlayışı bu süreçte de kendini açık şekilde göstermiştir. 1930’lu yıllardan 1960’ların sonuna kadar Müslüman ülkeler onlarca toplantı ve çağrı yapmıştır. Bu arayış ancak 1969’da bir Yahudi tarafından Mescid-i Aksa’nın kundaklanması sonrasında yapılan zirve çağrısında somut ve kayda değer bir sonuç üretebilmiştir. Bu sonuç İslam Konferansı Örgütü bugünkü adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’dır.
Elbette bu sonucu tek başına bölgede tansiyonu artıran sıcak bir gelişmeyle okumak yeterli olmayacaktır. O yıllarda Ortadoğu’daki güç dengelerinde bir değişim yaşanmış ve dünyada ABD’nin yaşadığı zorluklar öne çıkmıştır. Bölgedeki petrol zengini ülkelerin de öncülük ettiği OPEC karteli kurulmuş, ABD Vietnam’da bir fiyasko yaşamış, Bretton Woods Sistemi çökmüş, İngiltere 1971’de Basra Körfezi’nden çekilmiş ve 1973’te İsrail’e destek veren ülkelere karşı bir petrol ambargosu süreci yaşanmıştır. Yani bölgedeki güç dengelerinin değişiminde bölge ülkeleri görünürlüklerini artırmış, pek çok ülke bağımsızlık ilan etmiş ve bölge siyasetinde bir kırılma yaşanmıştır. Bu siyasi kırılmanın ve Mescid-i Aksa’da yaşanan sıcak gelişmenin de etkisiyle İİT kurulabilmiştir.
ŞİMDİ TAM ZAMANI
Bugün de dünya siyasi dengelerinde değişimin yaşandığı bir dönemin içindeyiz. Özellikle 2020’de pandemi sonrası dünya siyaseti açık bir değişimin içine girdi. ABD’nin dünyadaki hegemonyası aşınıyor ve dünyada Batı’nın nüfuz sahibi olduğu paradigma zayıflama yaşıyor. Buna bağlı olarak da Asya’nın yükselişi ve Batısızlık tartışılıyor. Foreign Policy dergisinde, dünyada jeopolitik dengelerin geleceğini 6 salıncak (kararsız) devletin belirleyeceği yazıldı. Bu ülkeler; Türkiye, Endonezya, Suudi Arabistan, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika. 6 ülkenin 3’ü Müslüman ülke. The Guardian ise dünyadaki rekabetin artık çok daha az ikili bir rekabet olduğunu ve bağlantısız ülkelerin etkilediği bir dengenin şekillendiğini yazdı. Rusya, Hindistan, Türkiye, Japonya ve Suudi Arabistan’a dikkat çekti. Yani dünya siyasetinin geleceğinde Müslüman ülkelerin önemi dünya çapında kabul ediliyor.
Bugün Müslüman ülkelerin kapasiteleri geçmişe göre ciddi şekilde artmış durumda. Petrol ve doğal gaz zengini Arap ülkeleri, Savunma Sanayinde ve bölgesindeki siyasi dengelerin belirlenmesinde öne çıkan Türkiye, nükleer silahı olan Pakistan ve teknolojik gelişmişliği bilinen Malezya bu kapasite artışının öne çıkan göstergeleri. Kısacası; dünya siyasetinde yaşanan değişim, bölge ülkelerinin kapasitelerini artırması ve İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım, İslami Dayanışma sürecinde yeni bir sonuç üretmek için şartların olgunlaştığını gösteriyor.
BİRLİK OLMA İHTİYACI ZİRVEDE
İsveç başta olmak üzere Avrupa’da kutsal kitabımız Kuran’a yönelik saldırı ve saygısızlıklar had safhada. Doğu Türkistan’da Çin’in Müslümanlara yönelik baskısı sürüyor. Dünya çapında, İslam karşıtlığı ve İslamofobi ciddi şekilde artıyor. Filistinliler ise bu artışı adeta bıçak gibi kesen bir direniş gösteriyorlar. Hamas’ın masumları ve sivilleri askerlerden ayırt eden tutumu bunun bir göstergesi. Elbette, İsrail ve Filistin arasında dünyada Filistin’e desteğin daha çok görünür hale gelmesi de bunun bir yansıması.
Ayrıca Filistin’de Kudüs ve Mescidi Aksa, Müslümanları toplumlar düzeyinde ortak noktada buluşturan unsurlar. Esasen Müslümanlar tarihin her döneminde ayrışmalar yaşamıştır. Ancak ayrışmalardan ne kadar uzaklaşabilirse o kadar kendi haklarını ve çıkarlarını koruyabilmişlerdir. Bu bakımdan dünyada artan İslam karşıtlığı ve Filistin’de yaşananlar, Müslümanların dayanışmaya duyduğu ihtiyacı zirveye taşıyor. Bunlara mukabil, Müslüman ülkelerin en büyük açmazı birlik içinde hareket edememek. Bu anlamda bazı Körfez ve Arap ülkeleri ile İran, Filistin konusunda Müslümanların genelinden ayrışan bir tutum içinde. Ancak yukarıda bahsedilen gelişmeler üzerinden Müslüman toplumların beklentileri ve tepkileri hükümetlerini Filistin konusunda daha somut adım atmaya zorluyor.
Nasıl ki; 1924 yılını takiben başlayan toplantılar ve çağrılar, 1969 yılında somut ve kayda değer bir sonuç üretmiştir. Bugün de 1969’dan sonra pek çok konuda belirli bir mesafe alsa da arzu edilen düzeyde aktif olamayan İİT kuruluş gerekçesi olan Filistin konusunda daha aktif hale gelmek durumundadır. Eğer bu mümkün olmuyorsa birlikte hareket etme potansiyeli yüksek, aralarındaki rekabet ve anlaşmazlıkları Filistin konusuna yansıtmayacak ülkeler, Müslüman ülkelere öncülük edebilir ve hem Gazze konusunda hem de Müslümanların dünya siyasetinde daha aktif hale gelmesinde yeni bir dönemi başlatabilir.
MÜŞTEREK GÖRÜŞ, DAHA HIZLI VE SOMUT EYLEM
Önümüzdeki süreçte, Güney Afrika’nın adalet, Türkiye’nin ticaret ve Bolivya ile Kolombiya’nın siyaset sistemlerine, inisiyatif alarak taşıdıkları tepkilerin organize şekilde ve birlik içinde uygulanması, İsrail’i durdurmayı mümkün kılacaktır. Böylece İsrail’i koruyanların engellemeleri de olağan biçimde aşılmış olacaktır. Bu sürece Müslüman ülkeler öncülük edebilir. Özellikle benzer bakış açısı, ortak tehdit ve hedefleri olan, varoluşsal sorunları olmayan ve tarihi bir rekabet yaşamayan, anlaşmazlıkları az olduğu ya da neredeyse hiç olmadığı için hızlı hareket etme kabiliyeti yüksek, toplumsal desteğe sahip temsil gücü yüksek ve Filistin konusunda aynı pozisyonda olan ülkelerin bu sürece lokomotif olması daha mümkündür. Çünkü özellikle son yıllarda çok sayıda üyesi olan örgütler hızlı, müşterek ve etkin karar almada ciddi zorluklar yaşıyor. AB bu sorunu çözmeye çalışıyor. BM’de reform ihtiyacı var. Benzer şekilde İİT hızlı ve etkili karar alamıyor. Üye sayısının fazla olması güç göstergesi olduğu kadar hızlı ve etkin karar almayı zorlaştıran bir hantallığa da neden oluyor. Şu ana dek yaşananlar gösterdi ki; 57 İslam ülkesinin bir araya gelerek İsrail’e karşı ortak hareket etmesi mümkün değil. Bazı ülkeler İsrail yanlısı, diğerleri ise zayıf ya da fakir. Ancak İsrail yanlısı olmayan, belli bir kapasiteye ulaşmış İslam ülkeleri bir araya gelip ortak hareket edebilirler. Bütün olmasa da bazı parçaların birlikteliği yeni bir sürecin başlaması için yeterlidir ve dikkat çekecektir. Bu anlamda Türkiye, Malezya, Katar, Pakistan, Endonezya ve Cezayir gibi ülkeler belirtilen özelliklere sahip ülkeler olarak öne çıkıyor.
İSRAİL’E YAPTIRIM SENARYOSU
Malezya Başbakanı Enver İbrahim, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve İsrail’in durdurulması için İstanbul’da bir zirve çağrısı yapar, Türkiye’de bu çağrıya karşılık olarak “İsrail’i Durdurmak İçin Somut Eylem Planı” içeren bir “Filistin’i Destekleyen Devletler Deklarasyonu” gündemini ortaya atarsa bu süreç Gazze’de ateşkes için önemli bir zemin teşkil edecektir. Bu bağlamda böyle bir çağrı ve zirve karşısında İİT üyesi ülkeler milletlerinin, tarihlerinin ve kültürlerinin ve elbette ki İslam’ın üzerlerine yüklemiş olduğu sorumlulukları yerine getirmek mecburiyetinde kalır ve bu süreci desteklerler. Aksi takdirde de halklarına hesap vermek durumunda kalırlar. Bunun ara bir sonucu olarak ya İİT, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve İsrail’in durdurulması konusunda daha aktif hale gelir ya da İslam ülkeleri arasında yeni bir örgüt beklentilere ve ihtiyaçlara cevap verir.
Diğer yandan meseleye insani bakan ve İsrail’in katliamlarına karşı sesini yükselten diğer ülkeler de bu zirveye davet edilir. Güney Afrika, Bolivya, Kolombiya, İspanya ve İrlanda gibi ülkelerin bu zirveye katılımı muhtemeldir. Olası zirve ilk etapta en az 15 kadar ülkenin toplanmasını sağlama potansiyelini taşımaktadır. Bu ülkeler, böyle bir süreci başlatırsa kısa sürede ülke sayısı da artacaktır. Bu zirve, İsrail’e karşı dünya çapında yükselen tepkileri daha organize hale getirecektir. Ayrıca, mevcut uluslararası sistemin reform çalışmalarını hızlandıracak ya da yeni bir milletler topluluğu teşkilini tartışmaya açacaktır. Önemli olan sorunlara hızlı, adil, somut ve etkili karar alabilen bir yapı teşkil etmektir. Bunun için bugünden daha uygun bir zaman ve zemin şimdiye dek olmamıştır.
İSRAİL’İ DURDURMA PLANI
Birinci madde: İsrail’in derhal saldırıları durdurması, Gazze’yi tamamen boşaltması, Netanyahu hükümetinin istifası ve iki devletli çözüm için masaya oturması gerektiği,
İkinci madde: 1. maddeyi gerçekleştirmemesi durumunda zirveye katılan ülkelerden İsrail ile ilişkileri henüz kesmeyen ülkelerin 48 saat içinde diplomatik ilişkileri tamamen keseceği,
Üçüncü madde: 1. Maddenin halen gerçekleşmemiş olması halinde zirveye katılan ülkelerin 24 saat içinde İsrail ile her türlü ticareti keseceği,
Dördüncü madde: 1. maddenin halen tatbik edilmemesi durumunda askeri seçeneklerin ve bir barış gücü oluşturulmasının tartışmaya açılacağı ilan edilmelidir.
İsrail’in bu adımlar karşısında direnmesi mümkün değildir. Zirvenin toplanması dahi İsrail’i durdurmaya yetebilir. Hele ki; ülkelerin İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmesi, İsrail için yeterince zorlayıcı bir durum oluşturacaktır. Ticaretin kesilmesi ise İsrail’i nefessiz bırakacaktır. Hasılı böyle bir sürecin işletilmesi bugünkü şartlarda reel politik olarak da mümkündür. Bu süreç İsrail’in Filistin’deki soykırımını durduracağı gibi dünyada yeni bir dönemi başlatacak dinamikleri de harekete geçirecektir. Ayrıca diğer Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerin çoğunluğu da böyle bir inisiyatife duyarsız kalamayacaktır. İsrail’in teopolitik saplantılarla sürdürdüğü katliamlara karşı Hristiyan ve Müslüman din adamlarının bir araya gelerek vereceği karşılıklar da önemlidir. Bunun yanında dünyada İsrail’e karşı tepki gösteren STK ve üniversitelerin birlikte hareket etmesi de İsrail’i durdurma planına dahil edilebilir.
Dr. Mustafa Öztop, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.
Bu makale ilk olarak 25.05.2024 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.